Doğa, insan ve toplum gibi, sanat kuramı da evrim geçirir; yeni gereksinmeler ve yönelimler ortaya çıkaran çağa göre yeni boyutlar kazanır, yetkinleşir. Olgu ve oluşları bilimsel yöntemlerle açıklamayı ve kavramlaştırmayı amaçlayan Aydınlanma felsefesinde sanat ve sanatsal yaratım, üzerinde yoğun tartışmalar yapılan kavramların başında gelir. Bazı aydınlanmacılar ‘Sanat, insanın ve toplumun kendini aydınlatmasına ortam hazırlamalıdır’ ilkesini öne çıkararak, sanata görev yükler.
Bununla birlikte, Aydınlanmanın filozofu olarak adlandırılan Immanuel Kant ise, ‘Yargı Gücünün Eleştiri’ adlı yapıtında sanatın Aydınlanmaya katkıda bulunacağını içkin olarak varsaymakla birlikte, sanatsal süreçlerin kavramlaştırılamayacağını vurgular. Sanatsal yaratım, algılama ve alımla süreçlerinin kavramlaştırılamamasını, bunların insanın özgür ve özerk imgelem gücünün ürünü olmasıyla açıklar. Böylece ve tutarlı bir yaklaşımla, bilim ile sanatı kesin olarak birbirinden ayırır[1] (Kula 2012, s. 40 107).
Aydınlanma, bilime dolayısıyla da, bilimsel ölçütlere göre doğruluğu ya da yanlışlığı kanıtlanabilir bilgiye öncelik verir. Kanıtlanabilir bilgi kavramlaştırılmış bilgidir. Sanatın bilgisiyse, kavramlaştırılamaz. Sanatsal bilgi, sanatın üretim, yayım/gösterim ve alımlama aşamalarının tümünü kapsar. Bu üç aşamaya ilişkin her türlü bilgi, Kant’ın yukarıda andığım yapıtındaki belirlemesiyle, özgür ve özerk imgelem gücünün ürünüdür; dolayıyla da tümüyle özneldir. Bilimde olduğu gibi, sanatta nesnellik aranmaz. Bu nedenle, sanatın bilgisi, bilimin nesnel bilgisiyle ölçülemez ve karşılaştırılamaz.
Kant estetiğinin eksikliklerini gidermek, hatta çürütmek amacı güttüğünü açıkça dile getiren Hegel, imgelem gücünün işleyişinin ve ürünlerinin de tinsel bir öz-yapı taşıdıklarını öne sürer. Her türlü düşünme eylemi ve bunların sonuçlarını kapsayan ‘tin’, bu öz-yapısıyla, bilimsel kavramların olduğu denli, sanatsal kavramların da kaynağıdır. Hegel bu önemli öne-sürümünü ‘Sanat duyusalı tinselleştirir; tinseli duyusallaştırır’ belirlemesiyle gerekçelendirir[2] (Kula 2010, s. 233- 245)
‘Sanat, birey ve toplumun kendini aydınlatmasına ortam hazırlamalıdır’ ilkesi, zaman içinde sanatta yanlılık-yansızlık sorunsalını ortaya çıkarmıştır. Marx, Kant ve Hegel’in Aydınlanma felsefesini üstlenir; sanatın özgür ve özerk bir üretim olduğunu kabul eder; ‘özdeksel üretim, sanatsal üretimi tümüyle belirleyemez’ sözüyle, sanata bakışı boyutlandırır[3] (Kula 2013, s. 7- 56).
Bunun yanı sıra, “insan emeğinin sömürüsü en büyük bağımlılıktır’ diyen Marx, sanatın özgünlüğünü kabul eder. Bunula birlikte, ‘emek sömürüsünün ortadan kaldırılması, insanın özgürleşmesinin en belirleyici önkoşuludur’ belirlemesiyle, bireysel ve toplumsal özgürleşme kavramlarıyla Aydınlanma felsefesine yeni boyutlar açar[4] (Kula 2018, s. 161- 186).
