Söyleşi: Serkan Parlak
Ayşegül Ilgaz’la Destek Yayınlarınca yayımlanan nehir romanı AVA hakkında söyleştik.
Ayşegül Hanım, kariyerinizde değişime gidip yazmaya başladınız. Sizin için dönüm noktası neydi?
Dönüşümler süreç gerektirir. O yüzden dönüm noktası değil de çizgisi diyelim. Yine de kararın kesinleşmesinin nedeni, işimde şartları gereği memnun olmama rağmen yaratıcı coşkunun tükenmiş olmasıydı. İronik ki reklam sektörüydü. Bunun bedenen de rahatsızlık yaratmış olması istifamı getirdi. Ben de inat etmeyi işimle beraber bıraktım. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken nokta motivasyon. Sıkıntıdan kaçmak için değil, yaratıcı coşkunun olduğu bir hayata dair inanca sarılmanın tercih edilmesiydi. Yoksa dediğim gibi süreçte de bol sıkıntı var ama insan hangi sıkıntı ile mutlu olunacağına dair bir karar vermeli.
Kitabınız AVA nehir roman olacak, iki kitap daha çıkacak, isimleri üzerinden başlayacak olursak özetle ne anlatacaksınız?
Hikaye, ana karakterin temel isteklerine bir türlü ulaşamamasından kaynaklanan bir isyanla başlıyor. Bu günümüzde birçok insanın içten içe yaşadığı bir sorgu hali. Her zaman karşımıza çıkmıyor ama çıktı mı da bizi kör eden türden sorgulama. Huzurlu yaşamak isteyen her insanın en derinde bir yerlerde sağlam bir inanca ihtiyacı var. O inanca ulaşmak için kadim bilgilerin rehberliğinde toplam dört kapıdan geçmenin bu zamanda ne demek olduğuna bakıyor hikaye. İlk kitap “Bâd” yani “Hava” kapısından geçişi tasvir ediyor.
“Bâd” Osmanlıca rüzgâr demek ve düşünceleri temsil eder. Bu nedenle karakter kendi düşüncelerini gözlemleyerek ve gözlemlerini aktararak önce düşüncelerini sadeleştirmeye çalışıyor. İkinci kitapta, “Âb” yani “Su” kapısından geçecek. Bu da duyguları temsil ediyor. İnsan düşüncelerini dolayısıyla da kararlarını netleştirse de duyguları ile hareket ediyor. Ya onlara doğru ya da onlardan uzağa doğru yürümeye karar veriyoruz. İkinci kitap bu iki ucun dışında, duyguların içine girerek onları içten fethetme serüvenini anlatacak. Son kitapta ise “Hak” kapısı, yani “Toprak” kapısı var. Bu da bedenimizi temsil ediyor. Son kitapta bedenin yani zamanın kısıtlılığı ile yaşayan insanın acizliklerini aşma yolu aktarılıyor. Bunu başarabilen insan sonunda Altın kapıya geliyor. Bu kapıdan geçen insanın artık geçmişinden, dolayısıyla geleceğinden bağımsız, iç huzuruna kavuşmuş ve diğerlerine ilham olabilecek insanüstü bir hali var. Üç kitap toplamda bu sıra dışı hikayenin sıradan insanlar tarafından nasıl yaşanabileceğine ışık tutacak; umarım…
Başkahramanınız AVA, günümüzde hem Türkiye hem de dünya özelinde düşünürsek nasıl birine karşılık geliyor?
Masum köylü… Ben hep böyle tasvir ediyorum. Çünkü onun şapşallıklarına gülsek de aslında bir bilinmeze işaret eden çok masum sorular sorabilme yeteneğine sahip. Çoğumuz için tehlikeli olan o basit soruları sormayı çocuklukta bırakıyoruz. Anlam arayışımız daha önce anlam verdiğimiz her şeyi sarsacak duruma geldiğinde durup kendimizi tekrar etmeye başlıyoruz. Bu tekrar bizi gerçek anlamda mutlu etmediğinde ise masumiyetimiz ölüyor. Yeniden canlanması için hayata birer anne ve baba gibi bakıp onun masum çocuğu gibi ilerlemek lazım.
Köylü benzetmesi ise basitçe, tüm erdemleri içinde gizleyen ama sadece ona sevgiyle bakana erdemlerini açan toprağın öğrencilerini temsil ediyor. Anadolu evliyalarının bir kısmı gibi hayatı başkasından değil topraktan öğrenen insan. Günümüz dünyasında tek bir kişiye işaret etmek neredeyse imkansız. Sanırım bunun nedeni bu tür bir bilgeliğin her zaman apaçık olmamasıdır. Yine de her insana ilham olan o işleri başaran, asiliği ile düzen sağlayan, geçmişin değerlerini bugünün anlayışı ile harmanlayabilen sokaktaki sıradan adam/kadın denebilir.
