Söyleşi: Serkan Parlak
Aziz Avcı’yla Notos Kitap etiketiyle okurla buluşan ilk öykü kitabı “İnceldiği Yerden Başlamak” hakkında konuştuk.
Aziz Bey, ilk öykü kitabınız “İnceldiği Yerden Başlamak” geçtiğimiz günlerde Notos Kitap etiketiyle okurla buluştu. Öyküyle olan ilişkiniz, yazma serüveniniz ve kitabınızın ortaya çıkış sürecini sizden dinleyelim.
Yazma eylemini hayatı ifade etmenin bir yolu olarak görüyorum. Demediklerimi demeyi, anlatamadıklarımı anlatmayı yazarak öğreniyorum. Düzyazı ve şiir de yazıyorum. Arada roman çalışmam oldu. Zor bir süreçti. Karakterlere can vermek, onları takip etmek, soluk alıp vermelerini görmek hem heyecan veriyor, hem de korkutuyor. Öyküyle tanışmam biraz geç oldu. Öykü okuruydum ama yazmayı aklımdan geçirmemiştim. 2018 yılında atölye çalışmalarına katıldım. Orada öyküyle tanıştım. Atölye benim için okul oldu. Öykünün hikâyesini atölye çalışmalarında öğrendim. Bir öğrenci gibi heyecanlandım. Sürekli yazdım. Bu konuda oburdum. Boş sayfanın karşısında oturduğumda tek bir cümle bana yetiyordu. Hayatımda yaptığım hiç bir iş beni bu kadar yormadı ve bu kadar keyiflendirmedi. Sonra Notos’tan “İnceldiği Yerden Başlamak” ismiyle çıktı yazdıklarım. Kitabımda on sekiz öykü yer aldı. Buradan emeği geçenlere teşekkür ederim. Bana teknik bilgiler öğreten sabırlı hocama da teşekkür ederim.
Öykülerinizin temel derdi kadın erkek ilişkileri; iletişimsizlik, yalnızlık, mutsuzluk ön planda. Bazıları orta yaş krizinde, kitabınızın adı olan “İnceldiği Yerden Başlamak” biraz da yaşamlarının bu bölümündeki anlam arayışına karşılık geliyor. Ne dersiniz?
Aslında kadın erkek ilişkisi değil, öykülerimin asıl derdi insan. Tabi ki insan ilişkilerinin göze batan yanını irdelemeye çalışıyorum. Bu konuları yazıyor olmam tercih ettiğim bir şey değil. Ama varlar. Kadın erkek ilişkisine indirgediğimizde elbette sorun da ilişkinin öznesi olarak karşımızda duruyor. Her şey değişiyor. Bu değişkenler ilişkilerimizin biçimini ve alışkanlıklarımızı değiştiriyor. Karşılaştığımız sorunlar öğrendiğimiz ve alıştırılmaya çalıştırıldığımız biçimden yeni biçime evrilirken sancılar çekiyoruz. Kültürel dayatma da işe dahil olunca böyle yaşayan karakterler ortaya çıkıyor. Aradığımız her yanıt hayatın içinde. Kırılmalar, çatışmalar, yenilgiler. Kimi zaman ilişki, harabeye dönüyor. Bu anlaşılmamak üzerinde dönüp duruyor. Ki bunca karmaşanın içinde mükemmellik orada eriyip gidiyor. Öte yandan 12 Eylül yıkımından sonra içeride yıllarca tutsak edilip dışarıya bırakılan gençler sosyal hayatta kendilerini var edebilmek bir o kadar daha zaman kaybettiler. Bilmedikleri ilişkilerin içinde buldular kendilerini. Hayatları kolay olmadı. Deneme yanılma yolunu kullanarak var olmaya çalıştılar. Bunları denerken geçmişten kurtulamayıp çözüm üretmekte zorlandılar. İletişimsizlik dediğimiz şey buydu. Kimi karakterler bilmediğinden kimileri ise kendilerini korumaya çalıştıklarından böyle yaşıyor. Kimi karakterlerim bu hayatın içinden çıktı.
Her ne kadar okuma ve yazma deneyimleri, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da sizin öykülerinize başlarken ilham kaynaklarınız nelerdir? Bu soruyla ilişkili bağlantılı şunu da sormak isterim, öykülerinizin ilk taslağınızı nasıl oluşturuyorsunuz ve sonlarını nasıl yazıyorsunuz?
Aslında yazmanın dinamiği yaptığımız okumalardır. İlham dediğimiz şey deneyim ve etkilenmedir. Öbür yandan şiirde ilhamdan daha çok söz edilir. Öyküde geçerli mi bilmiyorum. Bana göre öykü ya da roman karakterleri kalabalığın içindedir. İşe giderler, acıkırlar, sevişirler, terk ederler, kavuşurlar. Karakterleri o kalabalığın içinde takip ediyorum. Okumayla yazmak birbiriyle dayanışma halindedir. Biri ötekini besler. İçinde bulunduğumuz hayatın her köşesinde böyledir. Diğer yandan okumak hayal gücünü zenginleştirir, zihni dinç tutar.
Boş bir sayfanın karşısına oturduğumda kuracağım ilk cümle çok önemli
Bütün hikâye o cümlenin içinde olabiliyor. Günlerce tek bir cümleye bakıp, acaba orada niye tek başına duruyor diye düşündüğüm oluyor. Karakterim o cümlenin içinden çıkıp yürümeye başlıyor. Taslağı karakterin kendisi oluşturuyor. Bu yüzden zaman zaman hiç de tasarlamadığım bir sonuç ortaya çıkıyor.
