Söyleşi: Mehmet Özçataloğlu
Yaratıcı drama öğretmeni/eğitmeni Aynur Eğitmen ile KDY tarafından yayımlanan “Dramadan Masala” adlı kitabı üzerine konuştuk.
Kitabın hemen başında bir akrostişle anlatmışsınız ama bir kere daha ben de sormak isterim kitabı okumayanlar için, nedir yaratıcı drama?
Yaratıcı drama en yalın tanımıyla disiplinlerarası bir eğitim yöntemi ve sanat alanıdır. Eğitim sürecinin yapılandırılmasında drama, tiyatro ve öğretim teknikleri ile oyunlardan yararlanır. Oyunsu bir ortam sağlaması nedeniyle öğrenmenin keyifle gerçekleştiği bir yapıya sahiptir. Birey öğrenme sürecine kendinden başlayarak katılır. Fiziksel ve sosyal çevresiyle öğrenme alanını genişletir. Neyi, nerede, ne zaman, nasıl öğrenebildiğinin farkında olur; ve bu farkındalık öğrenmelerinin etkin olmasını, dolayısıyla içselleşmesini ve kalıcılığını sağlar. Katılımcı etkin, eğitmen ise rehberdir. Yaparak-yaşayarak öğrenme esastır. Katılımcı zihinsel, duygusal ve bedensel olarak sürece katılır. Tüm duyuları işin içindedir. Böyle olunca da öğrenmeler sindirilmiş ve kalıcı olur.
Özetle yaratıcı drama, bir Çin atasözündeki gibi “işitirsem unuturum, görürsem hatırlarım, yaparsam öğrenirim” demeyi sever. Bu arada “öğrenme” derken yalnızca bilgiden ve bilgiyi ezberlemekten söz etmediğimi belirtmek isterim. Öğrenmeden kastım duygu, düşünce, bilgi ile ilgili farkındalık ve bunun sürekliliğini sağlama çabasıdır.
“Sunuş” bölümünde yaratıcı drama ile drama kavramlarının aynı anlamı taşıdığını fakat alanda bu şekilde kullanıldığını söylemişsiniz. Yaratıcı drama, yaratıcı yazma vb. uzayıp gider bu. Nedir sizce bu yaratıcı sözcüğünü kullanmadaki ısrar? Kullanmasak olmaz mı?
Olmaz. Bu sözcüğün ayırıcı özelliği var. Yaratıcılık soru sormayı/ sorgulamayı, merak etmeyi, düşünmeyi, araştırmayı, denemeyi ve bulunanlar arasındaki bağı kurmayı gerektirir. Tüm bu sürecin estetik bakış ve duruş ile yürümesi de yaratıcılığın önemli bir özelliğidir. Estetik bakış ve duruş derken yapılan işe, kendine, çevresine saygı ile başlayıp, tüm bunlara demokratik tutumla, ötekileştirmeden, empati kurarak ve en önemlisi ‘güzel’ kavramı bağlamında yaklaşmaktan söz ediyorum. Dolayısıyla hemen aklımıza geliverdiği gibi, çalakalem yapmaktan değil, aşamaları olan belli bir süreçten söz ediyoruz. Bu süreç duygu, düşünce, bilgi ve bedenimizle içine girdiğimiz, tüm varlığımızla yaşadığımız bir süreçtir.
Yaratıcı dramanın bilgi aktarmaktan çok bilgiye giden yolu göstermede rehberlik ettiğinden söz etmiştim. Dolayısıyla yaratıcı drama ya da yaratıcı yazma gibi çalışmalara katılan birey soru sorup yanıtları arama sürecini tüm yönleriyle yaşayabilmeli ki bildiklerinden yeni bilmeler ortaya koyabilsin.
Kaldı ki Yaratıcı Drama kavramının kullanımına karar verebilmek için uzun süren araştırma ve tartışmalar ile uluslararası alanyazın taramaları yapıldığından da söz etmeliyim. Dolayısıyla evet, kullanmazsak olmaz.
Bu arada hemen aklımıza geliverdiği gibi yapmaktan söz etmiyorum derken ‘beyin fırtınası’, ‘çağrışım’ gibi teknikleri bunun dışında tutuyorum. Bu tarz tekniklerin yaratıcı beceriyi açığa çıkarmada ayrıca önemi olduğunu vurgulamak isterim.
