Söyleşi: Özlem Narin Yılmaz
Aytekin Yılmaz’la geçen ay çıkan “Dostoyevski’nin Hapishanesi” kitabı üzerine söyleştik.
“Dostoyevski’nin Hapishanesi” kitabı son 10 yılda, evde en çok konuştuğumuz tartıştığımız bir kitap oldu. Bu kitabın yazılış sürecinin hem tanığı hem de ilk editörüyüm. Şuradan başlayalım Türkçeye çevirisi yapılmış okumadığın Dostoyevski kitabı kaldı mı?
Kalmadı sanırım. Hem Dostoyevski’nin yazdığı roman ve hikayeleri hem de Dostoyevski üzerine yazılmış çeviri kitapları okudum diyebilirim.
Kitabın giriş yazısında bu konuda Dostoyevski külliyatı üzerine bir bilanço da çıkarmışsın İstersen buradan başlayalım mı?
Türkçede çevirisi yapılmış Dostoyevski edebiyatı üzerine epey bir külliyatın oluştuğunu söylemeliyim. Hatta kitapların sayfa sayıları üzerinden şöyle bir dökümünü yaptım. Dostoyevski’nin Türkçeye çevrilmiş roman ve hikayeleri 6 bin 500 sayfa civarındadır. Dostoyevski’nin yazarlığı ve edebiyatı üzerine yazılan dikkate değer kitapların da 3 bin 500 sayfa civarında olduğunu söyleyebilirim. Bu çapta yazılı edebi bir külliyata vakıf olmadan, Dostoyevski üzerine bir şeyler yazmanın da kolay olmadığını söylemem gerekiyor.
Dostoyevski üzerine bir kitap yazmak fikri nereden doğdu, hapishanedeyken var mıydı böyle bir düşüncen?
İtiraf etmem gerekir ki hapisteyken Dostoyevski üzerine bir şey yazmak hiç aklıma gelmedi. Bunca yıl sonra (22 yılın ardından) nedenini dönüp düşündüğümde ilk aklıma gelen şey, kendime güvensizlik olmuştu. Ben kim Dostoyevski üzerine kitap yazmak kim? Sorusunu soranın bir tek ben olmadığımı biliyorum. Çünkü bendeki bu Dostoyevski ezikliği de başkalarından geçme bir akıl alışkanlığıydı. Sadece hapiste olduğum yıllar için değil, bugün bile yaşadığım ülkede edebiyatla uğraşanların, ister roman yazanlar ister farklı türlerde yazanların “Dostoyevski” adının geçtiği yerde nasıl titrediklerini görebiliyorum. Geniş anlamda bu ülkenin edebiyat ve yazın alanında bir Dostoyevski ezikliği oldu her zaman. Aradan 150 yıl geçmesine rağmen yazarların ve edebiyatçıların “Dostoyevski” adının geçtiği yerde ezim ezim ezilmelerinin bunun sonucu olduğunu düşünüyorum.
Kitabı okurken “Dostoyevski ezikliği” adını koyduğun kısmı çok tuttum. Edebiyatta tabulaştırma olmamalıdır ve hiçbir yazar eleştiriden muaf olmamalıdır. Koca bir Dostoyevski çeviri külliyatı okudun Dostoyevski hakkında ezberini bozan şeyler oldu mu? Kitapta “Milliyetçi Dostoyevski”, “İyimser Dostoyevski” ve “Dostoyevski yalnızlığı” başlıkları altında yazdığın şeyler etkileyiciydi.
Daha önceleri de Dostoyevski’nin bir Slav milliyetçisi olduğunu biliyordum. Ama kitaba çalışırken daha detaylara giriyorsunuz. Açıkçası Dostoyevski gibi bir yazarın ileri düzeyde bir milliyetçi olmasını kabullenmekte zorlandım. Bazı şeyleri koşullarla açıklayabiliriz, ama bir yazarın hele bu kişi Dostoyevski ise savaş yanlısı olmasını kabul edemiyorsunuz. İstanbul’un Rusya tarafından alınması için Dostoyevski gibi bir yazar Çar’a niye ısrarcı olur? İşte Dostoyevski’nin edebiyatına gölge düşüren böylesi kamburları var. Ya da “Avrupa ülkeleri çökecek, Rusya kazanacak” cümlesini Dostoyevski’den okumak insanı zorluyor.
Kitapta “Dostoyevski iyimserliği”nin sana iyi geldiğini yazıyorsun?
