Bir edebiyat metninin belirleyici unsurlarından birisi de karakter. Çünkü bir bakıma bireyi doğurup, büyütüp, inşa etmek, onu kültürlendiği çevrenin usulüne uygun konuşturmak, huyunu suyunu bilmek, tepkilerini ölçmek ve onu anlatının içine yerleştirmek anlamını içeriyor ve tüm bunlar sonucunda ortaya çıkan metnin kahramanı, kurgunun içerisine iyi yerleştirilmişse, sizinle birlikte yaşamaya devam ediyor. Onlarca edebiyat metni karakteri gibi o da bir yerlerde karşınıza çıkmak için belleğin bir köşesini tutuyor. Bazen bir yazıda örneklenmek için bazen yaşamınızda tanıştığınız birine benzemek için hayatın içerisinde yerini alıyor. Böyle bir metin karakteri, daha okurken kendisini masanıza davet ettiriyor, daha önceden tanışmışçasına onunla iletişime geçebiliyor, onu bir de okur gözüyle yorumluyorsunuz. Böylece kitap kahramanı okurun zihninde, yazarın ötesinde bir yaşama kavuşuyor.
Gaye Boralıoğlu’nun son kitabı, “Dünyadan Aşağı” da karakter yaratma açısından yukarıda bahsettiklerimizi destekleyen bir metin. Özellikle kitabın başkarakteri Hilmi Aydın, okurun hâfızasında yerini alacak gibi görünüyor. Hilmi Aydın, pimpirikli, başına gelenlerden başkasını sorumlu tutan, günah keçileri devamlı hazır, kafasında kurduğuna inanan, huzursuz, kuşkucu, dünyevi ve manevi olan arasında sıkışan ancak genellikle hazlarının peşinden gittiği için dünyanın nimetlerine tutunarak var olan bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Boralıoğlu, karakterini bu huylarının ardındaki kültürel kodları es geçmeyerek yaşama geçirmiş. Bu da metni pek çok açıdan değerlendirmemize fırsat tanıyor.
Hilmi Aydın, karakteri üzerine düşündüğümüzde her ne kadar kültürel erkeklikten muzdarip görünse de aslında onun bu konudaki erkeklik nimetlerinden pek yararlanamadığına tanık oluyoruz. Özellikle kitabın sonlarına doğru karısının karşısındaki mağlubiyeti bir anlamda onun verili erkekliğinin de aşındığının göstergesi gibi. Aslında Hilmi Aydın’ın, erkekliğin bilinen anlamını devam ettirememesi babası ile ilişkisindeki sorunlarla da ilgili. “Pederşahi erkeklik” olarak adlandırılan yani; “büyük ve yaşlı erkek babanın tartışmasız bütün genç erkekler, kadınlar ve çocuklar üzerindeki otoritesini tanımlayan[1] erkeklik, Hilmi Aydın’ın babasının otoritesini tanımamasıyla anlamını yitiriyor. Karakterin verili erkekliğin kültürel anlamlarını taşıyamamasında bu da etkili oluyor fikrimce. Her ne kadar dönüp dolaşıp babasının bıraktıklarında yararlansa da -örneğin, lokanta, yemek tarifleri- gibi bu onun otoritesini kabul etmekten çok kurnaz ve küçük hesapçı bir tavırla babasından kalanlardan beslenme, ondan intikam alma, onun gücünü elde etme gibi anlamlar içeriyor. Oysa baba Selim Aydın’ın, bıraktığı “sırlar” adlı defterden ve Hilmi Aydın’ın geçmişe dönük anılarından anladığımız kadarıyla “pederşahi erkeklik” kurumunu devam ettirme, bunu oğluna aktarma gibi dertleri var. Ancak ne defterin ne de geçmişin üzerindeki yükünün Hilmi Aydın için bir anlamı yok. Baba otoritesini hep üzerinde hissetse de o, genellikle kafasından geçen hinliğe uyuyor ve hazlarının peşinden gidiyor.
Hilmi Aydın, karakterinin babası ile ilişkisinin bize söylediği erkekliğin de sabit bir kimlik olmaktan çıkabildiği bir bakıma. Karakterimiz babasına itaat etmez, onun izinden gitmez. Bunlar belki yaşamını olumsuz da etkiler ancak verili erkekliğin artık eskisi gibi yürümediği, karısı Nihan’ın karşısındaki dik duruşu ile tescillenir. Annesi ile Nihan arasındaki farkta da bunu görürüz. Kitaptan anlaşılan baba Selim Aydın, devamlı kendi dünyasında yaşamış, lokantayı nasıl daha iyi duruma getireceğini düşünerek çabalayıp durmuş, çocuğunu ve eşini ihmal etmiştir. Ancak annenin bir tepkisine rastlamayız, oysa Hilmi Aydın’ın karısı Nihan, onun hatalarına göz yummayıp hayatından çıkarır ve kendi yolunda Hilmi Aydın’ın aksine başarıyla devam eder. Böylece görürüz ki ne verili kadınlık ne de erkeklik aynı değildir. İkisinde de aşınmalar vardır. Bana kalırsa bu sadece kitap ve karakterler ekseninde değil günümüz dünyasında da geçerlidir.
