Alexander Pope’un “İnsanlığın en bilge, en parlak, en bayağı kişisi” olarak özetlediği Francis Bacon bilimsel düşüncenin babasıydı. Bacon’ın babası, kraliçe Elizabeth’in yirmi yıllık saltanatında Adalet Bakanlığı yapan ayrıcalıklı bir eğitmendi. Hazine bakanının baldızı olan annesi, sadece Yunanca mektuplaşma zevkini tadabilmek için okuyan seçkin bir Tanrıbilimci ve dilciydi. Ailenin son üyesi gözdeydi. Zekâsını çocukluğunda hissettiren Bacon’ın eğitimini ilk elden annesi üstlendi. 13 yaşında gönderildiği ve üç yıl okuduğu kolejde dünyanın efendisi olmayı başaran İngiltere’nin yürüttüğü eğitim öğretimi beğenmediğini açıkça dile getirdi. 16 yaşında Aristo’ya bağlı kalmanın doğru olmadığını, felsefeyi skolastik zindandan kurtarmak gerektiğini söyleyebilme yürekliliğini gösterdi. İsyancı Bacon ceza değil Fransa’da elçilikte görev çağrısı aldı.
Kabul etmeden önce düşündü ve kararını verdi. İnsanlığa hizmet etmek için doğduğunu düşünerek kendini büyük insanlık ailesinin mutluluğuna bağlamakta kamu hakkı bulunduğuna inanmış ve bu özgürlüğün, hava ve suyu kullanma gibi, herkese açık olduğundan insanlara en yararlı olabilmenin ne olabileceğini öncelemişti. Doğanın kendine özel olarak vermiş olduğu şeyin neye yarayabileceğini düşündü ve insan türüne yapılabilecek hizmetin, keşifler yapmak; yaşamı güzelleştiren sanatların büyük alanında çalışmak olduğunu anladı. Nihayet kendinde her şeyden çok, gerçeği inceleme kararında olan bir meyil tanıdı. Zira eşyanın münasebetlerini açıklamakta oldukça usta bir zekâya sahipti. En ince farkları gözetleme işinde oldukça çalışkan ve dikkatliydi. Ayrıca, derin araştırmalar zevkine ve şüphelere itaat edebilecek bir güce sahipti. İnceden inceye düşünmekten hoşlanıyor, görüşlerini oluşturmakta ihtiyatlı olmayı hissediyordu. Her şeyde gördüğü düzenden başka hiçbir şeyden hoşlanmıyordu. Bir yanılmadan vazgeçmek ona pek pahalıya mal oluyordu. Ne yenileri karşı fazla bir bağlılık ne de eskilere karşı körü körüne hayranlık hissediyordu. Özet olarak her yalandan nefret ediyordu. Onun tabiatıyla gerçek arasında herhangi bir birliğin ve bağın bulunduğuna hükmediyordu.
Bununla birlikte, gerek doğuşu gerekse aldığı eğitim dolayısıyla resmi işlere alıştırılmıştı. Yurdunun ondan, başka memleketlere eşit olarak yapmak zorunda olmadığı birtakım çalışmalar beklediğine inanıyordu. Bu suretle halk işlerini incelemeye koyuldu. 18 yaşında babasını ve ona bıraktığı serveti yitirdi. Fransa’dan geri çağrıldı. Hukuk okudu. Kısa zamanda ünlü bir avukat oldu. “Bilim aşkı ile servet kazanma hırsı” arasındaydı. Rahatça çalışabilmek için parlamentoya girmeyi başardı. Seçmenleri kadar seçilmişleri de etkiledi. Büyüleyici, güzel konuşmaları doyulmazdı. Ahlak ve Politikaya İlişkin Denemeler kitabını yayımladı. Daha sonra İngilizcenin bir zaman sonra silinip gideceği düşüncesine kapılıp Latinceye çevirip yeniden bastırdı. Eğitim açısından eleştirdiği ülkesinin adalet işlerini düzene sokmak istedi. Kraliçenin gözdesi, Bacon’a büyük bir malikâne armağan eden Essex kontu kraliçeyi zehirleyip yerine bir başkasını getirmek istedi. Bacon, engellemeye çalıştı. Kontun kararlığını görünce bağlılığını dile getirerek durumu kraliçeye bildireceğini yazdı. Aldırmayan kont darbeye girişti ama başaramadı ve yakalandı. Bacon, kontu Kraliçeye karşı o kadar başarıyla savundu ki, sonunda kraliçe “başka şeylerden” söz etmesini istedi. Tutuksuz yargılanmasını sağladığı kont topladığı askerlerle Londra’ya yürüdü ve halkı ayaklanmaya çağırdı. Öfkelendiği eski dostunu yakalattı. İdam edilişinin önüne geçmedi.
