Akademik metinlerin okuyucusu olmak zordur; bu metinlerle kafa dağıtmak için, boş zaman değerlendirmek için ya da hayallere dalmak için buluşamazsınız. Bazı akademik metinler okuyucunun kendisinden uzaklaşmasına müsaade etmez; metinle mesafenizi koruyamazsınız; kelimeler, anlamlar, çağrışımlar dünyasında kaybolarak metnin içerisinde kendi anlam dünyanızı inşa edersiniz. Derrida’nın Bağışlamak metnini, sıradan akademik metinler arasında değerlendirmek size pahalıya mal olabilir; zira Bağışlamak, tek seferde okunup özümsenemeyecek ölçüde derin bir metindir.
Derrida, uzun zamandır, okumaktan büyük keyif aldığım, kendisine özgü dili kullanma biçimleri ve kelimeleriyle beni kendine hayran bırakan filozofların başında gelir. Felsefe bölümünde eğitimime devam ederken bir hocamdan, Derrida’ya ait olan “Affetmek, affedilemez olanı affetmektir.” sözünü duymuştum ancak o dönem henüz İngilizce okuma yapabilecek yeterliliğe sahip olmadığım için (Fransızca da bilmediğim için tabii), Derrida’nın “Bağışlamak ve Kozmopolitizm” kitabındaki kısa düşünce kırıntıları ile yetinmek zorunda kalmıştım. Derridacı anlamda bağışlamak, aklımın bir köşesinde, doğru düşünce yankılarıyla buluşmayı bekledi durdu. Kısa zaman önce, Derrida’nın “Bağışlamak” kitabının Monokl Yayınları tarafından yayımlanacağını öğrendiğim zamandan beri de kitabı okumayı heyecanla bekliyordum.
Bağışlamak metnindeki çok katmanlı soruları anlamak, metindeki etik ve dilsel anlam haritalarını kavrayabilmek için öncelikle Derrida’dan ve onun düşünce dünyasından bahsetmemiz gerektiğini düşünüyorum. Derrida, 20.yüzyılın en özgün seslerinden biridir. Dil felsefesi, edebiyat, etik gibi çok çeşitli alanlarda düşündüğünü ve çalıştığını bildiğimiz filozof, aynı zamanda yapısökümcülük akımının da kurucusudur. Yapısökümcülük, 20. yüzyıl düşünce hayatına ve sosyal bilimlere ismini kazıyan eleştirel bir yöntemdir. Kısa zaman içerisinde, yapısökümcülüğün etkisi öyle geniş alanlara yayıldı ki sosyolojiden felsefeye, edebiyattan dilbilime ve hatta hukuka kadar geniş bir etki alanında, disiplinlerarası çalışmaların zemininin kurulduğu akım oldu.
Derrida’nın zihin haritasında belirleyici olan kavramların başında dil, söz ve anlam vardır. Hatta öyle ki, Derrida için artık metnin dışında hiçbir şey yoktur. Derrida, metni yazarken yalnız değildir çünkü aslında Derrida’nın metinleri, okuyucusuyla sohbet ederek derinleşir ve katman katman açılır. Derrida okurken okuyucuyu en zorlayan şey, metnin katmanlarının belli bir sıralamaya göre değil; bunun tersine çağrışımsal ve anlamsal düzeneklerin çözülmesiyle aydınlığa kavuşuyor olmasıdır. Derrida okumanın zorluğu ve lezzeti, işte bu tesadüfî gibi görünen ama aslında analitik bir zeminde inşa edilen anlamsal örüntülerdir.
Bağışlamak, Derrida’nın uzun yıllar üzerine çalıştığı, düşündüğü, dile döktüğü kavramlardan biridir. Başka kavram ve konulara yönelse bile, tüm o zihinsel girdapların yolu bir gün mutlaka bağışlamak kavramıyla kesişir. Bunun iki nedeni olduğunu sanıyorum: Birincisi, bağışlamak kelimesinin Fransızca’daki etimolojik açılımlarındaki zenginliktir. Dili, bir yap-boz gibi, durmadan bozan ve yeniden inşa eden ve böylelikle yapısökümü var eden Derrida için bu etimolojik derinlik, bir hazine değerinde olmalıdır. İkincisi neden de bağışlama eyleminin etik ile olan ilişkisi ve Derrida’nın etik konusunda düşünmeye olan bitmek tükenmek bilmeyen hevesidir.