…atölyesi, … etkinliği adı altında çocuklara yönelik bu tür etkinliklerin sayısı gün geçtikçe artıyor ve hiç durmadan da artmaya devam ediyor. Sayısının bu denli çok olması niteliği etkiler mi? Bu tür etkinliklerin hemen herkes tarafından gerçekleştirilebilir olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Üzülerek belirtmeliyim ki ülke olarak ilginç bir biçimde hızla yaygınlaştırma ve tüketip bir yana atma alışkanlığımız var. Yaratıcılığımızı, çoğaltma ve tüketme konusunda iyi kullanıyoruz 🙂 Niceliğin peşinden giderken niteliği gözden kaçırıyoruz. …atölyesi, …etkinliği için de geçerli olmakla birlikte, bu tür etkinlikler elbette alan uzmanları tarafından gerçekleştirilmelidir. Öznesi insan olan hele hele çocuk olan bu tarz çalışmalarda günü kurtarmak değil, yüzümüzü geleceğe çevirmek gerekir. Bu tarz etkinlikleri yapmaya karar verenlerin önce kendilerine, sonra çocuklara/katılımcılara ve alana saygı duyması önemli. Saygı duymadan yapılan her iş sadece günü kurtarır.
Diğer yandan sorumluluğu yalnızca uzmanlaşmadan etkinlik yürütenlere yüklemeyelim. Böyle çalışmalara katılmak isteyenlerin de niteliği önemsemesi, bu doğrultuda hareket etmesi önemli. Daha geniş çerçeveden baktığımızda da eğitim politikalarımızın payını unutmamak gerekir. Bu tür etkinlikleri gerçekleştirenlerin de katılanların da davranışlarını bu politikalar önemli ölçüde belirlemektedir. İşin bu boyutu ise oldukça geniş kapsamlı bir tartışma konusu. Kısaca, “denizyıldızı” hikayesinde olduğu gibi her şeye rağmen nitelik için çaba gösterelim.
“Bireyin amaçlarına ulaşmasını sağlayıcı, onu özendirici uygun bir ortam yaratıcılığın ortaya çıkmasını sağlayacaktır” demişsiniz kitapta. Bu ortam nasıl sağlanmalıdır? Özellikle ebeveynler için biraz açabilir misiniz bu konuyu?
Herşeyden önce güven ortamı olmalı. Bireyin kendini yanlış yapma korkusu olmadan ifade edebileceği ve özgürce hareket edebileceği, ancak özgürlüğün taşkınlık/saygısızlık olmadığının farkında olacağı bir ortam olmalı. Yani evde ya da okulda çocuk kendini güvende hissetmeli. Bu hem fiziksel hem de sosyal çevre için geçerlidir. Her an düşme, bir yere çarpma gibi fiziksel engelin olduğu bir ortam rahat hareket etmeyi engeller. Bu da bireyin kendini sınırlamasına, dolayısıyla yaratıcı düşünmesine engel olabilir. Sosyal çevreye olan güven ise daha da önemli. İçinde bulunduğu ortamdaki insanların kendisiyle alay etmeyeceklerini ya da sözünün sık sık kesilmeyeceğini, gözlerinin içine bakarak etkin bir şekilde dinleneceğini bilmek güvende hissettirir. Güvende hissetmek ise kendiliğinden yanlış yapmaktan korkmamayı; kendini rahatlıkla ifade etmeyi; çekinmeden soru sorarak merakını gidermeyi beraberinden getirir.
Ayrıca çocuğun dili oyundur. Zaman zaman oyun oynayarak onun dilinden konuşmak da çocuğu güvende hissettirir. Tüm bunları etkin olarak yapabilmek de elbette yaratıcılığı tetikleyecektir. Yani çocuklarımızı soru sormaya teşvik etmeli, sorularını sabırla yanıtlamalı, bilmediğimiz soruların yanıtını birlikte aramalıyız. Sohbetlerimizde “saçmalama, nereden çıktı şimdi bu, sen ne bileceksin ki” gibi ifadeleri kullanmamalıyız.
Bu arada kesinlikle “helikopter ebeveyn” de olmamalıyız. Kısa vadede çocuğu korumak, ona iyi bakmak gibi gelen bu ebeveyn yapısı uzun vadede çocuklara ciddi zarar vermektedir. Yaratıcılığın açığa çıkmasının önündeki temel engellerden biri bireyin kendisi olamamasıdır. Helikopter ebeveynler çocuklarının yerine düşünüp yaptıklarından çocuklara düşünecek ve yapacak bir şey kalmaz. Dolayısıyla değil yaratıcılık zamanla günlük yaşam becerilerinde bile yetersizlik görülebilir.
Masal konusuna girmişken kitapta, bizim birlikte büyüdüğümüz masalları bugünün çocukları daha çok sorguluyor gibi. Tutarsızlık buluyorlar o masallarda. Bundan dolayı zaman zaman yeni masallara ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Daha çağdaş masallara… Siz bu konuda ne düşünürsünüz?