Sorgulama ve peşinden gelen kendini yeniden var etme çabası… Süreç sonunda geriye kalan yolculuğun sizin için anlamı ne?
Kısaca yenilmezlik kazancı. Bunun olması için savaşlarını bitirmen lazım. Ancak o zaman yenilmez olursun. Savaşmayana ne düşman ne de savaş vardır. Ama bunu kaçarak da yapamazsın. Böyle bir hal için ömrünün en uzun ve zorlu savaşını vermeye değmez mi?
Sadece depresyonda değil, köklü değişim arzularında mekân değiştirmek gerçekten çözüm mü?
Tek başına hiçbir şey çözüm değil. Mekan değişikliği, yeni bir çevrede olayları farklı algılamayı kazandırabilir. Bazıları için kaçış olarak nitelendirilebilir ama herkesi kandırsak da hayatı kandıramayız. Önceleri her şeye çözüm gibi gözüken mekan değişiklikleri uzun vadede çaresizliğe sürükler. Mekan değiştirmek kadar o mekanda kalmanın da bir zamanı var. Mesele hangisinin ne zaman olduğunu anlamakta. Bunun için ne amaçla mücadele ettiğimizi bilmek gerek.
Kahramanınız AVA’yı kurgularken onun zihin ve beden bütünlüğü üzerinden ne gibi düşünceler ürettiniz ve bu durum metninize nasıl yansıdı?
Dışarıdan sıradan gözüken biri Ava. Uçlarda olmayan bir klişe aslında. İç dünyası ise tam bir kaos. Zaten bütün hikaye içimizdeki kaosun kozmosa dönüşmesi hikayesi. Bu cümledeki kelimelerin anlamında bile cevap gizli. Ama serüven olmadan hedefe ulaşılamıyor. Bize teorik cevaplar, basma kalıp ilahi cümleler işe yaramıyor. Yaşayış yok. Ava bunu günümüzde fiziki olarak yaşayamayan insana onu okuyarak yaşattırıyor. Yarım yamalak yaşamaktansa ölmeyi tercih eden, içinde deha yaşatan yine de kendinden habersiz, dik kafalı ama tatlı, deli. Güzel kız…
AVA’nın özellikle baba ve sevgili gibi erkekler üzerinden ilişkilerini düşünecek olursak sizce Türkiye toplumunda özellikle iki binli yıllarla birlikte kadın erkek ilişkilerinde nasıl bir değişim oldu?
Yalnız hissedenlerin bir birliktelik oluşturması emek gerektirir. Önce bu algıyı
dönüştürmeli. Bunun için gerekli inanç, umut ve enerji eksik kalırsa bu emek gösterilmez. Bugün erkekler açısında baktığımızda, aile kurmanın gerektirdiği sorumluluklar tek bir kişinin kaldıramayacağı kadar fazla ve içlerinde yatan kabul edilme ve sayılma arzularını bir beraberlikte karşılamak için bazen yapamayacaklarını düşündükleri şeylere “hayır” demek zayıflık olarak algılanıyor.
Kadınlar açısından baktığımız zaman da iş hayatında gerçekçi beklentileri olan kadınlar kendilerini o alanda güçlü hissetseler bile kendi değerlerinin onayını hala dışarıdan bekliyor ve bu da erkekler üzerinde gerçekçi olmayan bir beklenti yaratıyor. Yalnız değil tek başına olmayı ve tek başına olarak paylaşmayı yeniden betimlememiz gereken aslında öncü bir dönemdeyiz. Her şey sonunda özgüvene bağlanıyor. Daha iyi kavramak için sanayi devrimine kadar gidilebilir. Yine de ekonomik şartlar beraberliğin ne olduğunu anlayan insanlar için engel değildir. Günümüz dünyasında beraberliğin nasıl bir sorumluluk olduğunu anlayan mutlu pek çok çift var. Burada sorumluluk “yük” anlamını taşımıyor. Sorumluluk, soru sorabilme ve cevap verebilme yeteneği, yani iletişimi temsil ediyor. Kimse kimseden yük olacak şekilde sorumlu olmamalı. Bir ilişki, almak ve vermek üzere değil var olandan taşanı paylaşmak üzere yaşanırsa güzel. İletişim ve emek… Bazen de bunu başaramadığımızı kabul edip zamana bırakacak sabra da ihtiyacımız var. İletişim, emek ve zaman…
Sizce ilişkilerdeki bu değişimin sebebi kadınlar mı? Günümüzde kadınlar gelişimleri için daha fazla mı çabalıyor? Erkekler bu konuda daha mı pasif ya da gelenekselciler?
