Söyleşi: Didem Görkay
Ayşe Övür’le Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan son romanı “Botter Apartmanı” hakkında söyleştik.
Gerçek bir karakter, Raimondo D’Aronco ve gerçek bir mekân, Botter Apartmanı… Romanınızın kurgusuna çalışırken sizi etkileyen imge, simge ya da esin kaynakları nelerdi?
Yapıldığı yıllarda verilen isimle Casa Botter, İstanbul’un en eski birkaç apartmanından biri. Yapım teknikleri çok özel. Örneğin, ülkemizde inşasında çelik konstrüksiyon kullanılan ilk apartman. Pera Palas Oteli’nden sonra asansörü olan ikinci yapı. Yine de günümüze kadar ayakta durması şaşılacak bir durum, çünkü yıllardır içinde kimse yaşamıyor. Oldukça bakımsız durumda. Acilen restorasyona ihtiyacı var.
Botter Apartmanı’nı seçmeden önce İstiklal Caddesi’nde defalarca dolaştım. Gözüme kestirdiğim binaların hikâyelerini araştırdım. Botter Apartmanı’nın Art Nouveuo akımının İstanbul’daki en seçkin örneklerinden biri olduğunu öğrendiğimde kesin kararımı verdim. Botter Apartmanı’nı yazacaktım. Binanın cephesini incelerken yukarıdan bakan, ancak meraklılarının görebileceği kadın büstlerinden çok etkilendim. Bu büstler, çok büyük ihtimalle o dönemde bir çeşit nazarlık olarak kullanılan Medusa başlarıydı. Romanda onları, anlatımı zenginleştiren bir metafor olarak kullandım.
Metni, birbirini bütünleyen iki katman üzerinde geliştirdim. Sona doğru ise bu iki katmanı, önce birbirine yaklaştırmaya çalıştım, ardından birleştirdim. Tarihsel süreci anlatan katmanda, ya binayı inşa eden ünlü mimar Raimondo D’Aranco üzerinden ilerleyecektim ya da binayı inşa ettiren Mösyö Botter’i takip edecektim. İkisini birlikte ele almanın kurguyu boğacağından çekindiğim için üzerinde durmadım. İtalyan Mimar D’Aranco’nun bana çok daha gizemli ve yaratıcı gelen öyküsünü seçtim.
Karakterlerinizi oluştururken nasıl bir yol izlediniz? Psikolojiden çokça yararlandığınız dikkat çekiyor, özellikle karakterlerin iç dünyaları betimlenirken.
Ailemizin içinde yaşanılan yaralayıcı olaylar ve körleşmiş bir vicdanla hayat boyu takılıp kaldığımız çocukluk ve gençlik travmalarımız geleceğimizi nasıl etkiler? Vicdanı tanımlarken “Bizi iyi insan yapan, içimizdeki adalet duygusu,” olduğunu söyleyenler var. Peki ya vicdanımız ve ailemize karşı geliştirdiğimiz şefkat duygusu kendi varlığımızı örseleyecek kadar körleşmişse… O halde hayatla nasıl başa çıkarız? Romanı yazarken aklımdaki sorular bunlardı. Elbette bu soruların yanıtlarını ararken psikolojik tanımlardan, çözümlemelerden, kaynaklardan yararlandım. Özellikle terapist Berth Hellinger’in insan davranışlarına bakış açısından etkilendiğimi söyleyebilirim.
Mevlevihane, Abdülhamit, Beyoğlu, İstiklal Caddesi… Botter Apartmanı’nın oluşturulmasında ana akışa çeperlenen mekânlar ve tarihsel kesitler… Peki, bunları kurgunun düzleminde canlandırırken nasıl bir yöntem kullandınız, arkeolog olmanız size yardımcı oldu mu?
Kitabı zihnimde oluşturmadan önce İstiklal Caddesi hakkında detaylı bir okuma yapmaya çalıştım. Sonunda anlatmak isteğim konunun dağılmaması için sadece Tünel ve çevresindeki birkaç yapıyı kitaba eklemeye karar verdim. Botter Apartmanı’nın inşası ile II. Abdülhamit arasında sıkı bir ilişki var. Tarihi zeminde bu konunun üzerinde durmaya çalıştım. Mevlevihane ile Narmanlı da gizli birer kişilik olarak metinde kendilerine yer buldu. Özellikle Mevlevihane’nin gizli anlamını dikkatli okuyucu satır aralarında mutlaka fark edecektir.
Arkeoloji ve Eskiçağ Tarihi eğitimi almam geçmişle sıkı bağlar kurmama, kurguda mitoloji ve tarihten gelen kavramlara yer vermeme neden oluyor. Bunun metni zenginleştirip geliştirdiğini düşünüyorum.
