Söyleşi: Aslı Kemal Gürbey
Bahar Yardak, Dicle Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olmuş, Mardin Artuklu Üniversitesinde yüksek lisansını başarıyla tamamlamış. Aslen Şırnak doğumlu. Uzun yıllardan beri kadın erkek eşitliği konusunda araştırmalar yapıyor. Siyasal Alanda Erkekliğin İnşası yazarın bu birikimiyle kaleme aldığı yüksek lisans tezinin kitaba dönüştürülmüş hali. Feminist okumalardan hoşlananlar ve kadın-erkek eşitliği konusuna ilgi duyan okurlar için bir solukta okunacak nefis bir kitap. Eleştirel erkeklik çalışmaları için ise bu kitabın gerçek bir referans kaynak olacağından en ufak bir kuşkum yok.
Bahar Yardak ile Siyasal Alanda Erkekliğin İnşası isimli ilk kitabı üzerine güzel bir söyleşi yaptık.
Bahar hanım merhaba, öncelikle söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Okuyuculara kendinizden bahseder misiniz?
Merhabalar. Çok keyif alarak çalıştığım bu konunun tarafınızdan ilgi görmesi ve röportaj teklifiniz için ben de sizlere teşekkür etmek isterim. Ben esas olarak Psikolog olmakla birlikte yüksek lisans alanım Sosyoloji. Bir kamu kurumunda kadın hizmetleri alanında uzun yıllardan bu yana yöneticilik yapıyorum. 10 yaşında bir oğlum var. Üniversite yıllarımdan bu yana cinsiyet eşitliği konularına ilgi duyuyorum.
Usta işi bir araştırma kitabı yazmışsınız. Eserin içeriği kadar başlığının da dikkat çekici olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Goethe der ki: “Merakı olmayan hiçbir şey öğrenemez.” Bu değerli eserin bir “merakın” sonucu ortaya çıktığını tahmin etmek zor değil. Sizi bu çalışmaya yönelten merak ne oldu?
Beğeniniz ve övgünüz için çok teşekkürler. Çok yerinde bir alıntı olduğunu belirtmek isterim. Hakikaten yaşamın her alanıyla ilgili motivasyonumun merak olduğunu söylersem yanlış olmayacaktır. Diğer yaşam alanları gibi bu eser de yaşam öykümden yola çıkan bir merakın sonucu ortaya çıkmıştır. Küresel bir sorun olmakla beraber yaşadığımız bölgenin çok çarpıcı bir gerçeği olan kadın-erkek fırsat eşitsizliği, politika yapıcıların halkı mobilize etmek amacıyla kadın ve erkeklere sunduğu vaatler, kadınlık üzerinden üretilen politikalar var. Doğup, yaşadığımız bölge ve sosyal yaşam entelektüel kaygısı ve merakı olan kişiler için korkunç bir araştırma, gözlemleme imkânı tanımaktadır. İçine doğup büyüdüğünüz toplumsal gerçeklikte hayata salt fizyolojik ihtiyaçlar üzerinden değil entelektüel kaygıları olan bir mirasla yoğruluyorsanız merak duygusu kaçınılmaz oluyor. Hele bir de siyasetçi bir babanın kızıysanız politikacıların vaatlerine, çağrılarına ve politika anlayışı içerisindeki yaşanan erkeklik krizlerine, erk mücadelesine tanıklık ediyorsunuzdur. Ve kendi travmalarımızdan, gerçekliklerimizden yola çıkan işleri büyük bir keyifle çalışmış oluyoruz.
Herkesin merak ettiği soruyu sormak isterim. Erkek, Erkek olmak, Erkeklik, Adamlık, Delikanlılık bu kavramlar doğal, evrensel, tarih aşırı kimlikler değil midir?