Derrida, kitabın ilk sayfalarında, yoğun bir etimolojik akış ile okuyucuyu metne buyur ediyor. Etimoloji konusundan ne düşünürsünüz bilmem, ancak bir okuyucu olarak etimolojinin dipsiz zenginliği ve insana yeni düşünme alanları açması karşısındaki hayranlığımı paylaşmak isterim. Bağışlamak’ın girişindeki bu etimolojik bölüm, aslında okuyucuya, bağışlamanın çok derinde, dile nüfuz etmiş bir biçimde var olduğunu ilan etmiş oluyor. Bağışlamak, bağışlayan, bağışlamanın imkânı, bağışlanamaz olanın kendi içinde taşıdığı imkânsızlık gibi birçok kavram Derrida’nın zihinsel süzgecinden diline dökülüyor; okuyucu olarak bizler bu dökülüşten doğan türlü sorularla iç içe süren bir okuma serüveni deneyimliyoruz.
Bağışlamayı, hepimizin kolektif bilinçaltındaki anlamına uygun olarak değerlendirirsek, bağışlamak herkesin yapabileceği kötülükler seviyesindeki hatalar için geçerlidir. Radikal kötülükler, katliamlar, soykırımlar bağışlamak eylemiyle bir arada düşünülemez çünkü bu noktada, her insanın ulaşamayacağı, sistematik ve planlanmış bir kötülük eylemi söz konusudur. “Telafi edilemez’ sözcüğünün altını bizzat Jankélévitch’in kendisi çizer. Telafi edilemez olanın, bağışlanması imkânsız olan olduğu ve bağışlanması imkânsız olanın vücut bulduğu yerde, bağışlamanın imkânsız hâle geldiğini belirtmek amacındadır. Bu, bağışlamanın ve bağışlamanın tarihinin sonudur: Bağışlama ölüm kamplarında ölmüştür.” Bu noktada, zihnimizde gezinen bir diğer soru şudur: Bu radikal kötülük eylemleri bağışlansa bile, kötülüklerde imzası olan kişiler bu kötülükler sonucu ölen insanlardan af dilenemeyeceğine göre, geride kalanların bu “canavarları” affetmesi gerçek bir bağışlama anlamını taşır mı? Yoksa bu ölümlerle, bağışlamanın ve bağışlanmanın iç içe geçmişliğinden doğan imkânlar tamamen ortadan kalkmakta mıdır?
Bağışlamak’ı okurken ve kitabı bitirdiğinizi sandığınız o anda, aslında sonlanan bir şey olmadığını, okumanın devam ettiğini fark ediyorsunuz. Metin, okuyucuyu, bağışlamayı reddetme ihtimali üzerinde derinleşmeye davet ediyor. Metin sayesinde, öznesi olmadığımız acılar ve kötülükler karşısında, kısa yoldan vardığımız çıkarımlarımızı ve bizim dilimizden dökülmeye hakkı olmayan bağışlamaların samimiyetini bir kez daha sorgulamaya mecbur kalıyoruz.
Böylesi dilin ve sınırlarını ihlal etme girişimlerinde bulunan, disiplinlerarası metinlerde en önemli şey, çevirmenin, yazarın anlam dünyasını iyi tahlil etmiş olması ve bu anlam dünyasının sözcüklerini metni çevirdiği dile yansıtabilmesidir. Şanslıyız ki Derrida’nın bu önemli metnini, Murat Erşen’in muazzam çevirisiyle okuyabiliyoruz. Bağışlamak, affetmenin etik sınırlarını keşfe çıkmak ve içerisinde var olduğumuz bu katliamlar, haksızlıklar ve sistematik işkenceler dünyasında “Kim, neyi, ne kadar affedebilir?” sorusu üzerine düşünmeye bir çağrı olarak da okunabilir.
Özge Uysal – edebiyathaber.net (11 Şubat 2016)