Ne kadınlar ne de erkekler tek başına sebep ya da sonuç olamaz. Önemli olan insan-insana bir ilişkiyi ararken dışarıda iki ayrı cinsin bir ilişkide olduğunu anlamamız. Burada kadınların toplumdaki yerlerini, dişiliğin ne olduğunu kavraması ihtiyacı kadar, erkeklerin güçlü olmanın içinde güçsüzlüklerin yattığı gerçeğini barışarak kabul etmesi ihtiyacı yatıyor. Yani bize verilen -ister toplumdan ister ailenin geçmişinden olsun- rollerin altında bir yanlışlık varsa bunu ancak seven iki kişi aralarında geliştirecekleri dostluk ile doğrulayabilir. Dostluk geri planda kaldığı sürece ilişkilerin evcilikten öteye geçme imkanı bence yok.
Anlatıcı birinci tekil kişi aynı zamanda romanın başkahramanı, kitabın girişinde yer alan nottan sizden otobiyografik öğeler taşıdığını da öğreniyoruz. Sizin hikâyeniz AVA’ya neler kattı?
İthaf bölümü aslında hikayenin kim için yazıldığını ifade ediyor. Kendine dönen insanların yararlanabileceği bir hikaye olduğu için de bu bölümde gerçeklik konusu ortaya çıkıyor. Gerçeklik onun görenin gözünde. Benim hikayemde sabitlik söz konusu değil. Tek bir noktadan bakıp bilebileceklerim kendi hayatımla kısıtlı. Anladığım kadarıyla ortak bir hikaye yaşıyoruz ve bunun gerçekliği konusunda esnek olursak sabit fikirlilikten da kurtulmaya başlıyoruz. O yüzden kendi hayatımdan kesitlerin ilham olduğu çok nokta olmakla beraber Ava ile Ayşegül’ün hayatları asla aynı değil. İşte tam da bu yüzden insanların beni ya da Ava’yı anlaması için değil kendini anlaması için bir yönlendirme var ithafta. Çünkü kendine dönüp kendi gerçeklerini görmeyi seçmek takdir edilesi bir cesaret gerektiriyor.
Yazar olarak bazen şiirsel tatlar da veren denemelerinizle araya giriyor kendinizi gösteriyorsunuz, neden bu tarz bir anlatımı seçtiniz?
Şiirsel yapılarda bilince değil bilinç dışına sesleniyorum. Rasyonel zihin kadar yaratıcı zihne de seslenen şiirsel bölümler, sembolik öğelerle birlikte bir his yaratmak üzere aslında ruha sesleniyor. Düşünsel süreçlerin ağırlıklı olduğu ilk romanda hisler eğer yerleşmezse fikirlerimizle örülmüş bir hapishanede kalırız. Kafayı toparlarken onu biraz da dağıtmak gerek, yoksa ne kadar öğrenir ve bilirsek bilelim, bilinmeze yer açmadan iç huzuruna ulaşamayacağız. Romanı, öğrenmek kadar sadece yaşamak için de okumak lazım.
Bu ilk romanda çok fazla ayrıntı var, bunu başkahramanın anlatılan dönemine ve kafa karışıklığına bağlıyorum. Sonraki romanlarda yaşadığı dönüşüme de bağlı olarak daha yoğun bir metin ve daha olgun bir Ava okuyabilecek miyiz?
Doğru bağlamışsınız. İkinci metinde duyguların yoğun olmasıyla beraber düşüncelerin sadeleştiği bir Ava hikayesi var. Kafa karışıklığını çözme ihtiyacından vazgeçen bir karakter olarak Ava aslında duygularından kaçan bir insan. Duygulara girmeden önce düşünceleri ile boğuşuyor. Doğruyu bilme isteği kendini iyi hissetmek için uyguladığı bir hayatta kalma mekanizması. Kendini yetersiz, eksik ya da bazen salak gibi hisseden bir insanın kendine acımasız yaklaşımının acısını yaşıyor zaten. Sonunda bu genelleyici ve aşağılayıcı algısının ağırlığı altından kalkıp sadeleşiyor.
Sırada duygular var. Duygulara izin verebilirse eğer o zaman üçüncü kitaba geçeceğiz. Ama önce duygularla akmak için olaylara kendini bırakması lazım. Bu nedenle ikinci kitap çok daha az anlatım, çok daha fazla olay içerecek.
edebiyathaber.net (17 Ekim 2019)