“Dostoyevski iyimserliği” ezberimi bozdu. Tamı tamına Dostoyevski gibi değil ama, şöyle bir bakış açısı edinmeme vesile oldu. Bir yazar, sanatçı, devleti yöneten hükümetleri veya kişileri sevmek zorunda değildir. Ama ülkesine yabancılaşmamalıdır. İnsanın ülkesi, yaşadığı ve hikayesinin olduğu yerdir. Kendi hikayeleriyle kavga edenler ülkeleriyle de kavga ediyorlar. Kavgayı değil de yaşamı/yaşamayı seçtiğinizde ülkenizle de barışmış oluyorsunuz. En azından Dostoyevski deneyimini sorgulamam bende böyle bir dönüşüme neden oldu.
Son yazdığın yazılarından birinde “İki Dostoyevski” den bahsediyorsun, şöyle diyelim kaç Dostoyevski var, ve kendine yakın bulduğun hangisi?
Biri dünya edebiyatına damga vurmuş Ölüler Evinden Anılar, Yeraltından Notlar, Suç ve Ceza, Cinler ve Karamazov Kardeşler gibi romanların yazarı Dostoyevski, diğeri ise “Bir Yazarın Günlüğü” kitabının yazarı Dostoyevski olarak ikiye ayırdım. İlki kurgulu romanların yazarı, ikincisi ise hayatın içindeki gerçek Dostoyevski’dir. Romanların yazarı Dostoyevski bir edebiyat dehasıdır. Onu Peygamber seviyesinde görenler oldu. Romanlarıyla dünya edebiyatına damgasını vurmuş bir yazardır.
“Bir Yazarın Günlüğü” nün yazarı Dostoyevski ise içimizden biridir. Bu aynı zamanda gerçek Dostoyevski’dir. Bu kitap ömrünün son yıllarında yazdığı günlüklerden oluşan derleme bir kitaptır. Kendi döneminde hayata ve siyasete dair yazdığı makaleler ve kısa öykülerden oluşuyor.
Romanlarını okuyanlar onu edebiyatın dâhisi olarak görüp ulaşılmaz bir yere koyuyorlar, ama “Bir Yazarın Günlüğü” nü okuyanlar, Dostoyevski’yi kabullenmekte zorlanıyorlar. Hayatın içindeki gerçek Dostoyevski’yle arkadaş olmak kolay olmayabilir.
Dostoyevski’nin yazarlığını hapishaneden önce ve hapishaneden sonra iki döneme ayırıyorsun ve Dostoyevski’yi Dostoyevski yapan şeyin Sibirya’daki hapishane yaşamı olduğunu söylüyorsun?
Aslında ben söylemiyorum hem kendisi hem de Dostoyevski’nin edebiyatı üzerine kitaplar yazmış yazarlar da benzer şeyleri söylüyor. Stefan Zweig, Edward H. Carr, Henri Troyat “Dostoyevski”yi anlattıkları kitapta bu gerçeği dile getirirler. Dostoyevski ise “Hapishane çöplüğünde altın buldum.” der. Hapishane sonrası yazdığı Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler gibi romanlarındaki bazı kahramanları Sibirya Hapishanesi’nden tanıdığı insanlardan esinlenerek yazmıştır. Hapishanenin bir büyüsü var galiba. Bazı şair ve yazarlar hapishanede yeniden doğmuşlardır. Bizde Nazım Hikmet, Orhan Kemal, dünya edebiyatında Dostoyevski ve Oscar Wılde gibi yazarların edebiyatına hapishane izleri damgasını vurmuştur.
Sanırım “Dostoyevski’nin Hapishanesi” kitabı bir bakıma dünya hapishane edebiyatının karşılaştırılmalı bir analiz kitabı da diyebilir miyiz?
Dostoyevski hapishanesinden benim hapishanelere bir tünel kazmak istedim. Bu tüneli kazarken yolumuz Oscar Wılde’nin, Victor Hugo’nun Soljenitsin’in, Gulag Takım Adalarına, Primo Levi’nin Nazi toplama kamplarına da uğradı. Dostoyevski sonrası 150 yıllık hapishanelerin geçirdiği reformları ve bunun edebiyata yansımasını aktarmaya çalıştım. Bunu ne kadar yapabildim, kitabın evdeki ilk editörü sensin. Senin onayını ve yayınevi editörlerimin onayını aldığına göre amaç hasıl olmuştur diye düşünüyorum.
İtiraf etmem gerekirse Tolstoy üzerine bir kitap yazacağını düşünüyordum. Nedeni de malum çünkü başka kitap ve yazılarında Tolstoy’u çok sevdiğini ve okuduğunu biliyorum. Hatta bu yıl Edebiyathaber’de “On cümlede Tolstoy’u niçin seviyorum?” başlığıyla bir yazın yayınlandı. Biz kitabı Tolstoy üzerine beklerken Dostoyevski kitabı yazdın?