Evet, kesinlikle erkek olmak, erkeklik bunun yanında kadınlık verili, inşa edilmiş kimliklerdir. Biyolojik bir bedenin içine doğmanın yanında toplum içerisinde hareket ederken cinsiyetleniyoruz diyebilirim. “kadın gibi” veya “erkek gibi” olmayı öğreniyoruz ve her dönem yeni kadınlık ve erkeklikler inşa oluyor. Tabi bu durumda sabit bir erkeklikten söz edemeyiz. Dolayısıyla erkeklik inşa edilmiş olduğundan değişken, sarsılabilir, güçlenebilir bir mefhum olarak karşımıza çıkıyor.
“Ulus inşa süreçlerinde cinsiyet özelliklerine göre kadınlar ve erkeklere yeni görevler verilir” demişsiniz. Bu tespitiniz çok dikkatimi çekti. Biz de imparatorluktan ulus devlet olan bir milletiz. Bizde bu süreç nasıl oldu?
Bizde de cinsiyet özelliklerine göre cinsiyetlere çeşitli görevler verildi. Kadınlara özellikle birçok görev verilmiştir. Bu görev kimi zaman savaş alanına lojistik destek, yaralıların yaralarını sarma, kimi zaman vatan için çocuk yetiştirme sorumluluğu verilmiştir. Daha yakın zamanda da kadın Türk modernleşmesinin göstereni olarak işaret edilmiştir.
Konu erkekliğin inşası olunca eril şiddete değinmeden geçmek olmaz. Eril şiddet son dönemlerde artmaya başladı. Rahatsız edici haberlere uyanmadığımız gün yok gibi. Ne dersiniz?
Aslında şiddetin artışından ziyade şiddetin artık kurumsal mekanizmaların geliştirilmesiyle beraber kayıt altına alınabildiğini söylemek daha doğru olacaktır. Ayrıca akıllı telefonlar, mobeseler aracılığı ile anında kayıt edilebildiğinden görünürlüğünün arttığını söyleyebiliriz. İhbar mekanizmalarının da gelişmesi sebebiyle 3. kişilerin şiddet ihbar bildiriminde insanlar artık daha cesaretli davranıyor ve bu çok sevindirici tabi. Bütün bunların yanında elbette kadınların toplumsal konumu değiştiğinden dolayı şiddeti daha fazla kategorize edebiliyoruz. Örneğin daha önce dijital şiddetten söz etmiyorduk ama iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla beraber böyle bir şiddet türü doğdu. Bunun yanında kadınların iş yaşamında hem daha görünür olmaları hem de artık üst kademelere yükselme konusundaki talepleri doğrultusunda iş yerlerinde de her alanda olduğu gibi kadınlara yönelik ayrımcılık ve psikolojik şiddetin ortaya çıktığını görmekteyiz. Dolayısıyla şiddet ve ayrımcılık zemin ve şekil değiştirerek özel alan ve toplumsal yaşamın her kademesinde kendini göstermektedir.
Kitabınızda çok yerinde bir tespitle “erkekliği”, “cinsiyet hiyerarşilerinin konuşulmayan alanı” olarak saptamışsınız. Ben de kitabınızı okuduğumda gerçekten de hep kadın olmayı konuştuğumuzu, erkekliği ise deyim yerindeyse hiç konuşmadığımızı fark ettim. Eminim benim gibi milyonlar vardır. Neden böyle oluyor?
Çünkü konuyu hep mağdur olan üzerinden konuşmak daha kolay geliyor diye düşünüyorum. Kadınlık ile ilgili tasarruflarda bulunmak, kadınlık kimliğini konuşmak her zaman daha pratik gelmektedir. Erkekliği konuşmak eşitsizlikle mücadelede yeni bir alan açılmasına neden olup erkeklik ittifakını zedeleyeceği ve erkeklik iktidarını sarsacağı için toplumun birçok kesiminin işine yaramamaktadır. Bu noktada kadınlığı konuşup, mağduru koruma stratejisi daha işlevsel algılanmaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde erkekler ve erkeklikler üzerine de düşünmeye başlamak, sizin de belirttiğiniz gibi oldukça önemli bir açılım. Kitabınızda doğrudan erkek kimliğinin ön plana alınıp kapsamlı şekilde analize tabi tutulması benim gibiler için yeni düşünme yolları, yeni bakış açıları kazandırıyor. Avrupa ve Amerika’da bu konuda belli bir yol alınmış gibi. Türkiye’de manzara nasıl?
