Güzel kamu binalarından birinin bodrumunda, belki de ferah evlerden birinin mahzeninde kapısı kilitli, penceresi olmayan bir oda içinde küçük yaşlarda olduğu anlaşılan bir çocuktan bahsediyor Ursula Le Guin Omelas’ı Bırakıp Gidenler adlı öyküsünde. Belki sakat doğmuş, belki korku, kötü beslenme belki de ilgisizlik yüzünden aptallaşmış bir çocuktan. Kapının hep kilitli olduğunu, zaman zaman gıcırdayarak açıldığını, birinin gelip çocuğu tekmeleyerek kaldırıp yiyecek kabı ve su çanağını çabucak doldurduğunu sonra da kapıyı kilitleyip gittiğini anlatıyor. Manzara o kadar korkunç ki çocuk sürekli dışkısı üzerinde oturduğundan kalçaları ve baldırları pişik ve yanık izleriyle dolu. Gerçekten korkunç bir manzara. Yazarın anlatımıyla bu dehşetin içindesiniz adeta. Peki, ne işi var bu küçük çocuğun burada?
Omelas’ın tüm insanları onun orada olduğunu biliyor. Bazıları görmeye geliyor, diğerleri de orada olduğunu bilmekle yetiniyor. Ama hepsinin bildiği bir şey var. Çocuk orada olmalı. Peki neden? Çünkü mutlulukları, kentlerinin güzelliği, dostluklarının sıcaklığı, çocuklarının sağlığı, hatta hasatlarının bolluğu ve göklerinin berraklığı tümüyle bu çocuğun dayanılmaz sefaletine bağlı. Bu çocuğu temizler besler rahat ettirirlerse onların yaşadığı refah bitecektir çünkü. Buradaki her bir yaşantının iyiliğini ve güzelliğini tek, küçük bir düzelme uğruna feda etmek; tek bir insanın mutluluğu uğruna binlerin mutluluğunu fırlatıp atmak yazara göre suçluluk duygusunu içeri almak olacaktır. Tek bir insanın mutluluğu uğruna diğer tüm insanların mutluluğunu fırlatıp atabilir misiniz? Bu durumda siz olsanız ne yapardınız? İşte bu sorulara cevap arıyor yazar. Bu sorulara cevap bulmak için de Omelas halkını mercek altına alıyor. Herkes bu çocuğun sefaletine tanık ama bazıları onun çektiği acılar karşısında tek çare olarak Omelas’ı terk etmekte buluyor. Omelas’ı bırakıp, karanlığın içine doğru yürüyüp gidiyor bazıları. “Nereye gittiklerini biliyor gibiler Omelas’ı bırakıp gidenler.” diyor yazar öykünün sonunda. İçlerine aldıkları suçluluk duygusuyla bir başkasının mutsuzluğu üzerine kurulu olmayacak bir dünya inşa etmeye gidiyorlar kim bilir.
Ursula Le Guin burada kalmayıp gidenleri unutmuyor. Hatta içlerinden birisi hakkında yeni bir öykü yazıyor Devrimden Önceki Gün adıyla. Omelas’taki yaşamının suçluluğuyla orayı terk eden, herkesin mutlu olacağı bir dünyayı hayal eden bir kadın hakkında. Öyküyü okuyunca bu kadının Anarres’te devrim yapan Odo olduğunu anlıyorsunuz. Mülksüzler romanındaki Anarres’in mimari olan, Omelas’ı terk edip devrim yapan bu kadınla tanışıyorsunuz. Anarres’in Odo’su, gerçek adı Laia olan kadının hayatının son anlarına tanıklık ediyorsunuz yazarın bu kısa öyküsüyle.
Cinsiyet ayrımı olmayan, özel mülkiyetin olmadığı, eşitlikçi bir toplum için devrim yapan bir kadın Odo. Onu bu devrime götüren de Omelas’ta tanıklık ettiği durum olsa gerek. Ursula Le Guin bunun söylemiyor ama öyküsünün önsözünde bize bir ipucu veriyor. Ursula Le Guin’de, cinsiyet ayrımının olmadığı adil, eşitlikçi bir dünyayı; daha doğrusu Odo’nun kurduğu bu dünyayı Mülksüzler romanıyla bize anlatıyor.
“Odoculuk anarşizmdir” diyor yazar. Kavram karmaşasına yol açmamak için, bu anarşizmin, Kropotkin ve Emma Goldman tarafından yorumlanan anarşizm olduğunu söylüyor. Anarşizmin başlıca hedefinin ister kapital ister sosyalist fark etmez tüm otoriter devletleri içine aldığını ifade ediyor. Tüm otoritelere karşı bir devrimden bahsediyor anlayacağınız. Mülksüzler’den sonra bu kısa öyküyü okuduğunuzda romana biraz daha farklı bakıyorsunuz. İç sesiyle sürekli konuşan, saçları arkadan toplanmış, zar zor yürüyen bu yaşlı kadın mı yaptı devrimi diyorsunuz. Ama bir taraftan da (kadın gözüyle) devrimin mimarının kadın olmasının gururunu taşıyorsunuz. Yazar Laia’yı bize anlatırken o kadar sahici bir dil kullanıyor ki öyküdeki yaşlı kadının yanına oturup saçını taramak, yemeğini yerken yardım etmek geliyor içinizden. Evet, Laia Anarreslilerin Odo’su, yarattığı devrimi göremiyor ama siz ona başardığını söylemek istiyorsunuz ‘Mülksüzler’ romanını okuduktan sonra. Kadınlar Rüyalar Ejderhalar kitabının sonunda yer alan bir alıntı geliyor aklınıza. ‘Uzaylı Kocakarı’ başlıklı yazısının son satırları… “Atla bakalım uzay gemisine nine.”