Katılıyorum. Yaratıcı dramada“şimdi ve burada” ilkesi vardır. Yaşananların tam da o anda ve orada oluşuna dikkat çeker. Masalların çağdaş yapıda olması da bunun gibi. Zaman bizim çocukluğumuzun zamanı olmadığına göre hangi zamandaysak ona uygun masallar üretmeyi önemli buluyorum. Elbette “şimdi”nin“geçmiş” ve “gelecek”ten beslendiğini de unutmadan. Ayrıca masal üretirken yüzümüzü çocuğa dönmeyi de önemsiyorum. Kitabımın odağında da bu var. Masal dendiğinde onların akıllarından ne geçiyorsa, yaratıcılıkları onları hangi yola yönlendiriyorsa biz yetişkinlerin de ardından gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer o yol çocuğu geliştirecek bir yere çıkıyorsa sevincini paylaşalım, üzecek bir yere çıkıyorsa kendini güvende hissetmesi için yanında olalım diye. Bu arada sadece yanında olalım, rehberlik edelim; doğrudan, yönlendirmeyelim. Diğer bir deyişle, o yolda nasıl yürüyeceğini, ne yana döneceğini biz söylemeyelim. Kolunu uzattığında hemen yanında olacağımızı, seslendiğinde hemen yanıt vereceğimizi bilsin yeter. Kendisi yapsın etsin, yapsın ki gerçek bir öğrenme olabilsin. Öğrenme derken iki artı ikinin dört ettiğini öğrenmesinden değil, kendini tanıma, sınırlarını fark etme, çevresiyle ilişkilerini yönetme gibi becerilerden söz ediyorum.
Homeros’un yaşadığı coğrafyanın, Yaşar Kemal’in yazdığı coğrafyanın mirasçılarıyız. Dengbejleri olan topraklar Anadolu coğrafyası. Fakat hâlâ la Fontaine’den, Grimm Kardeşler’den masallarla büyütüyoruz çocuklarımızı. Olmasın demiyorum ama belki yazıya dökmede eksik kalıyoruz masallarımızı. Buradaki eksikliğin kaynağı nedir sizce?
Çağdaş olmak için yüzümüzü batıya çevirirken bir şeyleri yanlış anladık sanırım. Şimdi ve burada olanı unuttuk. Şimdinin geçmişten beslendiğini unuttuk. Ya da böylesi kolayımıza geldi.Oysa Köy Enstitüleri şimdi ve buradanın değerini bilelim diye vardı. Şimdi ve burada olanı anlayıp içselleştirmeden orada olana yönelince Yaşar Kemal’ler,dengbejler, ozanlar, masalcı nineler gitti, La Fontain’ler Grimm Kardeşler geldi. Elbette iyi ki de geldi. Dediğiniz gibi onlar da olmadan olmaz. Ama işte asıl sorun birini diğerinin yerine koymak. Birlikte varetmeyi başaramadık.
Diğer yandan masallarımızı yazıya dökmekte eksik kaldığımızı değil, yayınlamakta eksik kaldığımızı düşünüyorum. Bugün resimli çocuk kitaplarında çeviri sayısı azımsanmayacak kadar çok. İstatistik bir çalışma yapmadım ama alanım gereği sürekli çocuk kitabı almaya çalışan biri olarak kitap tanıtım dergilerinde çok sayıda çeviri gördüğümü söyleyebilirim. Hatta yayınevleri sanki daha iyi yeni bir yabancı yazar bulmanın, sonra da onun tüm kitaplarını çevirip yayınlamanın yarışındalar gibi hissediyorum. Edebiyat Haber sayfasında da zaman zaman yazar, eğitimci ya da edebiyatçıların kitap önerileri oluyor. Bakıyorum o listelere. Ortalama 20 kitap öneriliyor. Çoğunda tüm önerilenler çeviri, bazılarında 2 ya da 3 tane Türk yazar görüyorum. Hepsinin ismini tek tek sayamam ama sadece Aytül Akal, Mavisel Yener desem yeter. Bu yazarların bile adının geçmediği bu listeler bana çok gerçekçi gelmiyor. Çünkü piyasada daha çok çeviriler öne çıkıyor. Kendi yazarlarımız ise yayınevi sıralarında aylarca bekliyor. Diğer yandan kitap yazarak para kazanmak diye bir şey yok. Yazarlarımız hem geçimini sağlayacak bir iş yapmak hem kitap yazmak durumundalar. Tüm bu göstergeler bir araya gediğinde de,orada hazırda olan La Fontain’ler Grimm Kardeşler açık ara önde gidiyor.
