Avcıyı kendi silahıyla vurmak | Havanur Taflan

Kasım 5, 2022

Avcıyı kendi silahıyla vurmak | Havanur Taflan

Bazı hikâyeleri anlatmak çok zordur. Hele tüm yaşanılanları kendine bile itiraf edemezken… Uzun bir zamana ihtiyaç duyar bu hikâyeler sıkıştıkları o yüreklerden çıkmak için… Tıpkı otuz yıl bekleyen Vanessa Springora gibi.”Belki daha önce yazmalıydım diyorum kendi kendime (…) bu arada bana korkunç hikâyeler anlatıldı, benimkinden çok daha kötü.” Seçkin bir edebiyat çevresinde(…) kabul gören ünlü bir yazar G. (Fransa’nın ödüllü yazarı Gabriel Matzneff) ile çocukken yaşadığı ilişkiyi itiraf ediyor Springora hikâyesinde. Yıllar sonra tüm o yaşadıklarına bir anlam yükleme bu kitap onun için. O küçük kızı uzaktan izliyor bu sefer. Sıkışmış bir gazın patlaması gibi dökülüyor sözcükler. Bir iç dökümü, itiraf… Avcıyı kendi silahıyla öldürme isteği bu… Edebiyatın hiç duymadığı bir ses onun ki… Nobokov’un Lolitası’nın sesi sanki…    

“Laf arasında adını yakalıyorum, Slav ses düzeni hemen dikkatimi çekiyor. Basit bir rastlantı ama soyadım ve kanımın çeyreğini Kafka’nın bohem diline borçluyum. Dönüşüm romanının büyülenerek daha yeni okudum, Dostoyevski’nin romanları ise ergenliğimin tam bu döneminde benim için edebiyatın en üst zirvesini temsil ediyor. Rus bir soyadı, bir Budist rahibi andıran zayıf fiziği gerçeküstü mavilikte gözler, dikkatimi çekmek için bundan fazlasına ihtiyaç yok.” Annesinin davet edildiği bir akşam yemeğinde tanışıyor onunla. Her konuşmasından ve bakışından etkileniyor. O geceden sonra ondan gelen her mektupla G.’nin etkisi altına giriyor. Aynadaki çirkin ördek yavrusu uçup gidiyor. Yerine gelen yansıması ise… Gururunu okşuyor artık. “Sanatçı ve entel bohem yakın çevrelerinde ahlaka alınan hoşgörülü mesafeler hayranlıkla karşılanırdı o zamanlar. G. ünlü bir yazar, bu da gurur okşayıcı bir şeydi.”

Okulun önünde onu bekleyen ebeveynleriyle ilgili hiçbir anısı yok. Genç yaşta evlenen ve ayrılan ebeveynleriyle ilgili hatırladıkları… Tüm o kavga sesleri hala kulağında. Anne ve babasının yatak odası… Kafasında cinselliğe dair cevapsız sorular… Çocukça gizli olana duyulan bir merak… Şimdi ise âşık olduğu yansımasının etrafında dönüp duruyor hem de 50 yaşlarında tanınmış bir yazara. Gerçekten aşk mı bu? “Aşk, kesinlikle var… Ama Stockholm sendromunu çağrıştırmadan önce. Hikâyemiz benzersiz ve yüceydi. Onu aşk için yasaları çiğnemeye iten ben olsaydım, G. bu hikâyeyi hayatı boyunca yüzlerce kez tekrar etmemiş olsaydı, olağanüstü tutkumuz yüce olurdu.” diye itiraf ediyor Springora. Her şeyi içen susuz kalmış biri gibi… Sevgiye yoksunluk onun ki. Güçlü bir baba figürünün eksikliği belki de…“ O ortadan kaybolduğundan beri umutsuzca erkeklerin dikkatini çekmeye çalışıyorum.” Ya kızını tek başına büyütmek zorunda kalan ‘yasaklamak yasak’ mottosunu yaşam biçimi olarak kabul eden annesi? Onun bu ilişkiye olan tepkisi ise ‘sadece büyükannen ve baban bunu asla bilmemeli canım’ uyarısından ibaret.

  

14 yaşında yaşadığı bu anormalliği yeni kimliği haline getirmeye çalışırken bir taraftan da bir şeylerin yanlış gittiği duygusu içinde debelenip duruyor. Fakat ergenliğinin tecrübesizliğiyle avcının esiri olmaktan kurtulamıyor yine de. Özgürlüğün etiğin tüm yasalarını çiğnediği bir çağın asi ergeni o… Yazarın günlüklerini ve kitaplarını (ona yasak olan) okumaya başladığında… Yavaş yavaş bir kurgu karakterine dönüştüğünü fark ediyor. Okurlar için sadece edebiyat olan G’nin yazdıkları onun için bir çöküşün başlangıcı…“Yetişkin hayatım daha henüz başlamamışken bir kurgu karakterine dönüştürülmüş olmak, beni kendi kanatlarımla uçmaktan alıkoyuyor, beni duvarları kelimelerden örülmüş bir hapishanede ebediyen kalmaya mahkûm ediyor.”

