Jorge Luis Borges’in hazırladığı Babil Kitaplığı serisinden iki kitap daha: Rudyard Kipling’in Dilek Evi ve Jack London’ın Midas’ın Müritleri Kırmızı Kedi etiketiyle yayımlandı.
“İmgelem gücü, ince ustalığı, seslerin inceliklerini sezebilme yeteneği, sözcükleri ekonomik bir biçimde kullanışı ve dürüstlüğü takdire değer özellikleridir” diyor Borges, Rudyard Kipling için. Dilek Evi için seçtiği öyküler için de şöyle diyor:
“Dilek Evi”nde bir kadın diğerine büyülü ve acı dolu bir öykü anlatır. Her iki kadın da şaşkınlık duyamayacak kadar sıradandır, inanılmaz olanı, günlük olayları kabul ettikleri teslimiyetle kabul ederler. Bombay’da doğmuş olan Kipling, İngilizceden önce Hindu dilini öğrendi. “Sahibler Savaşı”nı okuyan bir Sih bana her cümlenin önce Hindu dilinde düşünülüp sonra İngilizceye çevrildiğini duyumsadığını söyledi. Humma ve afyon doğaüstü şeyleri daha inanılır kılmaktadır.
Arka planda 1914 savaşının anlatıldığı “Siperlerin Madonnası”nın üzerine Cehennem’in beşinci kantosunun uzun karaltısı çöker.
“Allah’ın Gözü” fantastik değil, tam aksine, gerçekleşmesi mümkün bir öyküdür.
Bu derleme için seçtiğim öyküler arasında beni en çok etkileyen “Bahçıvan”dır. Bu öykünün özelliklerinden biri de bir mucizenin meydana gelmesidir; öykünün kadın kahramanı bunun farkına varmaz ama okuyucu bunun bilincindedir. Olaylar gerçekçi ancak anlatılan öykü gerçekçi değildir.”
Jorge Luis Borges, Jack London’ın Midas’ın Müritleri için şöyle diyor:
“Bu kitap için yazarın yeteneğini ve yapıtlarındaki çeşitliliği kanıtlayan beş öykü seçtik. Okuyucu, ‘Mapuhi’nin Evi’nin ancak sonlarına doğru gerçek kahramanın kim olduğunu fark eder. ‘Hayatın Kanunu’ herkes tarafından doğallıkla ve saflıkla kabul edilen acımasız bir kaderi ortaya koyar. ‘Yüz Karası’ işkence tehdidine maruz kalmış bir adamın korkunç bir oyun sonucunda kurtuluşunu anlatır. ‘Midas’ın Müritleri’ anarşistlerden oluşan bir örgütün acımasız işleyişinin ayrıntılarını verir. ‘Gölge ve Parıltı’, görünmez olabilme gibi yazın sanatının eski motiflerinden birine yenilik ve zenginlik kazandırır. Jack London tensel ve tinsel yaşamı son damlasına kadar tüketerek 40 yaşında öldü. Bu yaşamlardan hiçbiri ona tam anlamıyla doygunluk sağlamadı ve ölümde hiç’in karanlık görkemini aradı.”
edebiyathaber.net (9 Ağustos 2016)