Yeri gelmişken eklemeliyim ki edebiyat ile eğitim alanları arasındaki çizgiyi de zorlamaya başladık. Çocuk kitabı yazarlarına konu ısmarlıyoruz. Yazık! Oysa edebiyat zanaat değil, sanattır. Çocuk kitaplarının bir ders vermesini bekliyoruz. Bir şey öğretmeyen kitapları beğenmiyoruz, basmıyoruz, almıyoruz. Oysa bu tarz eserler sanat eseri olmaktan uzaktır, estetik haz vermez. Kitapların hem örneğin“doğayı koruma”nın önemli olduğunu söylemesini bekliyor hem de didaktik dil kullanmamasını istiyoruz. Bu ne çelişki! Oysa kitap doğayı anlatır, o kitaptan doğayı koruma fikrini okuyucu çıkarır. Çıkarılacak anlamı hazır vermek, yaratıcılığın önündeki önemli başka bir engeldir. Shakespeare’in ya da Dostoyevski’nin eserlerini yazarken psikanalize konu olmayı planladıklarını söyleyebilir miyiz? Bırakalım yazar sanat eserini üretsin, öğretmen de sanat eserinin estetik haz alarak, keyifle, doya doya okurun/çocuğun içine işlemesine rehberlik etsin. Kitabımda yer alan projemin çıkış noktası biraz da buydu. Çocukları ısmarlanan ile değil de, kendilerine ait olan, içlerinden geldiği gibi, ders verme kaygısı olmadan üretilmiş olan ile karşılaştırmak istedim.
Bu arada her şeye rağmen estetik kaygıyı ön planda tutarak kendi içinden geldiği gibi yazan yazarlara selam olsun.
Eğitim Süreci başlığı altında uygulama yöntemini anlatmışsınız. Bu etkinlikler keskin çizgilerle belirlenmiş yöntemler midir, dileyen kendine göre esnetebilir mi?
Kesinlikle esnetilebilir. Söz ettiğiniz bölümün başında da nasıl esnetilebileceği ile ilgili açıklamalarım var. Bunu uyarlama olarak anlatıyorum. Hangi değişkene göre ne yapılabileceği, nasıl esnetilebileceği hakkında kısa ön bilgi veriyorum. Ardından kendi uygulama sürecimi anlatıyorum. Kaldı ki eğitim sürecinde bir nehirde iki kez yüzemezsiniz. Aynı program farklı zamanda farklı gruplara uygulandığında ille değişiklik yapılır. Çünkümekanın ve grubun özellikleri, önceki uygulamalardan alınan geribildirimler yeni sürecin nasıl ilerleyeceğini belirler. Kitabımdaki uygulamalar da farklı zamanlarda, farklı mekanlarda, farklı gruplarla tekrar tekrar yapılmış, hepsinden harmanlanarak ortaya çıkarılmıştır.
Son söz olarak, eğitimlerle ilgili yaratıcı drama ile ilgili söylemek istediklerinizi alabilir miyim?
Yaratıcı dramanın eğlenceli vakit geçirmekten çok öte bir eğitim yöntemi ve sanat disiplini olduğunu söylemek isterim. Ayrıca özellikle üstüne basa basa söylemek isterim ki yaratıcı drama oyun oynamak değildir. Hele hele tiyatro yapmak hiç değildir. Yaratıcı drama dersindeki amacın yılsonu etkinliklerine gösteri hazırlamak olmadığının altını çizmek isterim. Kitabım bağlamında da yaratıcı dramanın bu özelliklerini ortaya koyan önemli bir çalışma olduğunu belirtmeliyim. Her grupta uygulandığında çocuklar her etkinliğe keyifle katıldılar. Masallar ortaya çıktığında ise hem şaşkınlık hem sevinç duygularını bir arada yaşadılar. Bir balondan yola çıkıp nerelere gelindiğini görmek, üstelik bunu çocukların bakışlarından hissetmek benim için dünyalara değerdi.
Genelde eğitim, özelde eğitimde yaratıcı drama gibi aktif öğrenme yöntemleri bireyi önemser, önemsemelidir. Onu merkeze alır, merakı ve soru sormayı özendirir. Sorulara yanıt aramak için güdüler. Tüm bunları yaparken de estetik kaygıyı önemser.
Düşünen, merak eden, soran ve üreten bireyler yetiştirmek dileğiyle…
Teşekkür ederim.
edebiyathaber.net (1 Mart 2021)