Walter Benjamin ‘Düşünüm, romantik sanat akımının temel felsefi kavramıdır’, ‘Düşünümün dolayımı olarak sanat bitimsizdir’ ve ‘sanat kuramı, asıl olarak sanat yapıtının biçiminin kuramıdır’ anlatımlarıyla, Hegel’i, Marx’ı ve diyalektik materyalist bilgi kuramını benimser. Bununla birlikte, romantik ve devrimci sanat anlayışını kuramlaştırır (Kula 2013, s. 59. 88).
Yukarıda anılan filozofların görüşlerinin ışığında şu belirlemeyi vurgulamak yararlı olabilir: Sanat elbette insanın öz-gerçekleştirimine katkıda bulunur; eleştirel ve öz-eleştirel düşünmeyi özendirir, geliştirir. Bununla birlikte, sanatın ilettiği bilgi, sanatçının nesnel gerçekliğin görünüşüne ilişkin öznel imgelemsel tasarımlarıyla sınırlıdır. Öznellik, sanatsal hakikatin ya da gerçekliğin öz-yapısını oluşturur. Aydınlanmacıların sanatsal fanteziyi ve sanatsal bilgiyi sorunlaştırmasının başlıca nedeni budur.
Aydınlanmacı Ernst Bloch’a göre, Aydınlanma ve sanat
Ernst Bloch‘un ‘Umut İlkesi’ adlı yapıtında yer alan konuya ilişkin belirlemesiyle, aydınlanmacılar “olgular-duyusundan” yola çıkarak, sanatsal fanteziyi kuşkulu duruma getirmiştir. Bu bağlamda “sanatın altın sisine” karşı Aydınlanmacıların öne sürdüğü “görgün gerçeklikler” ve gerekçeler arsındaki çelişki dile getirilmelidir. Aydınlanmacıların öne sürdüğü görgüngerçeklikler ve gerekçelerden bazıları sanata yabancı, hatta “sanat düşmanıdır.”
Bloch’un açımlamasıyla, Alexander Baumgarten‘Estetik’ adlı yapıtında “rasyonalizmin estetiğini” felsefi bir disiplin durumuna getirmiştir; ancak bu estetik kendi nesnesini “küçümseme” tavrından kurtulamamıştır; çünkü duyusal algılamada ve tasarımlamada etkin olan “estetik nesne” daha aşağı bir “bilgi yeterliliği” olarak görülmüştür. Bu alanda “güzel tümlenmişlik” ile “kavramsal bilginin eksiksiz tek-anlamlılığı” taşıdıkları bilgi değeri bakımından karşılaştırılamaz. Bu açıdan bütün akılcılık için geçerli olmasa bile, sanat, akılcı yaklaşımda aşağılanmıştır.
Sanat düşmanlığının nedenleri nelerdir?
Bloch’un deyişiyle, sanat, din ile ya da “kutsal hakikat” ile ilişkilendirildiğinde, sanata yaklaşım ya da bakış, “sanat nefretine” dönüşmüştür. Resim parçalama veya yok etme, sanat nefretinin edimsel göstergeleridir. Sanata, özellikle de resme karşı dinsel düşmanlık, “güzellik baştan çıkarabilir” varsayımından kaynaklanmıştır. Dinsel sanat düşmanlığı, ahlakta, “yapıtların belirgin görülürlüğüne” karşı tavırda somutlaşır.
Hem akılcı-görgül, hem de dinsel-ruhani açıdan sanat karşıtlığında “güzele karşı gerçeklik savı” öne çıkar. Bu durum doğal olarak sanatçıları da etkilemiş ve onları “gerçeklik sorununda”, sanat gerektirmemesine karşın, yükümlülük altına sokmuştur. Bu açıdan belki de “güzel”, “büyük betimlemelerde ve anlatılarda resim/imge olarak da hakiki” olmaya itmiştir (Bloch 1985, s. 244).
