Joseph Conrad 1857 yılında Polonyalı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İngilizce anadili olmamasına karşın İngiliz dilinin en önemli yazarları arasında yer alır. Ülkemizde ‘Karanlığın Yüreği’ başta olmak üzere daha çok romanlarıyla tanınmıştır. ‘Altı Öykü’ adıyla İletişim Yayınları tarafından yayımlanan kitap Conrad’ın değişik zamanlarda yazdığı, birbirinden bağımsız öykülerinden oluşmaktadır.
Conrad, uzun yıllar denizde yaşamış, gemilerde çalışmıştır. Kendi yaşantısıyla da yazdıklarına uzak değildir. Canlı, gerçekçi, sinematografik sayılabilecek öykülerinde gerçek hayattan kesitler vardır. Kitabın başında “yazarın notu” adlı bölümde öyküleri ile ilgili bilgi verirken birçoğunun gerçek yaşantıya dayandığını ama okurun öykülerin tümünün kendi başından geçtiğini düşünmesini istemediğinden söz eder. Okuruna, kurmacanın en önemli kuralını belki de olmazsa olmazını anımsatır: Gerçek ile düşsel olanın sınırlarının aslında birbirinin içinde yitip gittiğinin altını çizer. Conrad’ın romanlarında olduğu gibi öykülerinde de çoğunlukla bir anlatıcı vardır. Öykülerin konuları doğa, değişik coğrafyalar, savaş, askerlik, politik gerilim olmasına rağmen Conrad, insanın karanlıkta kalmış yönlerine de ışık tutar. Gerçek ile gerçeküstünü ustaca birleştirir. Yapıtlarında, iyilik ve kötülük kavramlarını kurmacadan ödün vermeksizin daha çok bir filozofa yakışacak derinlikte irdeler. Yine de yazdıklarına aforizma kokusu sinmez. Her şey hikâyenin gerektirdiği kadardır
Kitapta altı öykü vardır. Gaspar Ruiz kurşuna dizilmeye mahkûm edilen bir asker kaçağının öyküsüdür. Gaspar Ruiz, asker kaçağı, esir düşmüş bir asker, idam mahkumu, yumuşak huylu bir adam, bir hain, birlikte kurşuna dizileceği arkadaşlarına bir yudum su içirebilmek için olağanüstü beden gücünü kullanan bir dev, tutkulu bir aşıktır. Öykü bütün bu yakıştırmaları taşıyabilecek zenginliktedir. Conrad bu öyküyü nasıl yazdığını anlatırken ilk ipucunu eski bir kitapta bulduğunu belirtir. Bu ipucunu, gençliğinde kendisine gönderilen bir mektupla birleştirmiştir. Belki de öyküyü özetleyebilecek en güzel cümle yazarın “Gaspar gözünü daldan budaktan sakınmayan biriydi. Unutmayın ki bir felaketten kendisine bir ruh çıkarmıştı,” anlatımıdır. Gaspar Ruiz, İspanya iç savaşı sırasında tesadüfen taraf olmuş biridir. Hayatına mâl olacak gelişmeler ve yer aldığı tarafın kendi seçimi olmaması bana göre Conrad’ın diğer yapıtlarında da gördüğümüz savaşın kazananı olmadığı yolundaki antimilitarist görüşünün dışavurumudur.
Gaspar Ruiz, fiziksel üstünlükleri oldukça abartılı, iri yarı bir adamdır. Kahramanın masalsı özellikleri öyküye gerçeküstü anlatım kazandırır. Ölümden kurtuluşunun betimlendiği sahnelerden birisi bana, Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” adlı romanını çağrıştırdı. Gaspar Ruiz’in çeşitli defalar ölümü yenerek hayatını sürdürmesi, Marquez’in roman kişisinin vurulduğu andan yere düşünceye kadar geçen sürenin anlatıldığı romanın akıldan silinemeyecek son bölümünü çağrıştırır. Conrad’ın kahramanı Gaspar Ruiz de kurşuna dizildikten, kılıçla boğazı kesildikten sonra olağanüstü bir çabayla kalkıp yürür.
Muhbir, kitaptaki kısa sayılabilecek öykülerdendir. Yazar kitabın başında Muhbir ve Anarşist adlı öykülerini nasıl yazdığını anlatmasının pek de gerekli olmadığını, ayırt etmesini bilen okurun onları nasıl yazdığını anlayabileceğini belirtir ki okuru giderek artan merak duygusu ile baş başa bırakır.