Türkiye’de erkeklik çalışmalarından 1980’lerden bu yana söz edebiliriz. Bir takım eleştirel erkeklik platformları mevcut. Bunun yanında feminist çalışmaların içerisinde çözüm yolu olarak eleştirel erkeklik çalışmalarından söz edilmekte, ayrıca yeni bir gelişme alanı olarak Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı kadına yönelik şiddetle mücadelede şiddet uygulayan yani erkekle çalışma süreci başlatmış olup sosyal hizmet uzmanı ve psikologlar aracılığı ile şiddet uygulayan ile çalışmalar yapılmaktadır. Bu şekilde çalışmaların sivil toplumun yanında kamu kurumları eliyle yapılıyor olması umut verici elbette. Ancak bu konuda alınacak daha çok yol olduğunu söylemek isterim.
Erkeklik hegomonik olmak zorunda mıdır? Farklı erkekliklere imkân yok mudur?
Erkeklik hegemonik olmak zorunda değil elbette. Ancak değişen güç ilişkileri ile paralel olarak hegemonik erkeklik de yeniden inşa olur ve şekil değiştirir. Dolayısıyla toplumsal normlar içinde erkek bireyler de hegemonik erkekliğin kodlarına benzer kodlara bürünmek isterler ve bu şeklide güçlü hissedeceklerini tahayyül ederler. Tabi ki hegemonik erkeklik normlarının dışında daha eşitlikçi bir alanda duran eleştirel erkeklikler her zaman mümkündür. Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnsiyatifi, Biz Erkek Değiliz İnsiyatifi, Erkek Muhabbeti, Rahatsız Erkekler gibi oluşumlar eleştirel erkeklik çalışmaları zemininde çalışma yürütmektedir.
Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme haklarının önündeki engeller, belediye seçimleri için 1930, milletvekili seçimleri için ise 1934 yılında kalkmıştır. Her ne kadar kadınlar, Anayasal bir hak olarak seçme ve seçilme hakkına sahipseler de uygulamada durum nasıldır?
Evet, çok çarpıcı bir noktaya değindiniz. Yasal olarak kadınların seçme ve seçilme hakkını erken tarihlerde kazanmasına rağmen gerek belediye seçimleri gerekse de genel seçimlerin sonuçlarına bakıldığında temsil oranı oldukça düşük. KADER verilerine göre 2019 yerel seçimlerinde 8.257 belediye başkan adayının 652 si kadın, yani % 7.89 u kadın adaylardan oluşmaktaydı.
Kitabınızın 22. sayfasında cinsiyet hiyerarşilerinin mağduru olan erkeklik başlığı dikkat çekici? Erkekliğin mağduriyetini nasıl analiz edersiniz?
Aslında bizim erkekliği ve cinsiyet hiyerarşisinin mağdurunun sadece kadın değil erkek olduğunu konuşmamız cinsiyet eşitsizliğinin çözümünde yol almaya başlamamıza katkıda bulunacaktır. Evet, cinsiyet eşitsizliğinin mağduru sadece kadınlıklar değil erkeklikler de aynı zamanda. Örnekse; ailenin geçindirilmesi rolü toplumsal olarak erkeğe yüklenmiştir. Erkeğe aileyi geçindirmek zorunda olmak, “erkekler ağlamaz” gibi klişelerle “zayıf” duygularını bastırmak zorunda olmak, hayatın her alanında erkekliğe atfedilmiş fiziksel güç gerektiren durumlarda performans sergilemek zorunda olmak gibi roller verilmiştir. Bu görevleri yerine getirememek erkeklik krizine yol açmakta, dolayısıyla cinsiyet rollerine bu açıdan yaklaşmanın cinsiyet hiyerarşilerini anlama noktasında çok önemli bir yeri var.