Peki,“bütün Miken kültürünün kendini güncelleştirdiği bir gerçekçilik” olan “Homer’in gerçekçiliği”, ne denli kabul edilebilir? Homer, Shakespeare, Goethe, Tolstoy gibi büyük yazarların yapıtlarında “belirginlik ve gerçeklik” elbette görülen bir niteliktir. Bununla birlikte, söz konusu gerçekçilik, “estetik sorunu” çözememiştir. Bu sorunu ancak kendi açılarından “arzulanabilir ve anlamlı bir tarzda çoğaltmış veya belirginleştirmiştir.” Çünkü özellikle gerçekçi yapıtta şu görülür: Gerçekçi yapıt, “tarihsel, doğa-bilimsel bilgi kaynağı” değildir; “hele bilimsel bilgi” hiç değildir. Sanat yapıtını niteleyen büyük sözler, onu “verili durumunun ötesine taşıyan” nitelemelerdir.
Sanat ve bilim niçin karşılaştırılamaz?
Sanatsal gerçek(çi)lik ve bilimsel gerçeklik bir birbiriyle karşılaştırılamaz; çünkü sanat yapıtını niteleyen şey, “bilime yabancı”, “kişilerle olaylar arasında istediği gibi at oynatan” imgelem ürünü tasarımlar ve anlatımlardır. Bu imgesel tasarımlar, sözcüğün iki anlamıyla, “somut olarak gözlenebilir olandaki ara-uzamları dolduran ve olayı/konuyu istediği gibi yuvarlayan, düzenleyen” sanat becerisidir. Bu düzenlemenin veya yuvarlamanın “görünüşü”, gerçekçi sanat oluşturularında, özellikle de “sanat romanı oluşturularında” belirginleşir. Hatta “aşırı belirginleştirici” görünüş, “kendini öncelikle gerçekçi diye sunan” sanat yapıtlarında somutlaşır.
Bu tür yapıtlar “var olmuşluğun yanında veya üzerinde” bilinçli olarak romantikleştirirler veya “bir ‘suje’nin ötesine geçerek, mitosu/öyküyü değere” dönüştürebilirler. Dante’nin ‘İlahi Komedi’ adlı yapıtının ‘Paradiso’ (Cennet) bölümü ve Goethe’nin Faust’ununson bölümündeki“gökyüzü” bu kapsamda sayılabilir (Bloch 1985, s. 247).
Peki, bu yapıtların “felsefe sorunu” olan hakikat ile ilişkileri nedir? Bu soru şöyle yanıtlanabilir: Bunlar elbette “edinilen dünya bilgisi” anlamında hakiki değildir. Ancak dünyaya ilişkili olarak bu yapıtların “biçim-içeriğinden çok derinden etkilenmeye” ne demeli? Bir başka deyişle, sanatın hakikate ilişkin sorusu, felsefi açıdan yapıtlarda var olan “güzelin yansıtımına ilişkin, çok katmanlı dünyadaki gerçeklik derecesine” ilişkin sorudur. Bu sorunun olası yanıtları, nesnel gerçekliği yansıtmaz, onun ötesine geçer. Sanat yapıtının düşünümsel işlevi de buradan kaynaklanır.
[1]Onur Bilge Kula (2012): “Kant, Schiller, Heidegger- Estetik ve Edebiyat”; İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
[2]Onur Bilge Kula (2010): “Hegel Estetiği ve Edebiyat Kuramı”; Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul
[3]Onur Bilge Kula (2013): “Marx, Benjamin, Adorno- Sanat ve Edebiyat”; İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
[4]Onur Bilge Kula (2018): “Doğu’dan Batı’ya Aydınlanma”; Tekin Yayınları, İstanbul
edebiyathaber.net (4 Temmuz 2018)