Benzer şeyleri başka okurlardan da duydum, “Neden Tolstoy değil de, Dostoyevski?” Bunun özel bir nedeni yok sanırım. Yazarlığımla, yazdığım konularla ilgili bir şey olduğunu düşünüyorum. Malum hem anı deneme kitaplarımda hem de romanlarımda hapishane olgusu epey bir yer tutar. Geçmişte on yıllık bir hapishane deneyimim oldu. Bu geçmiş deneyimim edebiyatımda çok önemli bir yer tutar. Bu kitapla sadece Dostoyevski değil, dünya hapishane edebiyatıyla bir hesaplaşma içine girdim. Bunu yapmak için Dostoyevski doğru isimdi. Bana göre dünya edebiyatında hapishaneye dair en etkili kitap Dostoyevski’nin “Ölüler Evinden Anılar” romanıdır. Bu kitap hapishaneler üzerine 19.yüzyılın ortalarında insanlığa yazılmış bir rapor bir çığlıktır. Eğer hapishanelere yönelik bir tünel kazacaksam bu tünel Dostoyevski hapishanesinden başlanmalıydı.
Rus Çarının Ölüler Evinden Anılar’ı okurken ağladığı söyleniyor?
Evet. Kitap çıktıktan sonra Rusya’da hapishaneler üzerine reform yapılmasında etkili olmuştur.
Dostoyevski Hapishanesi kitabını yazdıktan sonra Tolstoy mu, Dostoyevski mi? tartışmasına yönelik fikrin değişti mi?
Yok değişmedi. Ne o ne de o ikisi birlikte Tolstoyevski’dir. İnsan, insanlardan uzak kalınca Tolstoy okumayı seviyor, biraz insanların içine karışınca da Dostoyevski’nin kıymetini anlıyor.
Bir yazında “Dostoyevski sanki roman yazmak için gelmiştir dünyaya. Herhangi bir yazar yaşamından çok bir sinema oyuncusu gibi görünür” diyorsun? Dostoyevski romanlarının dünya edebiyatı içinde bu kadar etkili olmasını neye bağlıyorsun. Dostoyevski çalışırken bu konuda ulaştığın bir şey oldu mu?
Bu soruya bence kendisi cevap vermişti “Yeraltından Notlar” kitabında. Bu romanın ilk cümlesi şöyledir. “Ben hasta bir adamım… Gösterişsiz, içi hınçla dolu bir adamım ben.” der.
Eşi Anna da son yıllarında benzer konuda onu eleştirir. “Çok gergin ve üzüntülüsün” dediğinde, Dostoyevski “Çok görüyor, çok hissediyorum, hastayım ben görmüyor musun.” cevabını verir. Dostoyevski’ye normal bir insan gibi bakamayız. Onu okuduktan sonra normal olamayacağımız gibi bir şeydir bu. Mesela ben ne zaman bir Dostoyevski romanı okusam, onun kelimeleri kafamın içinde söylenmeye devam ediyor. İnsanın kafasının içinde sesli bir uğultu olur ya işte öyle bir şey.
Dostoyevski’ye iyi bir psikolog diyenler de oldu? Sende öyle düşünüyor musun?
Mihail Bahtin “Dostoyevski Poetikasının Sorunları” adlı kitabında bu konuya da değinmiştir. Dostoyevski’den bir alıntı yaparak hem de. Dostoyevski’nin çok net olarak şöyle dediğini yazarın el yazma notlarından aktarır. “Bana Psikolog diyorlar: doğru değil, ben sadece yüksek anlamda gerçekçiyim, yani insan ruhunun bütün derinliklerini tasvir ediyorum.” Dostoyevski kendi durumunu çok iyi biçimde analiz etmiş bence. “ben sadece yüksek anlamda gerçekçiyim.” diyor. Gerçekçiliği yükseklere çıkardığınızda işte bu romanlar ortaya çıkmış oluyor.
Son olarak “Yeraltından Notlar” kitabından zaman zaman yaptığın bir alıntı var. Onunla bitirelim mi?
Dostoyevski, “Yeraltından Notlar” kitabında, Dostu, Liza’ya neden babasının evini bırakıp bu geneleve geldiğini sorduğunda, Liza gizemli bir rezaleti ima eder, “Ya işler orada, burada olduğundan daha kötü idiyse?” Dostoyevski tecrübeli bir hayat okulu gibidir. Bundan daha kötüsü yok dediğinizde, hemen araya girercesine itiraz eder, dahası var der.
edebiyathaber.net (27 Aralık 2023)