Acılı bir süreçten geçiyoruz ülke olarak. Toplumsal travma en üst düzeyde. Patlayan bombalar, silahlar. Yitip giden babalar. Ve geride kalanlar. Ama en çok da çocuklar. Her cenaze töreninde onların bükük boynu, yaşlı gözleri ya da olaylara hiçbir anlam veremeyen boş bakışları. O gözler, bakışlar kabusum olup geceleri uykularımı bölüyor artık. Kendi çocuklarıma bakıyorum elimde olmadan. Küçücük bedenlerine, parlak bakışlarına acıyı yakıştıramıyorum. Bensiz kalmalarının hayalini kurmak bile çok güç ve içimi acıtıyor. Hayali bu denli acıtırken yaşayanlar neler yaşıyor kim bilir? Böylesi acılara nasıl göğüs gerer ki insan?
Aslında bu hafta başka bir kitaptan söz edecektim fakat kitabın adı ve süreç çok etkilediği için yazmak istedim. Daha kapağını gördüğüm anda babasız kalan çocukların acısı çöktü içime. Doğru bir karar mı onu da bilemiyorum fakat böyle işte. Bu haftaki kitabımız Ömer Açık’ın Günışığı etiketiyle yayımlanan “Benim Babam Ömür Adam” adlı kitabı.
Ömer Açık adı, yine Günışığı’ndan yayımlanan “Menekşe İstasyonu” ile yer etmişti zihnimde. Bir ilk romandı Menekşe İstasyonu ve sıcak mahalle ortamı, renkli kahramanlar, kentsel dönüşüm, mahallelinin direnişi dikkat çekiyordu. Bu defa farklı bir çocuğu anlatıyor yazar bizlere. Sekiz buçuk yaşında bir çocuk. Adı Fiko. Yani Fikri. Fakat bu adı kullanan neredeyse yok. Annesi, babası, öğretmeni, arkadaşları… Fiko, rüzgârla arkadaşlık kuran, hayallerinin peşinden koşan bir çocuk. Yazarın eğitimci kimliğinin, çocuklarla sürekli olarak bir arada olmasının, daha anlamlı bir ifadeyle dünyasının çocuklarla örülü olmasının bir katkısı olduğunu düşünüyorum bu yaştaki bir çocuğu bu denli başarılı anlatmasında. Bunun yanında yarattığı mahalle ortamı da sıcak ve samimi. Günümüz çocuklarına masal gibi gelse de biz yetişkinler için güzel birer anı değerinde anlatılanlar, yaşananlar. Sıcak ekmek kokusunun sardığı bir mahalle, kedili bir kitapçı, dut ağacının simgeleştiği bir meydan, herkesin herkesi tanıdığı ve ilişkide olduğu sıcak bir komşuluk. E daha ne olsun. Ha bir de kırmızı sakalıyla kitapçı Şair Amca. Kendisi Fiko’nun yakın bir arkadaşıdır!
Fiko zamanının çoğunu Şair Amca’yla geçirmeyi sever. Kâh kitapçı dükkânında, kâh Şair Amca’nın evinde bahçeyi andıran balkonunda. Bazen de meydandaki dut ağacının altında.
Bir hayali vardır Fiko’nun. Bal sarısı bir bisiklettir sahip olmak istediği. Hayallerine giden yol ise mor bir kuşaktan geçmektedir. Bisiklete sahip olabilmesinin koşulu sorumluluk sahibi olduğunu gösterebilmesidir. Bu yüzden babasının verdiği üç karış uzunluğundaki mor renkli kuşağı iki hafta boyunca kaybetmemesi gerekmektedir. İyi de Fiko aklı bir karış havada, heyecanlı bir çocuk. Bu işi başarabilecek midir? Yaz tatili boyunca süreceği bal rengi bisikletin hayali bir yandan, aileye katılacak olan bebeğin yarattığı heyecanla birlikte karışık duygular bir yandan, Fiko’nun aklı uçmuştur zaten.
Tüm bu karışıklık Ömer Açık’ın sıcak anlatımı sayesinde keyifle okunuyor. Büyükler için haylaz bir çocuk gibi görünse de küçüklere sevimli bir arkadaş olacaktır Fiko.
Kitapta anlatım ve kurgunun çok iyi olmasıyla birlikte Fiko’yu, Şair Amca’yı, kedi Safinaz’ı hatta Fiko’nun anne- babası ile birlikte dutlu meydanı da görmek isterdim açıkçası. Fakat gelin görün ki kapaktan içeri bakınca ne Şair Amca’yı ne Fiko’yu, ne kitapçının bahçesinde yer alan ve kokusu burnuma gelen limon ağacını ne de dutlu meydanı dünya gözüyle göremedim.
8-12 yaş aralığı için tasarlanmış bir kitapta (buna da inanmıyorum aslında, üst yaş grubu sınırını kabul edemiyorum) çocuklar için görselliğin olması iyi olurdu. Kitap okumayı daha zevkli hale getirirdi.
Yazarın ikinci kitabında da sıcak bir mahalle yaşamından, dostluktan, komşuluktan söz ediyor olmasıyla künyesini merak ettim. Aynı dönemde çocukluk yaşamış olmamızın etkisine bağladım anlattıklarını ve satır aralarına gizlenmiş, o günlerdeki yaşama duyulan özlemi sezinledim. Bugün bizim çocuklarımız bu sıcaklığı hiç bilemeyecekler fakat yine de eskiden bugünlere bir şeyler taşıyan bir miras niteliğinde görüyorum bu kitapları.
“Benim Babam Ömür Adam” geçmişi özleyen büyükler ve geçmişin tadını hiç bilmeyen çocuklar için şiir tadında, sıcacık, keyifli bir roman.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (19 Ekim 2015)