Kısa cümlelerin getirdiği yalın ve akıcı bir anlatım, işlevsel diyaloglar, şiir arayışında devrik cümleler… Kişi ve mekânlarla ilgili özlü betimlemeler, karakterlerin duygu ve davranışlarının gösterilmesi yaratılan atmosferi daha çarpıcı kılıyor. Öykülerinizin dil ve anlatımına nasıl çalışıyorsunuz?
Kısa cümleler kurmak, tasarladığım bir şey değil. Yapmaya çalıştığım vurguyu olabildiğince kuvvetlendirmeye çalışmak. Bir de yaşadığımız çağın hızı var. Her şey aklımızın alamayacağı kadar hızlandı. Savaşlar da öyle. Bir gece de bir şehir yıkılabiliyor. Hem de bizi içine dahil ederek. Bu zihnimizde bir kaos oluşturuyor. Bu hızı anlatırken bir yöntem arıyorum. Kısa ve kesin cümlelerin buna hizmet ettiğini düşünüyorum. Bunu kimi zaman imgelerden, kimi zaman duvardaki çividen yola çıkarak yapmaya çalışıyorum. Yaptığım bu hızı hikâye ederken gözden kaçırdıklarımızı gösterme çabası. Ne anlatırsak anlatalım anlatı dili bir hikâyenin canıdır. Devrik cümle bilerek tercih ettiğim bir şey olmasa da vurguyu kuvvetlendiren bir nitelik diye düşünüyorum. Örneğin “Buraya gel,” demekle “Gel buraya,” demek anlam olarak çok farklı. “Buraya gel,” cümlesi içinde bir rica ve pasiflik taşırken, “Gel buraya,” cümlesi bir emir, bir kesinlik ifade ediyor. Her karakterin kendine ait bir dili var. Kimi zaman birbirine benzedikleri, aynı dili kullandıkları oluyor.
Şiirle başlayan yazma serüveniniz öyküyle devam ediyor. Bu değişimin nedeni nedir?
Şiir deyince durup bir soluk alıyorum. Şiiri yazarken kendimden kurtuluyorum. Kendimle baş edemediğim ne varsa şiirde ortaya çıkıyor. Şiir benimdir. Kahraman, anlatıcının ta kendisidir. Duygumdur, düşüncemdir, öfkemdir, sevincimdir. Benden izler taşır. Yaralanmışsam yaramı gösterir, iyileşmişsem sayrılığımı. Öykü daha başkadır. Öyküde yaptığım anlatıcının peşine düşmektir. Karakterle anlatıcının peşinden sürüklenirim. Ben de tıpkı okur gibi karakterin neyi nasıl yaşadığını merak ederim. Kimi zaman anlatıcının yoldan saptığı olur. O an karakter geriye dönüp şöyle der: “Konu sen değilsin.”
Sizce öyküde döneme göre bazı konular, izlekler ön plana çıkıyor mu?
Gördüğüm kadarıyla roman olsun öykü olsun, kendi çağının içinde büyür. Sinema, resim, müzik için de böyledir. Yaşanılan dönem konularına ben peşin hafıza diyorum. Ama asıl hafızayı oluşturan şey geçmiştir. Kimi zaman gücü elinde tutanlar geçmiş hafızayı talan etmeye çalışır. Ama özele inersek hafıza dediğimiz şey de anlattıkça değiştirdiğimiz hikâyelerdir. Kırk yıl önce yaşadığımızı her anlattığımızda başka bir biçimde anlatırız. Hiçbirinde yanılgıya düştüğümüzü düşünmeyiz. Bir yanıyla kurmaca böyle bir şeydir. Dönemsel yazıların tanıklık etmek gibi sorumluluğu vardır. Belge niteliği taşımasa da dönemin sosyal hayatına dair ipuçları verir. Kullandıkları araçlar, yeme içmeleri, alışkanlıkları gibi.
Aziz Bey son olarak başucu kitaplarınız, yazarlarınız ve sizi çok etkileyen roman ya da öykü karakterlerini sormak istiyorum.
Her okuduğum yazar beni bir şekliyle etkiler. Buna yanıt vermem çok zor. Ama dönemsel olarak okuma takıntılarım vardır. Önemli olan şey neyi nasıl okuyacağımızı bilmektir. Öncelikle kendi kültürümüzün ortaya çıkardığı Fakir Baykurt, Vüs’at O. Bener, Sait Abasıyanık, Ferit Edgü, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Bilge Karasu. Liste uzayıp gider. Yakın dönemde de roman ve öykü üzerine kuvvetli yazarlarımız vardır. Çok çalışıyor, çok üretiyorlar.
Stendhal, önemsediğim bir yazar. Kırmızı ve Siyah hem teknik olarak hem akış olarak öğretici gelir bana. Fante’nin “Toza Sor”u etkileyicidir. Rus edebiyatından Gogol, Puşkin ve Çehov’u söyleyebilirim. Edebiyatın felsefeyle ilişkisi üzerinden Yunan edebiyatı bende ayrı bir yer tutar. Amerikan edebiyatı yazına başka bir biçim katmıştır. İrlandalı yazarlar çok önemlidir. Aslında Bin Bir Gece Masalları bana çok şey öğretmiştir.
Roskalnikov, Oblomov, Budala’nın Prens Mişkin’i Kazancakis’in Zorba’sı, Julien Sorel, Tutunamayanlar’ın Selim Işık’ı, İnce Memet beni etkileyen kurmaca karakterler.
edebiyathaber.net (17 Kasım 2021)