Odo, eşinin ölümü sonrası hapishanede geçirdiği zamanda yazıyor devrimin kitabı Analoji’yi. İnsanların onun bu hapishanedeki çalışmasına ‘ne büyük cesaret’ diye söylemelerine çok kızıyor yaşlı kadın. ‘Aptallar’ diyor onlara kendi kendine konuşurken. ‘Başka ne vardı ki yapılabilecek?’ Sahi ne demek cesaret? Korkmamak mı? Korksan bile yine de yola devam etmek mi? Ama devam etmeyip ne yapabiliriz ki? Başka seçeneği var mı ki insanın? Eve dönmek istiyorsak yola devam etmekten başka çaremiz yoktur. “Gerçek yolculuk geri dönüştür” diye de yazıyor Analoji ’sine.
“Buradayım, iki yüzyıl önce bu kentte ettiğimiz vaadi yerine getirdik biz, Anarres’te. Özgürlüğümüz dışında hiçbir şeyimiz yok. Size kendi özgürlüğünüzden başka verecek bir şeyimiz yok. Devletlerimiz, başkanlarımız, generallerimiz, patronlarımız, mülk sahiplerimiz, polislerimiz, savaşlarımız yok. Başka da pek fazla şeyimiz var sayılmaz. Biz paylaşırız, sahip olmayız…”diye sesleniyor Urras’ta katıldığı bir mitingde Shevek. Mülksüzler’in fizikçisi devrimi başardıklarını anlatıyor. Başarılan, Devrimden Önceki Gün’deki yaşlı kadının devrimidir. Mülksüzler romanında satırların arasına gizlidir Odo. Artık devrimi gençlere bırakmıştır. Şimdi bayrağı Fizikçi Shevek almıştır eline. Ama ters giden bir şey vardır Odo’nun devriminde. Sadece Anarres mi yaşamalıdır bunu? Duvarların arkasındaki devrim için terk ettikleri Urras’lılar neden bundan yararlanmasınlar ki? Shevek yaptığı çalışmalarda toplumu tarafından desteklenmediğinde, kendi toplumuna yabancılaşmaya başladığında karar verir Urras’a gitmeye. Tüm duvarları yıkmak, bu sayede Anarres’teki verimsiz çorak topraklarda yaşanılan yokluğu ortadan kaldırmak ama bir taraftan da tüm dünyaya Odo’nun devrimini göstermek ister. Devrim için terk ettikleri dünyaya geri dönüş olan bir yolculuğun hikâyesidir Mülksüzler. Roman iki yolculuk üzerine kuruludur. Gidiş ve dönüş. Ama aslında ‘gidiş’ eski dünyaya dönüştür. ‘Dönüş’ ise farklı bir insan olarak farklı bir dünyaya ilk kez gidiştir.
Ursula Le Guin, Odo’nun yeni eşitlikçi dünyasını anlatırken eskisini de ortadan kaldırmaz. Anarşizm, her şeyden önce, bir bakış açısı, bir penceredir ona göre. O zaman bu pencerenin iki yönü olmalıdır. Dünyaya iktidarın değil, özgürlüğün penceresinden bakmak için de olumsuzluğu görmek gerekir. Devrime giden yol da bu değil midir? Odo’nun Omelas’ı terk etmesindeki neden daha güzel bir pencereden bakmak için değil miydi? Mülksüzler’de, Anarres ve Urras adındaki iki kurgusal gezegeni gözler önüne serer bu nedenle yazar. Buyurun hangisini tercih ederseniz oraya gidin dercesine. Ama güzel olanın; kan ve çelikle örülü savaşın parıltısının ve yaşamın erkekçe yönlerinin olmadığı bir dünya olduğunu göstermeden de duramaz. Tam bu noktada “Vermediğiniz şeyi alamazsınız. Kendinizi vermeniz gerekir. Devrimi asla satın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak…” diye de seslenir Ursula’nın fizikçisi.
Hayal gücü, zihnin temel bir aracı, temel bir düşünme biçimidir. İnsan olmanın ve kalmanın vazgeçilmez bir aracıdır kuşkusuz. Hepimiz hayatlarımızı nasıl icat edeceğimizi ve nasıl yaşayacağımızı öğrenmek zorundayız. Hayal etmeyi öğrenmeliyiz ki Odo’nun gerçekleştirdiği devrimi biz de yapabilelim. Başarısız olabiliriz ama hayal kurmaya devam etmeliyiz yine de. Belki yeni bir topluluk kurup, yeni bir başlangıç yaratabiliriz, Anarres’in ötesinde kim bilir.
“Hepimiz dünyanın merkezinde yaşayan insanlarız.” diyor yazar bir yazısında da. Şairlerinin ve hikâye anlatıcılarının tanımladığı ve tanımlamaya çalıştığı bir dünya merkezinden bahsediyor bence. Peki, gerçekte dünyanın merkezi neresidir? Tam olarak yaşadığımız, işlerin doğru ve iyi yapıldığı hepimizin çok iyi bildiği yerdir dünyanın merkezi.
Omelas’ı terk edenlerin dünyası, Shevek’in dünyası, Odo’nun yarattığı devrimin dünyası, yaşamın erkekçe yönlerinin olmadığı, savaşın olmadığı yerdir dünyanın merkezi. O zaman bu dünyanın merkezinde yaşam hepimizin hakkı değil midir? Hayali bile güzel. Haydi, o zaman biz de atlayalım nineyle uzay gemisine. Ne dersiniz?
Kaynaklar:
Ursula Le Guin, Mülksüzler, Metis Yayınları
Ursula Le Guin, Devrimden Önceki Gün, İnka Yayınları
Havanur Taflan – edebiyathaber.net (21 Eylül 2020)