Aylin Balboa, “Belki Bir Gün Uçarız” romanının yazarı. Dikkat çekici yeni bir yazar. Delidolu, neşeli, konuşurken hüzünlenen biri. Kitap için roman demek yanlış mı oldu bilmiyorum, kısa hikâyelerden oluşan otobiyografik nitelikli bir anlatı da diyebilirdik. Epeyce hüzünlü hatıralar, onulmaz duran dramatik kazalar, iç sıkıntılar da var kitapta, kahkahalı bugünü anlatan uzun fıkralar da. Aylin’le soyadını, dünyayı, dertlerini, edebiyatı ve saireyi konuştuk.
Kitapta hemen dikkat çeken bir yön var. Heyecanlı, hafif öfkeli, bazen yerinde duramayan genç bir ses okuyoruz. İnsan nedir Aylin’in derdi diye merak ediyor.
Dert çok. Bir şeyler yanlış gidiyor. Bu hem dünya için böyle hem de şahsi hayatım için. Belki de yanlış değildir de ben formülü çözememişimdir diye düşünüyorum bazen. Bu da canımı sıkıyor. Bir şeyleri çözememek hoş değil. Sonra bana biraz sinir geliyor tabii, insanız sonuçta. Bağırmaya başlıyorum. Bazen bağıracak hali de bulamıyorum. Vaziyetler karşısında inişli çıkışlı bir sürü duygu durumuna giriyorum. Bu kitap bütün bu iniş çıkışların bir sonucu aslında.
Ben Aylin, Rocky Balboa’nın bacısı galiba demiştim ama…
Rocky’nin bütün dövüşleri kazanmasının sebebi iyi vurması değil çok güzel dayak yemesi aslında. Dövüş sahneleri peş peşe izlendiğinde ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Adam dövülmelere doymuyor. Sonra karşısındaki Rocky’i dövmekten yorulunca amcaoğlu bir yumruk atıyor, olay bitiyor. Ben o yumruğu hala atamadım. Uğraşıyorum işte. Dünya vurdukça tamam diyorum abi büyüksün bi şey demedik. Fakat nefis dayak yiyorum. Soranlara “Balboa benim kızlık soyadımdır” diyorum. Ama esasen Balboalığım bu dövülme kısmından gelir.
Özel hayatınıza, ailenize ilişkin yürek burkan bölümler var. Kitabı ithaf ettiğiniz abinizin durumu gibi. Yazmak insanı iyileştiriyor mu?
Yazmaya kendim için üzülecek zaman bulamadığım yıllarda başladım. Sürekli koşturmak zorundaydım. Çalışmak, ailemi teselli etmek ve abimi kurtarmak zorundaydım. Kahraman olacaktım. Olamadım. Kimseyi kurtaramadım. O kadar çok kimseyi kurtaramadım ki inanamazsınız. Yazmak iyileştirdi mi? Galiba evet. Eğer yazmasaydım muhtemelen komaya girmenin bir yolunu bulup şu anda o salıncakta abimle beraber sallanıyor olurdum.
Yazdıklarınızı tür olarak nasıl tanımlarsınız, küçük hikayeler var ama birbirini tamamlıyor… Roman gibi de değil sanki…
Türüyle gerçekten ilgilenmiyorum. Ne yazdın diye sorduklarında kıstırılmış gibi hissediyorum. Ben sadece yazdım. Bütün metinler kafam gibi karmakarışıktı. Sonra canım abim Levent Cantek onları toparlamamı ve sıraya sokmamı sağladı. Elinde sopasıyla yaptı bunu. Eğitimde şiddete hayır dedim ama dinletemedim. Sonuç itibariyle ortaya bu kitap çıktı. Kitap yazdım yani. Öyküymüş romanmış ansiklopediymiş bence çok mühim değil. Sonuçta Levent Cantek süper bir editör, bunu tartışmayacağız.
Türkçe edebiyatta kime yakın duruyorsunuz sizce. Sayarken çok sevdiğiniz ama tarzınıza uymayan yazarlar da olabilir tabii.
Bu soruya bir okur olarak cevap verebilirim. Çünkü yazar olarak kimlerin yanına konulacağımı kişisel gözlerimle doğru olarak yorumlayabileceğimi sanmıyorum. Buna başka gözler karar verecek. Ayfer Tunç ve Adalet Ağaoğlu Türkçe edebiyatta çok önemli isimler bence, bazen çok bunaldığımda dizlerinin dibinde oturmak istiyorum. Bir de Meltem Gürle var ama o henüz kitap yazmadı. Yazarsa ortalığı dümdüz edecek zaten.
Kapakta uçan ya da intihar eden bir kız var. Arka kapakta ters yüz de edilmiş bu görsel. Bu metafordan ilham alarak soruyorum. Aylin için yaşadığımız dünya nasıl bir yer? Yeryüzü nasıl bir yer olamadı veya…
Hem uçmalı hem düşmeli bir yer. Mutluluktan çatlayacakmış gibi hissettiğim anlar da oldu mutsuzluktan çakılacakmış gibi hissettiğim anlar da. Herkes gibi. Kitapta anlattığım tüm hikayeler gibi. Bu yüzden kapak kitabın içeriğini tam olarak karşılıyor. Bunun için Levent Cantek ve Suat Aysu’ya tekrar teşekkür etmeliyim. Dünya nasıl bir yer olamadı sorusuna gelirsek, dünya adil bir yer olamadı. Uzayda hiç şaşmadan hareket ettiğine bakmayın, halen dengesini bulamadı. Ama sanırım artık buna kızmıyorum. Kimse bize adil olacağının sözünü vermemişti çünkü.
Söyleşi: Serap Uysal – edebiyathaber.net (19 Eylül 2014)