Avucumdaki Tarantula adlı ilk öykü kitabı Luna Yayınları tarafından yayımlanan Nihan Göğman’ın hikayelerinde bunalım, çaresizlik, dışlanma, çürümüşlük sessizlikleri paramparça ederek çıkarıyor sesini. Bazen bir topuğun, bazen bir kurşunun sesiyle. Ne yapıp edip kapı altlarından sızan bir yelin sırta vurduğu ayaz gibi, kıvırcık saçlarda, ıslak kirpiklerde geziniyor. Travmatize bir toplumun sırlarına dokunarak, yaralarını kanatarak, adaletsizlikleri kazıya kazıya gösteriyor. Annelik, tecavüz ve taciz üçgeninde sıkışmış kadınları sarmalayıp dişil bir bağ kuruyor. Aile içi şiddeti yer yer tiz çığlıklarla eril dünyanın iktidarını eleştirerek en sert şekilde deşifre ediyor. Heteronormatif düşünce biçimlerine karşı yazdığı öykülerde başka bir dünya düşü kuruyor. İçsel çatışmalarla boğuşanların, birey-toplum çatışmasında direnç gösterenlerin tekinsiz iklimlerinde gezdiriyor.
Kitabın ilk öyküsü “Gülnihal Ablam Çok Sever Beni” giriş öyküsü olarak oldukça vurucu. Öyküde sundurmada asılı koca kabaklardan yapılan kabak tatlısının şerbetli, yapışkansılığının anlatıldığı bölüm kadın bedeni üzerinde sembolik bir dili var. Kara bıyıklara yapışan kabak tatlısından rutubetli banyo zeminine sıvanan bir günahtan geriye kalanları anlatıyor. İlerleyen sayfalarda teması ile benzerlik gösteren “Yetmiş İki” de fakirlikle, yoklukla çevrelenen yaşamların altını çizer. Yıkanan çamaşırların kokusu, nanelerin haylaz kokusuna karıştığı sıcak ekmeğe sürülen tereyağının tadının bir daha eskisi gibi olmadığı anlara götürür.
Kadın cinayetlerine ayna tutan “Merdivenler” öyküsü, özgürlüğe adım adım çıkılan büyülü gerçekçi atmosferin bir mermi sesiyle sert zemine düşüşünü anlatıyor. “Sağını solunu kollayan topuk sesleri”, özgürlüğe çiçeklerle bezenmiş bir merdivenden çıkmaya çalışan bir annenin katlediliş öyküsünü haberlerden öğreniyoruz.
“Çıplaklık” adlı öykü “camları yeni silinmiş” köy kahvesinin önünden geçerken kendini çıplak hisseden Bahar’ın haykırışı, kadının toplumun çarpık algılarına bir başkaldırışına dönüşüyor.
Yabancılaşma ve kız kardeşi için aradığı adalet. Elma bıçağıyla işlenen suçun, mahkum edilen bir kadının ve hükümsüz yargıların köy kahvesinin yeni yıkanmış camları gibi aşağı indiriliyor.
Kitaba ismini de veren “Avucumdaki Tarantula” öyküsünde Nihan Göğman kopuk bir anne kız ilişkisi anlatıyor. Nermin’in varlığını sürdürme ve hayatı anlamlandırma çabası gerçek ve düş arasında kurgulanıyor. Nermin’ in avucunda dolaşan tarantula karanlık ve gizemli. Sevgisiz ve ilgisiz kurulan anne figürü, Nermin’in psikesinde travmatik bir izdüşüme dönüşüyor. Annesinin ona hakir gördüğü sözleriyle kendine yeni bir gerçeklik yaratan Nermin örümcek ağıyla annesinin yüzünü sarar. Nermin’ in bilinçaltında yaşanan ebeveyn çatışması siyah bacaklı bir örümceğe dönüşürken, öykünün sonunda bavullarını toplayan Nermin’in bireyleşme yolculuğuna adım attığını görürüz.
Göğman, “Yolcu” adlı öyküsünde kavuşulamamış, tamamlanmamış, hüzünlü bir aşkı etnik kimlik çerçevesinde kurgular. Bedros ve Leyla’nın gençken yaşadıkları aşk ve Bedros’un bazı şeyleri göze alamadığı için yaşadıkları ayrılıkları konu edilir. Bedros, Leyla’dan af dilemek için yirmi sene sonra Hatay’a gelir. Bedros’ un yirmi senedir içinde büyüttüğü boşluk ve suçluluk duygusu amansız hastalığa yakalandığı dönemde onu af dilemeye iter. Bedros, pişmanlığın ve utancın bedeninde yarattığı amansız hastalıkla mücadele ederken, gemişiyle barışmanın ve affedilmenin verdiği hazla son nefesini verir.
Nihan Göğman, “Nohut Kadar” öyküsünde kız çocuğu olmanın yok sayıldığı coğrafyada bir eşeğin heybesinden bir kadının rahmine uzanan nohutun hikayesini kurduğu güçlü sembollerle veriyor. Bireyin doğduğu andan itibaren inşa edilen toplumsal cinsiyet eşitsizliğine gönderme yapıyor. Homofobiye karşı normlardan uzak yarattığı Ayla’nın iç hesaplaşmaları ve kabullenişlerini anlattığı “Kıvırcık Saçlar” öyküsünde, Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki kimliklere, çeşitliliklere ve renklerine dokunur.
Göğman, sömürünün ve yıkımın her türlüsüne karşı olduğu gibi doğanın da toplum tarafından tahribatına karşı çıkıyor. “Bir Toprak Sevdalısı : Hüseyin” öyküsünde şehirli insanların topraktan gitgide uzaklaşmasını; hem ruhsal hem de bedenen çöküşün, modern hayatın sürüklediği yalnızlığı kurulan klostrofik atmosferle yaratıyor. Bozulan ekolojik dengenin yansımalarını, torunu Esma’nın şehirdeki apartman dairesine kalmaya gelen Hüseyin’in anılarını ve memleketi Manyas’ın doğal güzelliklerine duyduğu özlemini belleğinden sızdırarak anlatıyor.
Zaman zaman kitabın ritmi düşüp, kelimelerin hantallığıyla ağırlaşsa da Nihan Göğman’ın dokunaklı anlatımı ve kendine has dili, bilinçli yapılan kelime tekrarları okurun ruhuna dokunuyor. Göğman, değişip dönüşeceğinin, edebi alanda yeni denemelerle karşımıza çıkacağının, toplumsal duyarlılıkla yazma serüvenine devam edeceğinin sinyallerini verir. Adil, özgür bir dünya kurmaya davet ettiği öyküleri, görünmez ağlarla örülü sömürüye dayalı bu dünya düzeninde her birimizin avuçlarında siyah bacaklarıyla hareket eden birer tarantula olduğunu hatırlatır.
edebiyathaber.net (31 Ocak 2023)