Botter Apartmanı’nı bir kimlik olarak kabul edersek romanın tarihsel göndermelerine ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Botter Apartmanı’na çok yönlü bakmak gerekir. En başta inşa ediliş öyküsü var. 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başındaki İstanbul’un toplumsal yapısını anlatıyor bize. Mimar Raimonda üzerinden Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemini izlemek mümkün. Bir başka taraftan bakarsak sanat tarihi açısından eşsiz bir eser. Günümüz İstanbulluları Art Nouveuo akımının şehirlerindeki en şahane sembolünün farkında bile değiller. Bir çeşit körlük olmalı bu. Başka bir açıdan bakarsak son yüzyıla tanıklık ettiğini, İstanbul’un sosyolojik gelgitlerini de, 6- 7 Eylül’ü de yaşamış olduğunu görüyoruz. Binanın içinde yaşayan insanlar, aileler sürekli değişmiş. Geç dönemde bir iş hanı olarak kullanılmış. Katlarında gezinen insanlarla birlikte binanın ruhu da değişmiş elbette, epey yorulmuş, yaşlanmış. Ama hep gizli bir hafızası olmuş. Botter Apartmanı romanda, yüzyıldır yaşadığı travmaları duvarlarının arsında, en çok da kapıcı Hamza’nın yaşadığı bodrum katında saklamış.
Romanınız tarihsel kolajlar dışında yakın dönemin sosyal problemlerine de değiniyor. D’Aronco’nun yarattığı eser ve bu eserle ilişkilenen olaylar günümüzle de ilişkilidir diyebilir miyiz?
Ele aldığım tarihler için diyebiliriz. Romanda, her duygunun, her olayın hep bir sonraki eylemi tetiklediğini, bunun da zaman sınırını aşan bir gücü olduğunu anlatmak istedim. Üzerini örterek kurtulduğunu sandığımız üzüntülerimiz ister tarihi bir gerçeklik olsun, ister bir insanın kırılan onuru olsun, onları görüp kabul etmedikçe hep ayağımızın altında bizi sürekli tökezleten engeller olarak var oluyor. İşte körlük de bu noktada ortaya çıkıyor. Yere bakıp bizi tökezleten duyguya bakmadan ilerleyeceğimizi sanıyoruz. Botter Apartmanı farklı katlara bölünmüş olsa da içinde aralıksız devinen, birbirini etkileyen, zamanın sınırlarını aşan bir döngü var.
Metninize ana karakter Kaan’ın kendini bulma, var etme ve arınma sürecinin romanı diyebilir miyiz? Danışanı Zehra ile başlayan, Kerem, Esta ve Hamza’yla devam eden ilişkiler Kaan’ın kendini açmasına yardımcı oluyor mu?
Romanın ana düşüncesi, ifade edemediğimiz duygularımızın, başa çıkamadığımız anılarımızın türlü yollardan zihnimizi delerek bütün yaşamımızı alt üst etme gücüne sahip olması… Metnin ana karakteri Kaan’ı özellikle bir psikiyatrist olarak seçtim. Bu bir çeşit ironi. Ayakları yere sağlam basan, entelektüel, Oxford’da uzmanlık almış saygın bir psikiyatrist. Botter Apartmanı’nın en üst katında oturuyor. Bütün bu donanımlar, onun içsel yolculuğunu hafifletebilir mi? Eğitim, kültürel birikim, yoğun düşünce gücü bizi iyileştirmeye yeter mi? Kaan’ın zihnine ayna tutup, ona travmalarını gösterebilecek gerçek bir hastaya ihtiyacı var. Kaan bunun farkında. Neden psikiyatrist olmayı seçtiğini de biliyor. Yani nedenleri biliyor ama hastalarına önerdiği çözümü kendisine uygulayamıyor. Kendisini zorlayacak bir hastaya ihtiyacı var. Yıllar önce okuduğum bir makalede şöyle diyordu: “Her psikiyatristin kendisini iyileştirecek bir hastaya ihtiyacı vardır.” Çok etkilenmiştim bu sözden, hiç unutmadım. Psikiyatrist Kaan, karşısında Zehra’yı bulunca, kendisine ayna tutacak hastayı bulduğunu anlar. Aslında Zehra’yı anlatırken biraz ters köşe de yapmak istedim. Doğrudan Kaan ile arasındaki bağlantıyı göstermedim. Bunun için kitabın ilerleyen sayfalarını bekledim. Kapıcı Hamza’ya gelirsek Kaan’ın tam tersi. Binanın en alt katında, yüzyıllık acının, toplumsal travmaların ortasında yaşıyor. Ve farkında değil! Bodrum kattaki dairesine eski eşyaları mı sığdırmış, yoksa apartmanda yaşayanların geride bıraktıkları hüzünleri mi? Okuyucu karar verecek.
Son olarak, Botter Apartmanı’na bir okur gözüyle bakacak olursanız neler söylemek istersiniz?
Botter Apartmanı’na okuyucular, kendi dünyalarından, kendi hayatlarından yola çıkarak farklı anlamlar yükleyecekler elbette. Yazar olarak bunun farkındayım. Okuyucu kendine en yakın, ya da zıt gelen bir karaktere takılıp onun izinden hikâyeye dâhil olmak isteyecektir. Yine de okuyucuların büyük bir çoğunluğu görünüşte birbiriyle hiç ilgisi olmadığı sanılan yaşamların, gerçekte bir sarmal döngü içinde birbirlerini etkilediklerini fark edecektir diye düşünüyorum. Duygularımızı özgürleştirmenin, kendimiz gibi olabilmenin kolay olmadığını, Zehra’da, Esta’da ya da belki de Kaan’ın annesi Nilüfer Hanım’ın yaşamında görecekler. Zaman ve mekân boyutunun ötesinde, insanları birleştiren ya da olayları tetikleyen yaşam döngüsüne tanıklık edecekler.
edebiyathaber.net (17 Temmuz 2020)