“Dünyadan Aşağı”nın önemli temalarından birisi de babalar ve oğullar arasındaki güç mücadelesi. Boralıoğlu konuyu, kültürel erkekliğin kodları üzerinden işlerken edebiyatın bu konudaki klasik metinlerini de hatırlayıp karşılaştırma fırsatı buluyoruz. Babaların oğullara kendi bildiğini öğretme çabası, kültürel erkeklikle yoğrulmuş otoriter bir ilişki biçimi ortaya çıkarır. Ancak oğula aktarma girişimi genellikle başarısızlıkla sonuçlanır ve bu çatışma oğul ile baba arasında bir güç ilişkisi doğurur. Bu gerilimli ilişki oğulun yaşamında yaptığı her şeyde babanın önünde olma çabasını getirirken, başarısızlıklarından genellikle onu sorumlu tutmasına ve suçlamasına neden olur. Oğuz Atay’ın babasına yazdığı mektuptaki; “biliyorsun seninle de çatışırdım, kapıları filan vurup giderdim. Bana hep haksızlık yaptığın duygusu vardı içimde: Bence her zaman bana haksız yere söylenirdin; çalışkan bir öğrenci olduğum halde ‘bu çocuk kitap yüzü açmıyor’ diye homurdanırdın, üstüme uymayan kötü dikilmiş elbiseler giydirirdin, istemediğim okullara gönderirdin beni, sızlanmalarımı da dinlemezdin”[2] şeklindeki suçlayıcı ve sitemkâr tavır, Hilmi Aydın karakterinde de karşımıza çıkıyor. Yaşamında yaptığı her şey bir şekilde babasına duyduğu tepki ile ilişkilenirken, benim başımı hiç okşamadı, biz annemle kuru fasulye pilava talim ederken lüks yerlerde yemek yemiş, bana daha küçükken büyütmem için civ civ alıp sorumluluk verdi, sokakta oynamama izin vermedi, zorla kitap okuturdu gibi serzenişler ve suçlayıcı tavır dikkat çeker. Hilmi Aydın, babasının lokantasında çalışmayı reddedip başka işler dener ve tutunamadığında babasını sorumlu tutar. Onun bu tavrı, bir başka baba oğul çatışmasının konu edildiği, metni getirir akla Kafka’nın babasına yazdığı metinde de benzer sitemler duyarız; “Senin etkilemelerinden büsbütün bağımsız yetişseydim yine gönlünce bir kimse olamayabilirdim”[3] der Kafka, çatışmanın kaynağı babanın istediği kişi olmamaktır.
Hilmi Aydın, babasının istediği kişi olmamak için çok direnir ancak bir türlü hayal ettiği yaşama ulaşamaması, onu babasının istediği gibi lokantanın başına geçmek zorunda bırakır. Ama yine de karakter babasıyla girdiği güç mücadelesini bırakmaz, babasının tariflerine yeni şeyler ekler ki ondan daha iyi olsun. Ancak başarısız olur ve güç ilişkisinin galibi baba olur ki Hilmi Aydın ve babası arasındaki ilişkide belirleyici olan ekonomik bir yan da vardır. Her ne kadar babasına devamlı baş kaldırıyor gibi görünse de onun işine devam etmek zorunda kalması, akla Biberyan’ın “Meteliksiz Âşıklar”[4] kitabının Sur karakterini getirir. Buradaki baba oğul arasındaki güç mücadelesi de ekonomik sebepler üzerine kuruludur. Sur, baba otoritesine karşı durur ancak gece yatacağı yer ve parası olmadığı için onun evinin çatısı altında uyumaya, babasından harçlık almaya devam eder. Hilmi Aydın da dönüp dolaşıp babasının çatısına döner ve bu onun güçsüzlüğünün ve tutunamamışlığının göstergesi olur.
Gaye Boralıoğlu’nun “Dünyadan Aşağı” adlı metni farklı açılardan değerlendirilebilecek bir metin. Yaşamımızda yer edeceğini düşündüğüm karakterleri kadar erkeklik konusundaki alt metni ile de doyurucu ve bu açıdan sadece edebiyat okurunun değil, sosyal bilimlerin, kadınlık, erkeklik çalışmalarının da dikkatinden kaçmayacaktır diye düşünüyorum.
Emek Erez – edebiyathaber.net (9 Nisan 2018)
[1] Sancar, S. (2013), “Erkeklik: İmkânsız İktidar ‘Ailede, Piyasada ve Sokakta Erkekler’”, s. 111, İstanbul: Metis.
[2] Atay, O. (2016), “Korkuyu Beklerken ‘Babama Mektup’”, s. 179, İstanbul: İletişim.
[3] Kafka, F. (2016), “Babama Mektup”, s. 12, (Çev. Kamuran Şipal), İstanbul: Cem Yayınevi
[4] Biberyan, Z. (2017), “Meteliksiz Aşıklar”, (Çev. Natali Bağdat), İstanbul: Aras Yayıncılık