Denizi görünce ya da adını duyunca mutlu olanlardan mısınız? Eğer böyleyse, denizle ilgili güzel anılar biriktirmişsiniz demektir. Denizle ilgili hayalleriniz yüzünüze tebessüm yerleştiriyordur. Açıkçası, deniz beni de çok mutlu eder. Karşısına oturup saatlerce izleyebilirim. Bir anlamda terapidir deniz benim için. Üzerimdeki yorgunluğu, mutsuzluğu alır, rahatlatır.
Bir de unuttuklarımız, unutmak istediklerimiz var denizlerle ilgili. Denizler söz konusu olunca her zaman aynı mutlulukları yaşayamadık çünkü. Savaşın acımasızlığı örtmüştür o güzel anılarımızı. Kötü hisler yaşatmıştır hepimize. Yaklaşık bir yıl önce yaşadığımız “Aylan Bebek” gerçeği var ki üzerinden yıllar geçse de o görüntünün etkisi hiç geçmeyecek, çok yeniymiş gibi içimizi sızlatacak. Bu tür örnekler saymakla bitmeyecek kadar da çoktur aslında. Ama hepsini burada tek tek saymayalım ve “Ay’a Kulak Ver”elim.
Kitap, Tudem etiketiyle yayımlandı ve Children’s Book ödülünün sahibi Michael Morpurgo’nun en yeni kitabı. Bu alanla ilgili olanlar “Savaş Atı”, “Issız Adanın Kralı”, “Balinalar Geldiğinde” adlı kitaplardan da anımsayacaklardır yazarın adını. Dramatik konuları iyi işleyen, iyi anlatan bir yazar Morpurgo. “Ay’a Kulak Ver” adlı bu yeni kitabında da Birinci Dünya Savaşı yıllarına götürüyor bizi. “Lusitania” adlı İngiliz yolcu gemisinin Alman denizaltısı tarafından batırılmasını ve ardından yaşanan bir dramı anlatıyor. Küçük bir kızın umut dolu bir dramı…
Kitap şu tümcelerle başlıyor: “Herkesin ait olduğu bir yer vardır. Ama bir açıdan bakıldığında, benim yok diyebilirim. Açıklayayım. Büyükannem çok çok uzun yıllar önce, kuyruğu yerine iki ayağı olan bir denizkızı gibi, bir gün pat diye denizden çıkıvermiş. O zamanlar yaklaşık olarak on iki yaşında gibi görünüyormuş ama kimse bundan emin olamıyormuş. Çünkü onun kim olduğuna ya da nereden geldiğine dair en ufak bir ipucu bile yokmuş. Neredeyse açlıktan ölmek üzere olan ve yüksek ateş yüzünden yarı deli hâldeki bu kız, sadece tek bir kelime söyleyebiliyormuş: Lucy.”
İngiltere’nin Bhryer adasında yaşayan Alfie, babasıyla balığa çıktığı o gün yara bere içinde bir kız çocuğu bulur. Adını bile söyleyemeyecek durumda olan bu kız nereden gelmiştir? Kimdir? Kitabın başından sonuna kadar bu sorunun yanıtını arıyor okur. Kim bu Lucy? Zaman zaman geri dönüşlerle hikayeyi birleştiriyor yazar. Kitabı okurken film izliyor duygusunu da yaşayabilirsiniz. Yazarın sinematografik bir anlatımı var. Kitaplarından beşinin filme alındığını da düşünürsek bu pek şaşırtıcı olmuyor.
1915 yılının Mayıs’ında meydana gelen bir olayı 2016’nın Eylül’ünde okurken o dehşeti hâlâ hissedebiliyorsak, içimizi acıtan bu anlatım gücünün hakkını vermek gerekli. Bir de kitabın sonunda yer alan bilgiler pekiştirme görevini üstlenmiş bu konuda.
Titanic’i hemen herkes bilir de Lusitania o denli biliniyor mu fikrim yok açıkçası. Fakat Titanic üç saatten uzun bir sürede batmışken Lusitania’nın 18 dakikada sulara gömüldüğünü göz önüne alınca dehşetin boyutu ortaya çıkıyor.
Peki, kimdir Lucy? Ya da sadece Lucy diyebilen bu küçük kız? “Ay’a Kulak Ver”ince yanıtını alacaksınız. Ben yazıyı Alman denizcinin kitaptaki sözleriyle bitireyim: “Savaş, insanlara çok kötü şeyler yaptırıyor.”
Ay, denizin üzerinde parladığında gözlerimizi alamayız ışıltıdan. Uzayıp giden bir yol gibidir o ışık denizin üzerinde. Ama her zaman güzellikleri parlatmıyor işte o Ay. Biz yine de ışıltılı yolların güzelliklere, güzel günlere uzanacağını düşünelim. Yaşam var olduğu sürece umut da vardır çünkü.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (3 Ekim 2016)