Söyleşi: Serkan Parlak
Roman, öykü ve deneme türünde yapıtlarıyla tanıdığımız Aylin Sökmen’le Edisyon Kitap tarafından yayımlanan yeni romanı “#Evdeki Algoritma” hakkında konuştuk.
S. Aylin Hanım, yeni romanınız “#Evdeki Algoritma” geçtiğimiz günlerde Edisyon Kitap etiketiyle okurla buluştu. Öykü türünden romana geçişiniz nasıl başladı, nasıl gelişti ve bugünlere nasıl geldiniz?
İlk kitabım öykülerden oluşuyor. Onun dışında dergilerde yayınlanmış öykülerim de var. Açıkçası yazma sürecimde bir süre öykü yazayım, sonra romana geçerim diye bir düşüncem ya da planım olmadı. Bu roman özelinde konuşursam, çıkış noktası iki uzun öykümün birleşiminden oluşuyor. Yazdıktan bir süre sonra zihnimde içerdikleri temalar ve ele aldığım konular arasında bağlantılar oluşmaya başladı ve bir romana evirilebileceğini düşündüm. Öykü mü roman mı olacağını genelde anlatmak istediğim hikâyenin gidişatı belirliyor.
S. Elinizdeki malzemeyi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işledi? Mekânlar ve atmosfer ile -ev, ofis, terapi odası, mezarlık, alışveriş merkezi- roman kişilerinizin -Serra, Ferda, Akın, Didem- söz ilişkisi söz konusu olduğunda.
Yazarken genellikle gözlemlerimden ve o aralar üzerine düşündüğüm, kafamı kurcalayan meselelerden yola çıkıyorum. Bazen ufak birkaç detay üzerinden bağlantıları kurmaya başlıyorum, bazen de daha belirgin bir konu beliriyor zihnimde, onu parçalara ayırıyorum. Önce daha dağınık bir şekilde ilerliyor yazma sürecim. Epey not alıyorum, bazı bölümleri yazıyorum. Sonrasında bir olay örgüsü oluşturmak gerekiyor tabii, bunun için de mekânlar, kişiler, ana karakterin iç dünyası ve etkileşimde bulunduğu şeyler üzerinden bir bütünlük yaratmaya çalışıyorum.
S. Her bölümü bir hikâye gibi de okunabilen romanınızda tanıdık gelen orta sınıf kentli karakterler üzerinden özellikle kadın-erkek ilişkileri, boşanma, aile ve çocuklar, sosyal medya kültürü, bağımlılıklar gibi temalar görünür oluyor, zamanın ruhuna dair izler hissediliyor. Bütün bu bildik meseleler, her bölümün bazı yerlerinde fantastik unsurların devreye girmesi ve buna bağlı olarak yadırgatma efekti aracılığıyla farklı bir boyuta evriliyor. Buna bağlı olarak okur için yeni bir bakış açısı beliriyor, derinlikli biçimde durup düşünme alanı açılıyor. Kullandığınız bu anlatım tekniği hakkında sizin yorumunuz nedir?
Romanda anlatılan konu söylediğiniz gibi fazlasıyla zamanın ruhunu yansıtıyor, çok gerçekçi bir tarafı var aslında. Bazı bölümlerde de gerçeküstü unsurlar var. Biraz ironi ve kara mizah da katmaya çalıştığım için sembollerle, metaforlarla anlatmaya çalıştığım konular yazarken gerçeküstü öğeler kullanmaya itti beni. Bu da farklı okuma biçimlerine yol açabilir. Bilinçdışının ön planda olduğu, rüya-gerçek arası okunabilecek bölümler bir yandan da romanın kendi bütünlüğü içinde gayet gerçekçi bir biçimde değerlendirilebilir.
S. Aylin Hanım, nitelikli okurları kurmaca metinleri okurken aslında sadece anlatıcı ilgilendirir. Yazar ilgilendirmez, yazarın yaşam öyküsü özellikle. Değerlendirmeler anlatıcı üzerinden yapılır. Kurmaca metinlerde çözülmesi en zor konulardan olan anlatıcı meselesi hakkında romanınızı üçüncü tekil kişi-gözlemci anlatıcı bakış açısıyla kurgularken ne gibi problemlerle uğraştınız?
Üçüncü tekil şahıs anlatıcı problemden ziyade kolaylık oldu benim için. Bu tercihimin iki sebebi var. Öncelikle romanın yapısı gereği birinci tekil şahıs anlatıcı kullanmak birkaç bölümde sorun yaratacaktı. Bazı yan karakterlerin iç dünyasını yansıtmam ve belirli kısımlarda karakterden bağımsız yorum yapan bir anlatıcı sesi kullanmam gereken kısımlar vardı. Diğer sebebi ise, karakterle arama mesafe koymak istiyor oluşumdu. Cinsiyetinin ve üzerine kafa yorduğu birtakım meselelerin benimle örtüşüyor olması ama yine de farklı bir karakter olmasından ötürü bazen bilinçli bazen farkında olmadan yazarın kendisinden sızabilecek öğeleri minimuma indirgemek istedim.
S. Uzun zaman çalıştıktan sonra nasıl bir hisle son noktayı koydunuz romanınıza? Yazarken yeni şeyler keşfettiniz mi; duygu, düşünce dünyanıza romanınızı yazma sürecinizin katkıları oldu mu?
Farkında olmadığım çok büyük şeyler keşfettiğimi söyleyemem. Ancak karakterin seçimlerinden bağımsız olarak benim de birtakım duygu ve düşüncelerimin netleştiğini, sözel olarak ifade etmediğim birtakım şeyleri en azından yazarak dile getirdikten sonra rahatladığımı söyleyebilirim. Yazmak, kurmaca olsun olmasın, dağınık bir zihnin düzene girmesine kesinlikle katkıda bulunuyor.
S.8. Dünya ve Türkiye özelinde salgın, iklim krizi, savaşlar, ırkçılık, göçler ve temel eşitsizlikler üzerinden düşündüğümüzde özellikle öykü, roman ve deneme yazmak, anlatmak aracılığıyla bu zorlu günleri daha az hasarla atlatabilmemiz mümkün mü sizce?
Küresel ve toplumsal sorunların etkileri bireye göre değişiklik gösteriyor, herkesin olaylara baş etme ve direnme mekanizmaları farklı olabiliyor. Hasara etkisi hakkında net bir şey söyleyemem tabii ama sonuçta yazmak bir direniş. Birtakım olayların ya da durumların her zaman doğrudan çözümü olamasa da, dayanıklılığı arttıran bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Bu da zaten mücadele edebilmenin ön koşullarından biri.
S. Aylin Hanım, roman ve öykü türlerinde başucu kitaplarınız hangileri?
Sanırım başucu kitabım yok. Kuşkusuz yıllar boyu okuduğum her şey bende iz bırakmıştır ancak hayatımın farklı dönemlerinde farklı kitaplar, konular ve anlatım biçimleri ilgimi çekebiliyor, ön plana çıkabiliyor.
S. Son dönemde neler okudunuz?
Rebecca Solnit – Kaybolma Kılavuzu, Julie Otsuka – Yüzücüler, Alejandro Zambra – Şilili Şair