az hüzünlü bir yer, Aynur Dilber’in ilk öykü kitabı. İz Yayıncılık’ın “Muhayyel” serisinden çıktı. Kitabın tanıtımında, “Kökleri sızıya ve uzak diyarlara uzanan bir ilk kitap.” denmiş ve eklenmiş: “Birbirinden çok farklı seslere sahip, sarsıcı, sendeletici karakterleri ile, uzağın aslında bir görme biçimi olduğunu, bunun çok ağrılı bir şey olduğunu söylüyor yüksek sesle.” Yazara, öykülerine dair sorularımız vardı:
“Mutsuz Aile Çocuklarına” ithaf edilmiş “az hüzünlü bir yer”. Kitabın ve ithafın ortaya çıkış hikâyesini alsak sizden…
Beş yıl önce bir karar aldım. Bir insanla tanıştım. Karanlığın güzel, dedi bana. Ben de hiç durmadan yazmaya başladım. İki yıl böyle nefes almadan yazdım. Sonraları okumaya ağırlık verdim. Kitap bu beş yılda yazdığım öykülerin içinden seçtiklerimden oluşuyor.
İthafa gelirsem ebeveynlerimizi biz seçmeyiz. Peki ama hiçbir günahı olmayan bazı çocuklar neden sıkıntılı, ilgisiz ebeveynlere rastlar? Günahı ne? Bazı soruları akıl cevaplayamıyor ya da cevap yetmiyor. Doğuştan bir haksızlığa uğramak sanki görünen manzara. Ama Allah kuluna zulmetmez. Bir denge vardır. Kalpleri yarıp baksak iyi ebeveynlere sahip olanlarınki daha karanlık çıkabilir. Ve gelecekte de neler olacağını bilemeyiz. Yine de haksızlığa, yoksulluğa, acımasızlığa dair, ama neden diye sorular soruyorum kendime. Bunlara cevap bulmak, kalbi teselli, teskin etmek zor. İlk çocukluk çok masum bir dönem. Bu masumluktan olsa gerek, biraz teskin ve teselli olmak adına mutsuz aile çocuklarına ithaf etmek geldi içimden.
İlk öykü “üç tek”… Bir balıkçı ailesinin hikâyesi gibi duruyor. Anlatımın sahiciliği detaylarda gizli. Doğduğunuz yere baktım: Trabzon. Deniz ile kurduğunuz “bağ” nasıldır? Yazarken, o denizin neresindesiniz yazar olarak?
Yirmi beş yıl boyunca neredeyse denizin dibinde denilebilecek bir yerde yaşadım. Balkonumuzdan her gün kendine bakmak gibi denize baktım. Hayatımda hiç balık tutmadım ama yüzmeyi küçük yaşta öğrendim ve iyi yüzerim.
Lise yıllarında denize daldığımda annemin karnında olduğumu hissederdim. Annemin karnı böyle olmalıydı. Sanırım güvenli, huzurlu hissettiğim için böyle bir benzetmeye gitmiştim. Sonradan anne karnının çocuk için güven yurdu olduğunu öğrendim. Son zamanlarda denizaltı gözlüğümle dalıyorum kayalıklarda. Yosunlar, deniz altı bitkileri; pullu, gümüş balık sürüleri; turunculu, yeşilli, morlu balıklar… Aklımı yitirecek kadar hayran kalıyorum. Orası başka bir âlem. Dünyanın içinde ama dünyadan ayrı. Tam istediğim gibi. En büyük hayalim de okyanusun derinine dalmak mesela.
Yazmak sanırım denizin altına dalmak gibi. Hem dünyadasın ama dünyadan ayrı bir âlem kurmuşsun kendine içinde huzur bulduğun. Yazarken denizin her yerindeyim sanki. Bazen en derininde boğuluyor da olabilirim, kıyıda uzun uzun seyrediyor da denizi. Dalgalarla boğuştuğum da olur, kendimi dalgalara bıraktığımda.
“dünyanın son harikası” öyküsü son derece samimi bir öykü. “Henüz ezilmemiş papatyaların sevinci vardı içimde. Henüz çilesinden bîhaber aşkın sarhoşluğu.” “En sevdiğim insan sayesinde en güzel ben oluyorum!” diyen anlatıcının diliyle, aşkın dönüştürücü gücüne de vurgu var sanki. “Aşk” kavramı –yazarken– yazarı nasıl etkiliyor/ besliyor?
Temel meselesi öykünün aşksa anlatırken kolaylık sağlıyordur yazara. Yaşanmış duyguları anlatmak daha kolaydır zira. Öte yandan bir şizofreni, sapığı, katili de çok sahici bir şekilde anlatabilir yazar. Çünkü her türlü duygu tohumu içimizde, derinlerimizde var olduğundan yazar onu açığa çıkarıyordur yaşamasa da.
Yazar içindeki duygu tohumlarından hangisini besliyorsa onlardan besleniyordur. Aşkı besliyorsa aşk da onu besleyecektir, intikamı besliyorsa intikam da onu.
“Ahnar” ismi dikkatimi çekti; “isim defterleri”nde de geçiyor “ahnar”da da. Öykülerinizin ve kahramanlarınızın ismini seçerken neler oluyor? Nasıl bir yol izliyorsunuz?
Ahnar ‘a adını ben verdim. Bilinçli bir şekilde hiç kimsede olmayan bir ad olsun istedim. O an ilham oldu. Ahnar içimde uzun süre benimleydi. Gerçeküstü hikâyelerde yazarını ele geçiren karakterlerde olduğu gibi bir ilişki gelişti aramızda. İsim defterlerinde ona özellikle selam verdim. Hatta bir öyküde de yine kendinden bahsettirdi fakat artık kitaba zarar vereceğini düşünüp çıkarmak zorunda kaldım. Bu aralar sesi çıkmıyor.
Öykü isimlerini çok düşünmeden, hikâye içinden anahtar olabilecek kelimelerden seçiyorum. Karakter isimlerini bazen kurguya göre, bazen aklıma gelenlerden seçiyorum.
Aşk, dostluk, acı, güven ve daha birçok şeyi anlatmışsınız öykülerinizde. Öykü’nün anlatım imkânlarıyla neleri değiştirmek isterdiniz?
Herkesin daha hassas, duyarlı, ilgili olmasını isterdim kendine ve hayatındakilere. Fakat bu esasen hadsizce bir şey çünkü öncelikle kendinden sorumludur insan. Ben mükemmelsem, kendimde değişmesini isteyecek bir şeyim kalmamışsa, o vakit başkalarından değişmelerini, güzelleşmelerini isteyebilirim ancak.
Kalbe dokunmak, yazıyla ruhta bir iz bırakmak, desek…
Yalnız değilsiniz, yalnız değilim.
Meve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (27 Aralık 2018)
“Aynur Dilber: “Yazmak sanırım denizin altına dalmak gibi.”” üzerine bir yorum