Hafta sonu kitabınızı okuduğumda genç yaşınıza rağmen erkeklik kültürünün izlerini siyasal alanın mikro deneyimlerinde araştırmak gibi çetin bir görev üstlendiğinize ilişkin bir yorumda bulundum. Türkiye’de böyle tutkulu genç araştırmacıların var olduğunu bilmek bana gurur verdi. Çözüme dair fikirlerinizi de merak ediyorum. Önümüzdeki on yıllarda kadın erkek eşitliği konusunda ne tür girişim ve uygulamalara ihtiyacımız var?
Öncelikle kitabın ana ekseninden yola çıkmak gerekirse siyasal alanda hem genel seçimlerde hem de yerel seçimlerde parti tüzüklerine bırakılmaksızın partilere %50 kadın aday gösterme kotası zorunluluğu getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun yanında aslında yasal olarak herhangi bir sıkıntı olamamasına rağmen toplumsal sözleşmeler aracılığı ile gizil bir şekilde kadın- erkek eşitsizliği oluşmaktadır. Dolayısıyla birçok kamu kurum ve kuruluşunda çalışanlara toplumsal cinsiyet, kadın- erkek fırsat eşitliği, erken yaşta evliliklerle mücadele, kadına yönelik şiddetle mücadele eğitimleri belli aralıklarla hizmet içi eğitimler kapsamında anlatılmalıdır. Eğitim- öğretim kurumlarının her kademesinde toplumsal cinsiyet eğitimleri verilmeli diye düşünüyorum.
Kitabınızın erkeklerin ataerkil ve eşitsiz cinsiyet düzenini besleyen davranış ve tutumların dönüştürülmesinin yanında, sadece siyasette değil spor, iş dünyası ve babalık gibi alanlarda eşitlikçi erkeklik pratiklerinin yer almasına katkısı olacağını düşünüyorum. Bu anlamlı kitabı yazdığınız için kendi adıma size teşekkür ediyorum. Söyleyişiyi sonlandırırken kitabınızla ilgili özellikle söylemek istediklerinizin olup olmadığını da merak ediyorum.
Öncelikle bu tarz çalışmaların her zaman eksiklerinin olduğunu düşünürüm. Konumuz sosyal bilimler ise, hele ki cinsiyet düzeninden söz ediyorsak her zaman daha fazlasını söylemek istersiniz. Ancak bir yerde sınırlandırmak gerekiyor. Çok keyif alarak ve inanarak hazırladığım bir çalışma olduğunu söylemek isterim. Hem çalışma süreci hem kitaba dönüşmüş olması inanılmaz heyecan verici benim için. Elbette bu çalışmanın yapıldığı zamandan bu yana kitaba konu olan parti defalarca isim ve aktörler değiştirdi. Bunun yanında cinsiyet çalışmalarında literatür epeyce çeşitlendi. Ancak değişmeyen şey ülkemizde halen kamusal ve özel alanda eşitsizliklerin devam etmesi, kadınların halen siyasal olarak yeterince temsil gücünün olmaması, erkek siyasi aktörlerin halen kadın özgürlük söylemini yeterince yaşama entegre edemedikleri ve erkeklik sorgulamaları alanında iddialarına rağmen yeni politikalar belirlemedikleri söylenmelidir. Çalışmanın daha geniş kitlelere yayılarak katkı sağlamasını umuyorum.
Ayırdığınız zaman için zatıalinize teşekkür ederim. Okuyucunuz bol olsun.
edebiyathaber.net (9 Kasım 2023)