Söyleşi: Serkan Parlak
Aylin Yılmazer ile Mimas Yayınları tarafından yayımlanan ilk deneme-inceleme-söyleşi kitabı “Dalgakıran Yazılar” hakkında konuştuk.
Aylin Hanım, ilk kitabınız “Dalgakıran Yazılar”ın ikinci baskısı yılın ilk günlerinde okurla buluştu. Edebiyatla ve özelinde deneme-inceleme-söyleşi türüyle ilgili okumalarınız nasıl başladı, nasıl gelişti ve bugünlere nasıl geldiniz?
Edebiyat, hayatımda hep önemli bir yer kapladı. İlkokul yıllarımda ailemin sayesinde edebiyatın en iyi örneklerini tanıma şansım oldu. Örneğin Cengiz Aytmatov, Füruzan, Aziz Nesin, Orhan Kemal, Nazım Hikmet, Muzaffer İzgü, Kemalettin Tuğcu, Ömer Seyfettin, Yaşar Kemal gibi önemli yazar ve şairlerle ilkokul yıllarımda tanıştım. Ortaokul ve lise yıllarımda da dünya edebiyatının köşe taşlarını okudum. Üniversitede edebiyat okumam tesadüf değil yani. Akademik eğitim aldığım yıllarda, edebiyat tarihi, sosyolojisi ve kuramlar, eleştiri, inceleme hatta biyografi okumaktan çok keyif aldığımı fark ettim. Özellikle bu okumalarla bağlantılı olan derslerdeki başarım da bunu destekliyor tabii. Öğretmenlik yıllarımda da hayatımda değişmeyen tek şey sanırım okumaya ayırdığım vakitti. Edebiyat derslerinde, metin incelemelerinde, yazar ya da şair hakkında bildiklerinizi anlattığınızda öğrencinin metne olan ilgisi artıyor. Metin hakkında ne kadar çok şey bilirseniz o metni ya da yazarı öğrencilere sevdirmeniz de o derece kolaylaşıyor. Çünkü hikâyesi olan daha fazla ilgi görüyor. Örneğin Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar üzerinde romanını anlatırken Fethi Naci’nin Türk Edebiyatının en iyi on romanı arasında saydığını ya da Berna Moran’ın bu roman üzerine yazdıklarını da eklediğinizde anlattıklarınıza, öğrenci nasıl bir eserle karşı karşıya olduğunu daha iyi anlıyor. Mona Rosa şiirini işlerken Sezai Karakoç ve Cemal Süreya’nın girdiği iddia, şiirin akrostiş olması vb. hikâyeler öğrencilerin edebiyata ilgisini arttırıyor şüphesiz.
“Dalgakıran Yazılar”ı kurgularken ilham kaynaklarınız neler oldu, özellikle eğitim odaklı iş hayatınızdaki deneyimleriniz, gözlemleriniz ve okumalarınız metninize nasıl yansıdı?
Dalgakıran Yazılar’ın içinde yer alan söyleşi bölümünde, edebiyatımızın çınarlarının birinci derece yakınları ile yaptığım söyleşiler var. Rıfat Ilgaz’ın bir yıl önce kaybettiğimiz çok sevgili oğlu Aydın Ilgaz, Orhan Kemal’in değerli oğlu Işık Öğütçü, büyük şairimiz Behçet Necatigil’in sevgili kızı Ayşe Sarısayın… Yazar arkadaşım Serkan Türk, bir söyleşi serisi yapmamı salık vermişti bana ve ben de söyleşilere devam ettim. Yirmi beş yıl süren öğretmenlik yaşamımda da gençlere tanıtmayı görev bildiğim yazar ve şairlerimizi bu yolla daha geniş kitlelere hem de en yakınlarının ağzından tanıtma fırsatı bulmak benim için çok değerli bir deneyim oldu elbette. İncelemeler ve denemeler de hemen hemen aynı kaygılarla ortaya çıktı diyebilirim. Bir roman bir öykü ya da bir şiir üzerine yazmak hem o eserin geniş kitleler tarafından daha iyi tanınmasını sağlıyor hem de yazmanın benim hayatıma da doğrudan olumlu bir katkısı oluyor.
İnceleme, söyleşi ve denemelerinizde elinizdeki malzemeyi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işliyor? Yazı taslaklarınızı nasıl oluşturdunuz ve yayın öncesi editöryal destek aldınız mı?
Ben, yazılarımı yazmadan önce genel çerçeveyi aklımda kuruyorum diyebilirim. Bunun üzerine yoğun bir okuma sürecim oluyor ki belki de yazma sürecimin en keyifli kısmı bu süreçtir. Sonrasında aklımda oluşanları yazıya dökmem bu sürecin en kısa olanı diyebilirim. Edebiyat öğretmeni olduğum için herhangi bir editöryal destek almıyorum ancak birkaç güvendiğim arkadaşıma yazı yayımlanmadan önce mutlaka yazımı okutuyorum ve görüşlerini alıyorum.
Kitabınızın kurgu sürecinde inceleme, söyleşi ve deneme yazılarınızı belirlerken ne gibi ölçütler gözettiniz?