Hoyrat ise bana göre kitaptaki öyküler arasında en dikkat çekenlerden birisidir. Öykünün kahramanı, gurur dolu, kötü huylu, baş belası, deli, nerdeyse her seferinde birini öldüren, diğer gemilere zarar veren hantal bir gemidir. Hoyrat’ı okurken Leyla Erbil’in unutulmaz ‘Vapur’ adlı öyküsünü anımsamamak mümkün değildir. Hoyrat da Leyla Erbil’in Vapur’u gibi çılgının tekidir. Geminin “beyin yapısındaki minicik bir hata” deliliğe neden olmuştur. Yine de anlatılmak istenen sadece kişilik atfedilen bir gemi değildir. Aynı zamanda sermaye sahiplerinin çalıştırdıkları işçilerin yaşantılarına zerre değer vermemesi, emeğin sömürülmesi de hikâyenin önemli bir yanıdır.
Bir anarşist adlı öyküde toplumda suç ve suçlunun yaratılması, kişinin içine düştüğü kısır döngüden kurtulamaması anlatılır. Uygun zaaflar oluşturularak gücü elinde tutan bir avuç azınlık tarafından baskı altında tutulan, köle haline getirilen insan bütün zamanların sorunudur. Yazar öykü kişisini “köle anarşist” olarak adlandırarak öyküyü iki sözcük ile özetler aslında. “…dünyanın en amansız çelişkileri ve en öldürücü çatışmaları, hissedebilen ve ihtiras duyabilen her bireyin bağrında bulunur.” Cümlesi bana göre öykünün en önemli saptamasıdır.
Düello, kitabın en uzun öyküsüdür. İnsani zaafların, aile yapısının kişinin karakteri üzerine etkilerini düello üzerinden bir olay örgüsü ile anlatır. Okura, derinlerde kalmış gün yüzüne çıkmayan kimi duyguların davranışlarımıza nasıl yön verdiğini düşündürür. Askerlik ve savaşın anlamsızlığı çarpıcı bir şekilde sunulur. Conrad bu öyküsünü gazetedeki bir paragraflık haberden esinlenerek kurguladığını belirtir. Neredeyse saplantı haline getirilmiş bir düşünce, savaşmaktan başka bir şey bilmeyen iki askerin değer yargıları, ironik, çoğu zaman saçmalığa varacak bir anlatımla ifade edilir. İki eski askerin savaşın bitişi ile nerdeyse yaşamlarında yapacak bir şey bulamaması, hayatı artık bir tehdit olarak algılamadıkları zaman hayatın onlar için çekici olmaktan çıkması dikkate değer saptamalardır.
IL Conde son öyküdür. Conrad bu öyküyü İtalya da karşılaştığı “yaşlı bir beyefendinin” anlattıklarından yola çıkarak yazmıştır. Öykü kişisini “Sevinç ve hüzünleri tabiatın seyriyle – evlilikler, doğumlar, ölümler – düzenlenen önceden belirlenmiş arkadaşlık, dostluk kurallarıyla yönetilen ve devlet tarafından korunan hoş bir hayat sürmüştü.” Cümlesiyle tanımlar. Bu tanım okuru bir çırpıda içine gireceği hikâyenin gerçekliği ile karşılaştırır. Sıradan bir soyulma öyküsünün, öykü kişisinin içinde yaşadığı gerçeklik ve ruhsal durumunun etkisiyle hayatının merkezine oturan saplantılı bir korkuya dönüşmesini gerçekçi bir dille aktarır. Yazarın Güney İtalya’yı, Napoli şehrini mekân olarak seçmesiyse hem öyküdeki mafya motifine hem de kahramanın naifliğine uygundur ve öyküyü unutulmaz kılar.
J. Conrad’ın Altı Öykü adlı kitabını okuduktan sonra, uzun süredir klasik öyküden uzak kaldığım duygusuna kapıldım. Elbette bu duyguya kapılmamda Hasan Fehmi Nemli’nin özenli çevirisinin de önemli payı var. Çağdaş öykü kavramını sorgulayarak birtakım tanımlamaların içine hapsetmeye çalıştığımız modern zamanlarda, Conrad’ın öyküleri, okura yeniden klasik öykü okuma zevkini anımsatacaktır.
Yazan: Aysun Kara Sezer – edebiyathaber.net (22 Mart 2012)