En son okuduğunuz kitabın adı nedir? İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?
En son Tahsin Yücel’in Yazının Sınırları[1] adlı kitabını okudum. Tahsin Yücel’in biçim, içerik, çeviri, anlatı, dil gibi edebiyatın öğeleri üzerine kaleme aldığı bir deneme kitabı bu. İçerisinde bazı yapıtlara dair değerlendirmeler de var. Deneme okumayı sevdiğim, Tahsin Yücel gerek romancılığı gerekse çevirmenliği ile beğendiğim bir yazar olduğu için kitabı ilgiyle okudum.
Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir?
Yazının Sınırları adlı bu kitabın romandan da bahseden anlatı bölümünden bir alıntı yapmak isterim: “Gelenek pek de öyle bağlayıcı, pek de öyle koşullandırıcı bir güç değil.” Romanın mutlaka bir geleneğin peşinden gitme zorunluluğunu ortadan kaldıran, romanı, sınırları, olanakları, işlevi belli bir nesne değil de başlı başına bir özne olarak gören, ilerlemeci bir yaklaşıma davet bu.
Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?
İyi bir okuyucu olduğumu düşünüyorum. Her türde okurum. Yeninin peşinden gitmeyi severim ayrıca. Saydıklarınızın üçü de geçerli olmakla birlikte ekleyeceklerim de var. Kitapçıları dolaşır, yeni çıkanlara bakarım mesela. Edebiyat sitelerini muhakkak takip ediyor, oradaki yorumları önemsiyorum. Sezgilerim bilgi ile birleşince güçlü bir yol gösterici olabiliyor.
Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?
Gabriel Garcia Marquez’in Yüz Yıllık Yalnızlık romanı. Bu romanda beni en çok etkileyen dildir yani anlatım. Betimlemeler öyle harikadır ki defalarca şapka çıkarırsınız. Mizah tüm romanı kuşatmıştır. Güldüren bir mizah değil kastettiğim, gülümseten, düşündüren incelikli bir mizah. Karakterler fazlasıyla baştan çıkarıcıdır ayrıca nakış gibi dokunmuşlardır, gözlerinizin önüne gelirler ve bir daha da gitmezler, sıcaktırlar. Marquez’e ve Latin Edebiyatı’na belki de bu sıcaklık sayesinde ilgim büyük. Güneşli iklimlerin yazarlarının içimde çiçekler açtırdığını söylemeliyim.
Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?
Okuyucu ile ilk buluşma Bağlaç Dergi sayesinde oldu. Ankara çevresinden bir grup edebiyat sever olarak çıkardığımız bu dergide yayın kurulunda da görev almakla birlikte araştırma, inceleme yazıları ve öyküler yazdım. Ardından yani Bağlaç Dergi kapanınca Apartman Dergide yazmaya devam ettim. Maalesef o da kapandı. Edebiyat dergilerinin uzun ömürlü olamaması ülkece ayıbımız, çaresizliğimiz. Nihayetinde ekonomik sebepler belini büküyor yayıncıların. Siranuş’un Mızıkası’nı ise yazmaya başladığım 2014 yılından beri bilir dostlarım. Yazdıklarımı muhakkak okuttuğum, okuyucu gözüne güvendiğim dostlarım var, iyi ki.
Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?
Genelde
çalışma odamda yalnızken yazıyorum. Yazarken başka bir boyuta geçiyor olmalıyım,
karakterler içime kaçıyor ya da ben kimliğimden sıyrılıp yeniden var oluyorum. Her
yerde o boyuta geçebilirim. Yeter ki masa başına oturabileyim, ilk cümle
gelsin, gerisi çorap söküğü gibi gelir zaten. Sevdiğim ortamlar var elbette
yazarken. Mesela açık havada, kuş cıvıltıları arasında, çay içerken yazmayı çok
severim. Balkonda, bahçede, bir kafenin teras katında hatta parkta. Sessizlik
iyidir, dikkat dağıtan gürültülü şeylerin etrafta olmasından hoşlanmıyorum ama
aşırı sessizlik iyi gelmiyor bana. Müzik de dinlerim yazarken. Siranuş’un
Mızıkası’nı yazarken Seyyan Hanım dinlerdim, Ali Kemal de dinliyordu çünkü.
Karakterlerin o anda yaptığı şeyleri yapmak harika bir motivasyon oluyor.
[1] Tahsin Yücel, Yazının Sınırları, YKY Yayınları, Mayıs, 2019, İstanbul
edebiyathaber.net (7 Mayıs 2021)