Bahtiyar okulu bitirip baba evine döneli iki sene olmuştu.
Orman Mühendisliği üniversiteye başladığı dönemde revaçta bir bölüm olmasına rağmen zaman içinde bölümün en büyük istihdam kaynağı olan Orman ve Su İşleri Bakanlığı işe alım kontenjanlarını azaltınca kaçınılmaz bir işsizlik yapışmıştı Bahtiyar’ın yakasına. Sonunda babasının sonu gelmeyen ısrarlarına dayanamayıp rıhtımdaki dededen kalma umumi tuvalette çalışmayı kabul etti. Herkese dededen ev veya arsa kalırdı, Bahtiyar’a kala kala umumi tuvalet kalmıştı. Bunun düşüncesi bile durup durup bahtına küfürler savurmasına yetiyordu. Tuvaletin işlek konumundan dolayı iyi kazandırdığını bildiği için pek sesini çıkarmadı. Vapur yolcuları, seyyar satıcılar, taksiciler derken bir an olsun boş kalmazdı tuvalet. Ama yine de babasıyla anlaşmasını ileride olası bir tartışmaya mahal vermeyecek şekilde yaptı. Gündüzleri çalışacaktı. Tuvalet temizliği yapmayacaktı. Yalnızca müşteriler çıkarken ücretlerini alacak, akşamları da günlük hasılatı hesaplayıp eve getirecekti. Özetle suya sabuna dokunmayacaktı. Bunları yaparken tek kelime konuşmasına dahi gerek yoktu. Başında patronu yoktu, amiri yoktu. Ay sonunda bir mühendisin ki kadar olmasa da hatırı sayılır bir para geçecekti eline. Kasa da tüm gün elinin altında olduğu için para sıkıntısı çekmeyecekti. Babası, oğlunun artık bir işin ucundan tutması gerektiğine kafa yorduğu için bir eleman çalıştırırken katiyen kabul etmeyeceği şartlarına ses çıkarmadı. Baba ve oğul karşılıklı susarak zımni bir sözleşmeye imza atmış oldular.
Bahtiyar’a göre tuvalet temizlemek pis işti. Mecbur kalınmasa yapılmaz, yapılsa da imkânı yok mutlu olunamazdı. Üniversitenin kariyer kulübü ile katıldığı “İş Hayatında Mutluluğun Formülü”, “Sevdiğiniz İşi Yapın, Ömür Boyu Çalışmayın”, “İşiniz Kişiliğinizdir” gibi kerameti kendinden menkul isimleri olan kariyer seminerlerinden öğrendikleriyle temizlikçi Şefik üzerine varsayımlarda bulunuyordu. Şefik sabah yedide gece temizlikçisiyle vardiyasını değiştirip başlıyordu çalışmaya. Her yarım saatte bir tüm kabinleri önceden hazır ettiği bol deterjanlı su ile yıkıyor, kapı kollarını ve lavabo bataryalarını siliyordu. Akşam yedideki vardiya değişiminden hemen önceyse dip köşe temizliğini yapıp o günkü işini hakkıyla tamamlamış oluyordu.
Müşteriler tuvaletten çıktıklarında ücretlerini ödemek için sağlı sollu kabinlere açılan kapıların bulunduğu koridoru geçip Bahtiyar’ın kasa olarak kullandığı üç çekmeceli ceviz kesonun önüne geliyorlardı. Burada Bahtiyar’a verilen paraların ekseriyeti, müşterilerin yıkadıkları ellerini kurulamamış olmalarından ya da Bahtiyar’ın zihnini durmaksızın meşgul eden ve daha fena bir ihtimal olarak gördüğü ellerini hiç yıkamamış olmalarından dolayı ıslak olurdu. Bahtiyar müşterilerden aldığı paraları önce tek tek kurular, daha sonra akşam sayılmak üzere diğerlerinin yanına istiflerdi. Ama bir süredir bunu müşteriler yanından uzaklaştıktan sonra yapmaya başlamıştı. Birkaç sabah söylene söylene paraları kurulaması, akşamdan kalma müşterilerin dikkatini cezbetmiş, saniyeler süren münakaşadan sonra Şefik fark edene kadar çoktan müşterilerle boğaz boğaza gelmişti. Bu yüzden her müşteriden sonra kalkıp ellerini yıkamak veya buna üşenirse masadaki ucuz limon kolonyasını ellerine boca etmek alışkanlığı olmuştu. Paraların temizliğinden bir türlü emin olamıyordu. Bu takıntısı giderek artıyor, hayatını çekilmez hale getiriyordu. Yapacağı başka bir işi olmadığı için kabinlerden çıkan müşterileri tek tek takip edip lavaboların olduğu bölüme geçip geçmediklerini kontrol etmeye başlamış ve etrafı daha iyi temizlemesi için Şefik’e çoğu kere sonu sunturlu küfürlere varan azarlar çekmeye kadar vardırmıştı işi. Artık müşterilere bir şey söyleyemediği için tüm hıncını Şefik’ten çıkarıyordu.
Bir akşamüstü hasılatı hesaplarken kullandığı tükenmez kalemi aldı masadan. Elinde birkaç kez çevirdi. Günlük hasılatın tutulduğu defterin son sayfasını açıp büyük harflerle yazmaya başladı: “ÜCRETLER PEŞİNDİR” Yazdığı sayfayı defterden koparıp iki eliyle havaya, kabinler ufak havalandırma pencerelerinden ışık almadığı için gece gündüz açık tutmak zorunda kaldıkları ince uzun floresan lambaya doğru kaldırdı. Bir sanat eseri ortaya koymuşçasına uzun uzun baktı. Küçük hareketlerle evirip çevirdi. Sayfayı tekrar masaya yatırıp bütün harflerin üzerinden büyük bir dikkatle geçerek yazıyı daha okunur hale getirdi. Kısa süren bir keşiften sonra sayfayı, müşteriler tarafından en görülebilecek yer olduğuna kanaat getirdiği girişteki kapının buzlu camına bantladı. Geri dönüp koltuğuna oturdu.
Masadaki kolonyayı kesonun en alt çekmecesine atıp arkasına yaslandı.
Tuğsan Ünlü kimdir:
Eylül 1992’de İstanbul Kadıköy’de doğdu. Marmara Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu’nda örgün öğrenimini tamamladı. E-ticaret alanında çalışıyor. Tiyatro Günlüğü isimli blog sitesinde “çaylak bir tiyatro izleyicisinin” notları başlığıyla tiyatro yazıları yazıyor. İstanbul’da yaşıyor.
1 Kasım 2018 (edebiyathaber.net)