Arzuların hapsedilmesine karşı, her türlü baskıyla mücadele edildiği zamanlardan bahsediyor Springora. Yıllar önce Le Monde gazetesinde; “1970’lerde ki cinsel devrimle,  bedenlerimizin bize ait olduğunu öğrendik. Onunla istediğimiz şeyi, kiminle istediğimizi yapma hakkımız olduğunu. Yani özne olduğumuz için, bedenimizle ve arzularımızla istediklerimizin dışında bir şeyler yapmak isteyenlere “hayır” deme hakkımız vardı. Çocuğu bir aktör, bedeninin bir öznesi yapan cinsel devrimi pedofilinin kökeninde olmakla suçlamak, kadın devrimini pedofilinin kökeninde olmakla suçlamak kadar yanlış bir yorumdur. Cinsel devrim önce çocuklara, gençlere, kadınlara “hayır” demeyi öğretti.” diye yazanGabriel Matzneff’in yazını hatırlatıyor okura. 1977’de ki Versay Davası (pedofili davası) sırasında Le Monde gazetesinde açık bir mektup yayınlayan “rıza varsa büyükler ve bluğ çağına gelmiş küçükler arasındaki cinsel ilişkilere ceza verilemez” diyen imzacıları da. (Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir, Roland Barthes, Michel Foucault, Jacques Derrida, Louis Althusser, Gilles Deleuze, Felix Guattari) Her medya mecrası çağının yansıması aslında… İmza kampanyasını imzalayanların nerdeyse hepsinin özür dileyeceği bir sapma bu ona göre… Bir körlük… Bütün bir çağın ikiyüzlülüğü…

 On beş yaşından küçük bir çocukla yetişkin arasındaki cinsel ilişki yasa dışı oysa. Fakat nedense o dönem yazara (herkes onu sübyancı olarak nitelendirmişken) hiçbir cezai işlem yapılmıyor. Yasağı çiğneyenin cezalandırılması gerekmiyor mu? ‘Özgün ve yıkıcı bir yapıtın karşısında kör bir şaşkınlık içinde ki yargımızın boyun eğmesi gereken istisnai ayrıcalıklara sahip bir tür aristokrattı yazar’ çünkü diyor Springora.

 Edebiyat dünyasındaki herkesi tehlikede olan birine yardım edememekten (etmemekten) dolayı suçlu olarak görüyor Springora. “G.M’in kitaplarında yer alan bazı sayfalar çocukların cinsel istismarına yönelik açık övgü niteliğindedir. Edebiyat her türlü ahlaki yargının üstünde konumlanmalıdır. Fakat editör olarak bizlere düşen, bir yetişkinle ve henüz rüşt yaşına erişmemiş bir kişi arasındaki cinsel ilişkinin yasayla cezalandırılan, kınanacak bir edim olduğunu hatırlatmak olmalı” diye yazıyor okura ikaz adını verdiği kitabın son bölümde. “İşte bu kadar basit o kadar da zor değilmiş, nihayetinde ben bile yazabildim bu sözcükleri” diye de bitiriyor anlatısını.

Kitapları yakmak… Hayır… Fakat büyük bir konfeti panayırına asla hayır demeyeceğini söylüyor Springora. Yıllardan beri bir kutuda bekleyen G’nin kendine ithaf ettiği tüm kitaplarını ve mektuplarını küçük parçalar halinde kesip hepsini rüzgâra fırlatıp ondan gelecek kuşaklara bir şey bırakmamak için… Bunu yapamasa da… Avcıyı kendi silahıyla vurup dilin içine hapsediyor. Tüm o çağın ikiyüzlülüğünü de içine koyarak… Çabuk unutan bellekler için…     

 Dil herkesin kendine mal etmeye çalıştığı bir mülktür.

 Dili ele geçiren, iktidarı ele geçirir.

Chloé Delaume

Kaynaklar:

https://www.archyde.com/vanessa-springora-looks-back-on-her-relationship-with-gabriel-matzneff/

https://www.newyorker.com/magazine/2021/02/01/a-parisian-writes-her-revenge

Rızası Var,Vanessa Springora, ,çev. Nilgün Tutal Chevıron, Alfa yayınları

edebiyathaber.net (5 Kasım 2022)

Yorum yapın