“Bireysel haklar halk oylamasına tabi değildir; çoğunluk, bir azınlığın haklarını oylarıyla yok edemez. Hakların politik fonksiyonu azınlığı çoğunluğun baskısından korumaktır. Ve unutmayalım ki en küçük azınlık bireyin ta kendisidir.”
Boris Pasternak’ın ünlü romanından uyarlanan Doktor Jivago filmindeki sahneleri hatırlatan karlı bir kış günü, 2 Şubat 1905’de, Saint Petersbourg’da yaşayan bir Yahudi ailenin ilk kızları dünyaya gelir. Adını Alişya Zinovyevna Rosenbaum koyarlar. Bir burjuva ailesinin korunaklı ortamında tüm enerjisini okumaya veren Alişya genç yaşta batılı yazarları keşfeder, Victor Hugo, Schiller ve Nietzsche’den etkilenir ve henüz dokuz yaşındayken yazar olmaya karar verir.
1917 Bolşevik Devrimi ile işini, malını, mülkünü kaybeden baba eşini ve üç kızını alıp o günlerde çar yanlısı Beyaz Rusların kontrolünde olan Kırım’a göç etse de, daha sonra artık adı Petrograd olan kendi şehrine dönmek zorunda kalır. Aile çok zor koşullarda hayata tutunmaya çalışırken, Alişya da Petrograd Üniversitesi’nde Felsefe ve Tarih eğitimini tamamlar.
21 yaşındayken adını Ayn Rand olarak değiştiren genç kız (genç kız sözcüğünün Rusça karşılığı девочка, Türkçe okunuşu “divayuşka”) kısa süreliğine Amerika’yı ziyaret etmek için gerekli vizeyi alır. 1926 yılında ülkesinden ayrılırken ‘meşhur biri olarak geri döneceğim’ diyerek ailesiyle vedalaşır. Meşhur olur, ancak geri dönmez, ailesini de “Yeni Dünya”sına getiremez ve 1982 yılında ünlü bir yazar, filozof ve Tanrı tanımaz olarak New York’ta hayata veda eder.
“Hayatım üzerine yemin ederim ki, asla bir erkek uğruna yaşamayacağım, ya da bir erkekten bunu istemeyeceğim.”
Amerika’ya ilk geldiğinde Şikago’daki akrabalarının yanına yerleşen Ayn Rand, altı aylık vize süresi dolduğunda Rusya’ya dönmeyip Holywood’a gitmeyi seçecektir. Daha ilk haftası dolmadan bir yapımcının ilgisini çekmeyi başarır ve bir filmde küçük bir rol kapar. Filmde rolü olan Frank O’Connor ile sette tanışır ve 1929 yılında onunla evlenerek Amerikan vatandaşı olmaya hak kazanır.
Kadın ve erkek ilişkileri söz konusu olduğunda hayatı üzerine yemin edecek kadar iddialı konuşan Rand, evlendiği eşiyle tam elli yıl, yani Frank ölünceye kadar birlikte yaşamıştır. Evliliklerin bazen günlerle ya da haftalarla ifade edildiği Holywood ve New York çevrelerinde bu uzun soluklu beraberliği sürdürebilmesi, mucize gibidir. Belki de Rand’ın evliliğinin temelinde, sonuna kadar savunduğu bireysel özgürlüğe saygı vardı.
Ayn Rand Holywood’daki ilk yıllarında senarist olmak için mücadele eder. Yazdığı ilk senaryo olan “Red Pawn”dan sonra 1932 yılında ilk tiyatro oyunu “Night of January 16th – 16 Ocak Gecesi” Broadway’de sahnelenir.
İngilizce ve Rusça dışında Fransızca da okuyup yazabilen Ayn Rand ilk olarak 1917 Devrimi’nin sonuçlarını, o yıllardaki Rusya anılarını, düşüncelerini kaleme aldığı bir otobiyografi ile yazarlık hayatına atılmak ister.
“Devlet potansiyel olarak bireysel özgürlükler karşısındaki en tehlikeli tehdittir. Hukuken silahsızlanmış kişilere karşı orantısız bir güç kullanımında yasal bir tekel oluşturur.”
Komünist ideolojiye bütünüyle karşı olan Rand ilk kitabı için iki yıl boyunca yayıncı bir kuruluş aradıktan sonra, “We the Living – Yaşamak İstiyorum” adlı eseri 1936’da yayınlanır. Henüz İkinci Dünya Savaşı yaşanmamıştır. O tarihlerde Komünist Manifesto’nun romantik çağrışımlarına yakınlık duyan Amerikan aydınları bu kitaba pek ilgi duymazlar.
