“sesimi taşlar gibi dinliyorsun
taştansın ve duymaksızın unutuyorsun”
Furuğ
Gelin bir dönemeç diyelim ona. Çetin bir yer. Duygu burgaçlarından geçirdiğiniz bakışlarınızla karanlığa gömülüyorsunuz bir ânda. Gri, puslu bir karanlık.
Sözle uyanan bir dünyanın yeniden kuruluşu gibi kendini veriyorsun o ışıksız, günsüz güncesiz zamana.
Bir ses beklerken, gözlerinden geçirdiğin, bir zamanlar seni delicoş kılan satırların ezberindesin:
“Çünkü, mürekkep yalayan bir insanın kendini kurtarması için neye gereksinmesi varsa, hepsi onda vardı; uzaktaki besinini ok gibi yakalayan o ilkel avcı görüşü; rüzgâr, deniz, ateş, kadın ve ekmek gibi, her günün yüzyıllık öğelerine bir bakirlik vermek ve ölümsüzlüğe her zaman ilk kez bakmak konusunda gösterdiği o her sabah yenilenen yaratıcı yalınlığı, elinin sağlamlığı, yüreğinin tazeliği, içinde ruhtan daha kuvvetli bir güç varmış gibi, kendi ruhu ile alay etmek yolundaki babayiğitliği ve son olarak kritik anlarda Zorba’nın ihtiyar göğsünden kurtarıcı olarak fışkıran, insanın benliğinden daha derin bir kaynaktan çıkan, her zaman yeni, pürüzsüz gülüşü; zavallı ve korkak insanın kendi hayatçılığını yarım yamalak güvenlik altına alma yolunda çevresine diktiği ahlak, din ve vatan gibi çitleri yıkmak için o silkinir ve yıkardı da.” (*)
Oradan görüp gözlediğin, ta ilkgençlik yıllarından taşıyıp durduğun düşlerinin kavuşma çağında yaşadığın “Mea culpa” hali.
Kendi Araf’ını yaratan insanın cehennemi nerede başlar diye soruyordunuz artık Kazancakis’le birlikte.
Hadi, gelin hatırlayalım o kadim Zorba’nın öyküsünü.
Bilgelik nerede başlar, yaşama tutkusu nasıl filizlenir, insanın insana dokunuşunun anlamı nedir… Bütün bunlara açılan kapılardan geçirelim kendimizi.
Bize dokunanla bir gül bahçesi kurmanın düşlerine yatalım. İnsanın insana gitmesinin yollarını öğrenelim. Bir yerde durmanın, olmanın, köklenmenin simyacısı kesilelim.
Zaman zaman dönüyorsun o anlatıya. Bir kutsal kitap gibi sana aşı veren satırların arasında geziniyorsun:
“… ‘Hayatım boşuna geçmiş,’ diye düşünüyordum; elimde olsa da bir sünger alıp bütün okuduklarımı, bütün görüp işittiklerimi silsem ve Zorba’nın okuluna girip büyük ve gerçek alfabeye başlasam!
Ne kadar değişik bir yola girmiş olurdum! Beş duygumu ve bütün tenimi, sevip anlamaya iyice talim ettirmiş olurdum.”
Aşılan zaman her şeyi aşındıran, dönüştürendir de.
O nedenle, yaşama yolunuzda kendi gerçeğinize sizi taşıyacak patikanızın da bir alfabesi olmalı. Yani sizi çağıran, size içinizin sesinin nasıl düzen tutabileceğini öğreten. Düşünce aşılamanın ilmini gösteren; rüzgâra yağmura, fırtınaya borana karşı nasıl yürüyebileceğinizi anlatan…
Bazen ruh dalınçlarına çıkaran. Aykırı gelse de başkalarına, sözünüzün çınıltısından avunç seherleri yaratan bir bakışla donatmalı sizi.
O sitemi anlıyordun. Burukluğu, yaşanan elemi.
İşte Zorba sana sabrı öğretirken tutkunun kapılarını da göstermişti.
“Geç, ama kendini bil,” demiyor muydu Mevlâna…
Madem ki Şems’ini bulmuşsun, özgürleştir kendini; rüyalarının yorumuna değil, içinin sesine inan.
Zaman, bazen, kendi sesimizin yolcusu kılar bizi.
Olan değil, oldurana bakabilmek hünerdir. Dokunduğunda taşa, onu biçimleyecek bakışı kuşanmalısın ki; duygularının bütün hüneri ortaya çıkabilsin.
Altını çizidiğin bir satır geliyordu aklına, gönlünün tarumar olduğu o günlerde:
“Çok kişiler gururundan korkmuştur; ama ben onu yendim. Çokları düşünür, benim düşünmeye gereksinmem yok. İyilikten dolayı sevinmem, kötülükten dolayı da üzülmem; Yunanlıların İstanbul’u aldığını öğrensem, Türklerin Atina’yı almasıyla aynı şeydir benim için.”
Sonra, tutup şunları yazıyorsun defterine onun için:
- Zamanın ışıltısındayım. Belli ki adalardan geçip gelen bakışlarda gözlerim. Bir içdenizde süren yalnızlığın izlerinde…
- Yabansı olana dönük her bir şey hayatımızda. Öylecene yaşıyor, hissediyor, gidiyoruz. Şimdi sensizleşen mevsimin diliyle konuşuyorum. Ötede suskunsun. Biliyorum ay döndüğünde mührünü bozacaksın suskunluğunun.
- Tomurcuklanan bahar dallarında bakışlarım. İstemsizce gelen söze uzağım. Zira senden yanayım hep; bekleyen, özleyen, hatırlayan.
- Günboyu iklimsiz bir yerden geçtiğimi hatırladım. Unutulan geçmişe dönmenin ezinç verdiğini biliyorum. O nedenle susuyorum şimdi. O sessizliği hatırlamak için bekleyen güne dönüyorum yüzümü.
(*) Nikos Kazancakis, Zorba; çev.: Ahmet Angın, Can Yayınları
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (13 Nisan 2021)