Dalgakıran Yazılar’ın ilk baskısında, çeşitli sitelerde yayımlanan neredeyse bütün yazıları kitabıma almıştım. Bir yılın sonunda gerek kapak gerek içerik gerekse dizgi ile ilgili bana gelen görüş ve önerileri değerlendirerek yeniden basıldı Dalgakıran Yazılar. Yazıları türlerine göre sınıflandırdık ve bazı yazıları çıkardık, yenilerini ekledik. Kapağı yeniledik. Bu süreçte Sevgili Nazmi Kutluer’in editöryal desteğinin Dalgakıran Yazılar’ın bu yeni ve güzel formuna kavuşmasında oldukça katkısı olduğunu söylemeliyim.
Aylin Hanım, farklı türler arasında gidip gelmek ve karar vermek nasıl bir deneyim sizin için?
Sen de bilirsin ki edebiyat öğretmeni olmanın bize katkısı büyük. Pek çok edebi tür ve metni anlamak ve anlatmak durumundayız. Bu da bize bir hakimiyet sağlıyor aslında. Yazacağım yazının etkisini hangi tür ile arttırabileceksem o türü seçiyorum diyebilirim. Düzyazı türlerinden en çok eleştiri ve inceleme yazmayı seviyorum aslında. Tabii bu türdeki okumalarımın katkısı büyük bu türe eğilmemde. Gerçekten biyografi, inceleme, deneme ve öteki düzyazı türlerini okumaktan hep çok büyük keyif almışımdır. Şimdi de yazarken benzer bir keyif alıyorum.
Kitabınızın var olan deneme-inceleme-söyleşi kitaplarından farkı nedir, bu alanla ilgilenen okurlar kitabınızı neden almalı?
Sanırım söyleşi bölümündeki yazılar herkesin keyifle okuyabileceği nitelikte. Rıfat Ilgaz, Orhan Kemal ve Behçet Necatigil’i çocuklarından dinlemek, okur için güzel bir deneyim olabilir diye düşünüyorum. Roman, öykü ve şiir incelemelerinin olduğu bölümde, hem çağdaş örneklere hem de edebiyatımızın köşe taşlarına yer verdim. Bu da okura çağdaş edebiyatı tanıma ve köşe taşlarını benim bakış açımla anlama imkânı verecektir. Açıkçası çok akademik bir dil kullanmadığım için de okurun sıkılmadan okuyabileceğini ve edebiyatın tadına varabileceklerini düşünüyorum.
Kitaplar, dergiler, dijital mecralar, sosyal medya, filmler… Yazarların, yayıncılığın ve okur kitlesinin geldiği son noktayı da göz önünde bulundurarak hem Dünya geneli hem Türkiye özelinde deneme-eleştiri türünün geleceği hakkında ne gibi öngörüleriniz var?
Deneme türünün her dönem okur bulacağına ve ilgi göreceğine inanıyorum. Montaigne’den bu yana düşüncenin evi olmuş deneme türü.
Dijital ortamda kısa ve etkili olan kabul görüyor. Bu yüzden kitap tanıtım yazıları bu çağa daha uygun sanki. Ama benim gibi oturup saatlerce tez, makale okuyan bundan keyif alan ya da işi gereği bunu yapan insanlar da var. Yani herkesin ihtiyacı, eğilimi farklı, çağın gerçekleri değişken ve buna rağmen edebiyat gündemde ve her zaman gündemde de kalacak bence.
Dünya ve Türkiye özelinde depremler, salgın, iklim krizi, ırkçılık, savaşlar, göçler ve temel eşitsizlikler üzerinden düşündüğümüzde edebiyat aracılığıyla bu zorlu günleri daha az hasarla atlatabilmek mümkün mü sizce?
İlk insandan bu yana sanat, insanların hayatla baş etmek için başvurduğu yöntemlerin başında gelmiştir. Büyük ve korkulu av törenlerinden sonra mağara duvarlarına bu korkuyu resmetmek, çok sevilen birinin kaybının verdiği acıyı ağıtla hafifletmeye çalışmak, toplumların geçiş dönemlerinde farklı sanat akımlarının ortaya çıkması, aslında sanatın tam da bu sebepten var olduğunu gösterir bize. 13. Yüzyılda Anadolu’da Tasavvuf edebiyatının barış ve hoşgörü söyleminin yatıştırıcı etkisini hatırlamak gerek belki. Fransız İhtilali, Sovyet Devrimi ya da Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında, edebiyat ve felsefenin topluma katkısını düşünmeliyiz. Toplumların geçiş dönemlerinde ve özellikle savaş, salgın, göç ya da başka sancılı dönemlerde elbette ki sanat iyileştirici ve birleştirici etkisiyle insanların yanında olmuştur, bundan sonra da olacaktır.
Aylin Hanım, deneme ve eleştiri türlerinde başucu yazarlarınız kimler, başucu kitaplarınız hangileri?
Berna Moran’ın Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış adlı kitabı bu türe ilgi duymamı sağlayan önemli kitaplardandır. Fethi Naci, Cevdet Kudret, Asım Bezirci, Nurullah Ataç, Nermi Uygur, Şükran Kurdakul eleştiri, deneme, edebiyat tarihi ve biyografi türünde beslendiğim yazarlar. Stefan Zweig’in biyografik çalışmalarını da çok severek okurum. Deneme türünde tabii Montaigne başta olmak üzere, Bacon, Sartre, Camus, Edgar Allan Poe bu türde okumayı sevdiğim yazarlardan. Başucu kitabım ise Virginia Wolf’un Kendine Ait Bir Odaadlı denemelerinden oluşan kitabıdır.
edebiyathaber.net (5 Nisan 2024)