“Ziyaretçiler, yarattığım bahçede kullandığım matruşka teorisini çözmek zorunda bırakılıyor. Adım attığınız her park, başka bir parkın içinde, onu izleyen insanların baktıkları konu hâline geldiğiniz bir yere dönüşüyor, iç içe geçmiş bu parklar sarmal hâlinde birbirlerinin üzerine geçiyor. Birilerini gözetleyen herkes aynı zamanda başkaları tarafından gözetleniyor, yargılanıyor ve aşağılanıyor.”
Önce adına vuruldum kitabın; Boynu Vurulmuş Ay (J. E. Pacheco, çeviren Deniz Torcu, Dedalus Kitap, Nisan 2015, İstanbul). Değil mi ya, kimin aklına gelir ayın boynunu vurmak? Sonra arka kapak yazısı: “Adını hiç duymadığınız bir yazarın ilk cümleleri, size, ayda ilk kez yürüyormuş duygusunun farklılığını yaşatıyorsa, onun kurmacasının içinde yaşama konusunda kararınızı çoktan almışsınızdır.” Vay, ayda yürütecek önce ve sonra, aniden ayın boynuna bir darbe! Küt! Okur minnacık ayın kollarından kocaman yeryüzünün demir ökçesine! Ayın kanına bulanmış halde!
Evet, birçok anlamda bu beklenti boşa çıkmadı: Pacheco’nun satırlarında bir tür boz vahşet, iniltili zulüm, kanlı yas var. Ama aydan yeryüzüne düşer gibi patdadanak değil, ağır ağır işleyen, hüzünlü bir vahşet bu. İnce ince işlenmiş, çokça tanıdık, insani bir zulüm. Ve çaresizliğin, o halde tarifsiz bir melankolinin yası… Dökülen onca kanın, insanın damarlarında akan şiddetin ve kıyıcılığın yası…
Pacheco’nun satırlarında dillenen şiddet ve kıyıcılık yalnızca insanın insana zulmüyle sınırlı kalmıyor – ve itiraf etmeli ki bu satırların hayvan sever yazarı en çok bu noktada sevdi Pacheco’yu. İnsanın hayvanla kurduğu ilişkideki sömürü ve zorbalığın, sevgi ve çaresizliğin onlarca yansısı dökülmüş satırlarına. Özellikle “Uzak Rüzgâr” ve “Hayvanat Bahçesi” adlı öykülerine eğildiğimizde görüyoruz bunu. Özellikle bu öykülerde bir çaresizlik biçimi olarak seriliyor ortaya zulüm: İnsan bildiği, gördüğü ilişki kalıbını hayvana uygular; hayvan da bir diğerine (tam burada, tam da bu satırlara büyük bir soru işareti düşmek gerek belki de – elbette insan olmayan hayvanların lehine). Zulüm çoğalarak büyür; ta ki hiçbir canlı – hiçbirimiz – içinden çıkmayı hayal edemeyecek denli ona batana dek… Hayvanlar “Çabalarının ve kendilerine cehennem edilen hayatlarının karşılığını bıçakla alıyorlardı” çünkü insan da emeğinin ve beklentilerinin karşılığını acıyla almakta… “Adam eğilir, kaplumbağayı kollarına alır, onu göğsüne yaslar. Onu öper ve sert kabuğunun üzerine gözyaşlarını akıtır. Hiç kimse paylaştıkları sonsuz yalnızlığı anlamayacaktır, anlamak da istemeyecektir.” Çünkü insan içinde anlaşılmaz, kötürüm bir sevgi beslemeyi kabullenmiştir artık – en başta kendine karşı… Bu kötürüm sevginin doğurduğu hoyratlık ve yalnızlık içinde varoluşunu sürdürmeyi de…
Bunca karanlığın parçalandığı anlar da yok değildir –yaşamda ve elbette Pacheco’nun satırlarında. “O pazar akşamı mutluluğa izin veren bir alan yakalamıştık, yani geçmişi ve geleceği unuttuğumuz o geçici ânı.” Ama hep işgal edilir bu alanlar (ikinci yıl dönümünde Gezi Direnişi’ne bir selam!); anlar kırılır, tuzla buz olur, ezilir onlar da zulmün ve – belki aydan akan – kanın altında (Gezi’de yitirdiklerimize yürek dolusu bin bir selam!).
Çocukların anlayamadığı, parkta geçen bir kavgadır bu dünya, “Anlayamazsın”da; büyüyünce tam da içinde yer alacakları haşin bir kavga… “Park tüm şehre yayılacak, her yer yeniden orman olacaktı.”
“Karanlıktaki Bir Şey” kavgayı yetişkinlerin cephesinden gösterir bize; şimdi sahnede toplum var. İçinde barınan şiddetin sınırlarını belirleyen, bu sınırlar içinde kalan her zulmü aklayan ve uygulayan toplum. Başkasının acısını kendi sterilize kavramlarıyla ölçeklendirecek, yok sayacak ya da yüceltebilecek toplum. Kurbanı her an suçlu çıkarabilen, dahası buna meyilli toplum; öcünü hep alan toplum…
Son öykü, “Jerico” ise özellikle çarpıcı ama fazlaca söz edip sarsıcılığını azaltmak istemem bu kısa öykünün… İlle de bir şey demek gerekirse: “Kaos, şehri inleten çığlıklar, yıkılmış binalar, güneşe ulaşmaya çalışan alevler ve dumanın, önüne çıkan her şeyi yutuşu.”
Temiz bir çeviri ve özenli bir editörel çalışmayla karşımıza çıkan Boynu Vurulmuş Ay’ı okurken Meksika’nın tarihine bir göz atın derim. Bunca acının, bunca zulmün kaynağını bilmek için… Ve ardından güvenilir bir kaynaktan günlük haberleri okuyun… Bunca acının, bunca zulmün kaynağını bilmek için…
Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (8 Haziran 2015)