“Yaşamak İstiyorum” isimli ilk eser özünde politik bir mesaj içermektedir. Ayn Rand bu kez kendi hayat felsefesini satırlarına taşıyacağı yeni bir roman üzerinde çalışmaktadır. Romanda, sıradan bir mesleki başarı yerine bireyselliği seçen genç bir mimarın bir işçi olarak inşaatlarda çalışırken zengin bir genç kadınla tanışması, klişe bir Hollywood senaryosu gibi görünebilir. Belki bu nedenle romanı on iki farklı yayınevi tarafından reddedilmişti. Ayn Rand’ın en çok satan iki romanından biri olan “The Fountainhead – Hayatın Kaynağı” en sonunda 1943 yılında yayınlanır. Eleştirmenler romanı görmezden gelmeyi tercih etse de, hikâyenin başkahramanı Howard Roark’ın hayata bakışı, bireyselliği, özgüveni ve güçlü kişiliği okurları cezbeder. Böylece ünü kulaktan kulağa yayılan The Fountainhead,1949 yılında Gary Cooper ve Patricia Neal’in başrollerini bir film olarak beyaz perdeye aktarılır. Filmin senaryosunu da yazan Ayn Rand, bu roman sayesinde mali sorunlarını nihayet geride bırakmıştır ve artık New York’a taşınmaya hazırdır.
“Gerçek herkes için değil, ancak onu gerçekten arayanlar içindir.”
New York’ta kendisine, daha sonra uzun yıllar ABD Merkez Bankası başkanlığı yapacak olan Alan Greenspan’in de içinde bulunduğu farklı bir çevre oluşturan yazar için artık, bir başyapıt olan son romanına sıra gelmiştir. Ayn Rand’ın bin iki yüz sayfadan oluşan bu bilimkurgusal eseri aslında “bir adamın öldürülmesini” değil, “insanlığın ruhunun öldürülüp, yeniden dirilmesini” konu alır. 1957 yılında yayınlanan Atlas Shrugged, insanlığın yaratıcı beyinlere ve üreten liderlere ne denli muhtaç olduğunu, o kişileri hunharca ve zalimce aşağılayan toplumların onlar olmasaydı ne tür açmazlarla karşılaşacağını ele alan bir fantezidir. Orijinal metnin uzunluğu nedeniyle Türkçeye “Atlas Vazgeçti – İtirazsız, Ya Öyle Ya Böyle ve Gerçek Gerçektir” adlarıyla üçleme olarak çevrilen eser tüm dünyada milyonlarca satar.
“Yaratıcı bir insanı motive eden başarma tutkusudur, başkalarını yenme arzusu değil…”
Atlas Vazgeçti de Hayatın Kaynağı gibi kritiklerden düşük not alırken, altı ay boyunca New York Times çok satanlar listesinde yerini korumayı başardı. Kitapları toplamda yirmiş beş milyondan fazla satan Ayn Rand, o tarihten sonra tüm dikkatini Objektivizm felsefesine ayırır.
Yazara göre, fikir ve vicdan özgürlüğü, mülk edinme özgürlüğü gibi bireysel haklar her şeyin üzerindedir. Buna karşın bireyler de kendi sorumluluklarına sahip çıkmalı, hiç kimse bir başkasının sahibi ya da kölesi olmamalıdır. Üstün insan yaratıcı olandır, üretebilendir. Dürüstlük, özgürlüklerin peşinde koşabilmek, adil ve onurlu olabilmek, insanlığın temel taşları olmalıdır.
Ayn Rand, hayatının geri kalan bölümünde kendi inançlarını ortaya koyduğu yedi eser daha kaleme alacaktır.
1961 yılında yayınlanan “For the New Intellectual – Yeni Entelektüel İçin” adlı kitabını, üç yıl sonra “The Virtue of Selfishness – Bencilliğin Erdemi” takip eder. Bu kitabın Türkçe tercümesinin tanıtımından alıntılarla devam edelim:
“Neden gurursuz yaşadığınızı, direnmeden öldüğünüzü merak mı ediyorsunuz? Cevap yok diye çığlıklar mı atıyorsunuz? (…) Kendi algınızı, aklınızı reddedip ondan sonra da evrenin esrarengiz yumağı olduğunuzdan yakınıyorsunuz. Elinizdeki anahtarı fırlatıp atıyor, sonra tüm kapılar yüzüme kilitlendi diye ağlıyorsunuz. (…) Aklınızı takip etmedikçe, tercih yapmaktan kaçındıkça başkalarının tercih ettiği bir hayata mahkûm olacaksınız. Bu yüzden felsefe bir ihtiyaçtır. Felsefe, hayatı analiz etme, aklı ve mantığı kendi mutluluğunuz için kullanma aracıdır.”
Ayn Rand kendi çıkardığı dönemsel yayınlarda yer alan makalelerini derleyerek 1966 yılında “Capitalism: The Unknown Ideal – Kapitalizm: Bilinmeyen Ideal”, 1969’da The Romantic Manifesto ve son olarak da 1971’de The New Left: The Anti-Industrial Revolution adlı eserlerini yayınlatır.
Yazar 1979 yılında basılan Introduction to Objectivist Epistemology adlı eserinde Objectivizm konusunda tüm fikirlerini özetlemeye, seneler içinde karşılaştığı sorulara cevaplar üretmeye çalışır.
Kendinden sonra gelecek kuşaklara adadığı son eseri 1982 yılında “Philosophy: Who Needs It – İhtiyacımız Olan Felsefe” adıyla yayınlanır.
Aynı yıl, bir mülteci olarak geldiği ABD’den, fikirlerini, eserlerini, hayranlarını ve düşmanlarını geride bırakıp, başı dik bir divayuşka olarak sonsuzluğa uzanır.