Para ve iktidar hırsı içindeki felsefe tutkusunu bastırıyordu. Müsrifti, ödeme güçlüğüne düşünce tutuklandı. Ancak kıvrak zekâsıyla kurtulmayı başardı. Önce savcı sonra şansölye oldu. Ünü arttıkça dostundan çok düşmanları, peşini bırakmayan iftiralar da çoğalıyordu. Kraliçenin koruyucu kanatları altındaydı. Kraliyete bağlılığından karşıt düşünce ve girişimde bulunanlara yönelik acımasız ve çok sert davranışları, tutumları kin ve nefrete yol açtı. Elizabeth ölünce fırsat kollayanlara, tahta geçen I. Jacques izin vermedi. Çünkü yeni kral bilime aşırı düşkün ve destek veriyordu. Bacon da kralın yılmaz savunucusuydu. İskoçya ve İngiltere’nin birleşmesi için parlamentoda yaptığı konuşma dinleyenleri sarstı. Dinsel ayrışmalar ve çatışmaları dindirmek için yaptığı konuşmalar ve yazdığı yazılar çok etkileyiciydi. Kraliyet yönetimini öven kitabı da çıkınca saray onu daha çok sahiplendi. Daha fazlasını istiyordu Bacon, parlamentoda güç sahibi olan bir düke dalkavukça yanaştı. Bir handan saray bir yandan parlamento Bacon hem parasal destek aldı hem de bir zamanlar babasının oturduğu Adalet Bakanlığı koltuğuna tırmandı. Kral büyük Şansölye yaptığı Bacon, baron, kont olsun diye mevkiler icat etti.
Mevki, para, güç, iktidar hırsı Bacon’un içindeki felsefe çiçeklerini solduramadı. Çok okuyor ve önemli yapıtlar yazıyordu. Ahlaksızlığın bataklığında bilimlerin çağdaş evriminde büyük rol oynayan Novum Organum kitabını bütün Avrupa okuyabilsin diye Latince yazdı. Ne yazık ki bu yapıtı 500 yıl sonra Türkçeleştirilebildi. Novum Organum “Tabiatın Yorumu ve İnsan Âlemi Hakkında Özlü Sözler” kutsal isyanın kutsal kitabı oldu.
İnsan için iyi ve mutlu bir yaşamın ancak bilim sayesinde olası olduğuna inanan ve Aristoteles’in Organon’uyla başlayan skolastik mantığa karşılık yeni bir mantık sistemi öneren Bacon, macera ve öğrenmeye düşkünlük çağının kapılarını ardına kadar açtı. Sahip olduğumuz bilimler, özellikle, Eski Yunan düşüncesinden devşirilmiştir. Çünkü Latince ve Arapça yazan yazarların ve daha modern yazarların katkıları az sayıdadır ve kısmi bir öneme sahiptir. Böyle oldukları için Eski Yunan buluşunun temeli üzerine kurulmuşlardır.
Halbuki Eski Yunan bilgeliği öğretici (didaktik) ve tartışmacıdır. Böylece gerçekliğin araştırmasına çok zıt düşmektedir. Bu nedenle, kendilerinin filozof olduğuna hükmeden şu insanların küçümseyici ruhunun reddettiği ve retorikçilere transfer ettiği sofist ismi, öyleyse, Platon, Aristoteles, Zenon, Epikuros, Theoprastus ve onların seleflerine çok uygun düşebilir. Belirli felsefe sektleri ve dogmaları oluşturup bunları savunarak her tür konuyu tartışmalara indirgediler. Öyle ki, onların doktrinleri hemen, yaşlı insanların bilgisiz gençlere yaptıkları boş konuşmalardan ibaretti Empedökles, Anaksagoras, Leukippus, Demokritos, Parmenides, Herakleitos, Ksenophanes, Philoaus ve diğerleri gibi daha eski Yunanlılar okul açmadılar, fakat büyük bir sessizlikle, daha sade ye basit bir biçimde, kendilerini gerçekliğin araştırmasına verdiler ve bunu daha yapmacıksız ve daha gösterişsiz bir tavırla yaptılar. Biz bu nedenle, onların daha akıllıca hareket ettiklerini düşünüyoruz. Buna rağmen, onların çalışmaları halkın ihtiyaç ve kavrayışını tatmin eden ve onlarla uyum içinde olan, daha önemsiz üretimler aracılığıyla zamanla gölgede kalmıştır. Çünkü zaman, bir ırmak gibi hafif ve şişirilmiş olanı taşır, ağır ve sağlam olanı batırır. Ayrıca, bu çok eski filozoflar bile, ulusal kusurlardan kurtulmuş değillerdir, ama daha çok bir sekt teşkil etme kibirliliği ve tutkusuna ve halkın düşüncelerini büyülemeye eğilim göstermişlerdir. Herhangi bir araştırma, böyle önemsiz şeylerle uğraştığında, biz de gerçekliğe ilişkin herhangi bir araştırmadan ümidimizi kesmeliyiz.
İnsan zihninde bulunan idoller (putlar, at gözlükleri) ‘tabiat’ın ışığını karartırlar. ‘Tabiat’ın ışığı müdrikedir. Hollerle dolu olan bir müdrike gerçeği göremez, yani ‘tabiat’ı olduğu gibi anlayamaz” diyen Bacon’un ticaretten siyasete idollerle savaşım çağrısı 500 yıl sonra Türkçe olarak yankılanıyor. Putları yıkmaya, at gözlüklerini çıkarmaya davet ediyor.
Yaşar Öztürk – edebiyathaber.net (27 Kasım 2018)