Dilde ve yazında çok-seslilik öğretisini belirginleştiren Mikail Bakhtin, ‘roman’ üzerine yoğunlaşmış ve romanı “açık bir tür”, “sosyal çeşitliliği, söz ve konuşma biçimlerinin çoğulluğuyla ayrımlaşan dünyayı yansıtacak yeterlikte” yazınsal bir ürün olarak değerlendirmiştir.[1] Bakhtin’in tanımlamasıyla, “özerk ve karışmamış seslerin ve bilinçlerin çokluğu, sözlerin gerçek çok-sesliliği, romanın asıl özgünlüğünü oluşturur.” Romanda somutlaşan yazınsal dilin felsefi niteliği, anlatısal söylemin yapısal çok-sesliliğidir.
Bakhtin’in temel kuramı olan ‘çok-seslilik’ ya da ‘söyleşimsellik’, sözcüklerin öz-yapısal olarak diyalojik, diyesi, söyleşimsel oldukları anlayışına dayanır. Özellikle roman, öz-yapısal olarak sözcüklerin söyleşimselliğinden yararlanmaya en elverişli olan yazınsal türdür. Dillerin, sözlerin ve seslerin çokluğu ve çeşitliliği anlamında söyleşimsellik, tekil dil dizgesine, tekil ideolojiye indirgenemez. Diller, anlam taşıyıcı ve aktarıcı işlev görürler. Böylece çeşitli düşüncelerin etkileşmelerini ve tözsel olarak zaten çoğul olan düşüncenin sürekli olarak yeniden çoğullaşmasını sağlarlar.
Söyleşimsellik kuramının felsefi dayanağı, Humboldt’tan bu yana bir ‘dizge’ olarak nitelendirilen dilin ‘tümelliği’ ve dil dizgesini kullanan konuşucularca üretilen ‘dilsel bildirimin tikelliğidir.’ Bu anlayış uyarınca dil, bir yönüyle somutlaşmış ve yerleşmiş bir yapı, öteki yönüyle de bir etkinlik ve değişimdir. Dilin süreçselliği, tekil konuşucuların söz-eylemlerinde gerçekleşen özgün ve bireysel kullanım biçimleridir. Dil dizgesi tekil olmasına karşın, söz-eylemler öz-yapısal olarak çoğul ve söyleşimseldir.
Bakhtin’e göre, yazın veya yazınsallaştırma tarzı, “sözcükle, sanat yaratma estetiği olmak zorundadır”[2] (Bakhtin 1979, s. 98). Görüleceği üzere, dilsel malzeme yazınsallaştırma sürecinde biçimlendirilir, estetikleştirilir. Yazının estetik nesnesi dildir. Yazıncının, sözcük üzerindeki çalışması, Bakhtin’in kavrayışı uyarınca, “sözcüğü aşmayı amaçlar; çünkü estetik nesne, sözcüklerin, dilin sınırlarında gelişir.”
Dili, düşünceyi ve sanatı çoğullaştıran nedir?
Bakhtin “Romanda Söylem” adlı irdelemesinde, romanı “sanatsal bakımdan düzenlenmiş söz çokluğu, aynı zamanda dil çokluğu ve bireysel ses çokluğu” olarak tanımlar. Roman, konularını, nesneler dünyasını, anlamları ve sosyal söz çeşitlerini orkestralaştıran yazın türüdür.
Her yazınsal ürün, yaratıldığı dil dizgesinin ve yazıncının bireyliğinin bireşiminin bir sonucudur. Yazanın bireyliğinin de dışa vurumu olan ‘retorik söz’, yöresel, sınıfsal, siyasal ve benzeri etmenlerden kaynaklanan çeşitli anlam katmanlarını içinde barındırır. Sözcükler, toplumsal-siyasal ilişkiler ve konuşucuların karşılıklı etkileşimleri içerisinde oluştukları ve geçerlilik kazandıkları için, ilkesel olarak “söyleşimsel yönelimli” ya da “içkin olarak söyleşimseldir.” Bu olgu, sözcüğün çok-sesliliğinin kaynağıdır. Dolayısıyla, her dil, ses ve konuşma çokluğunu içinde taşır.
Ses ve konuşma çoğulluğu, yaşam tarzlarının ve anlayışlarının farklılığını somutlaştıran davranış biçimlerinin ve dilselleştirilen düşüncelerin paylaşımından kaynaklanır. Bir dili iletişim aracı olarak kullanan konuşucular ve yazarlar, düşüncelerini adlandırmak ve iletmek için, başkalarının yarattığı sözcüklerden yararlanır. Bu nitelik gereği, her sözcük içkin olarak zaten çok-anlamlıdır. Yapı taşları sözcükler olan konuşmalar ve metinler de bu nedenle çok-anlamlılık üzerine kuruludur.
Yazar, sanat yaratma aracı olarak kullandığı sözcüğe oluşturduğu bağlam ve güttüğü erek doğrultusunda kendi anlamını yükler. “Yazınsal metinler çok-anlamlıdır” ya da “yazınsal metinler yoruma açıktır” gibi söylemler, yazınsal bir metnin her okumada farklı yorumlanabileceğini anlatır. Yazınsal etkinliği ya da üretimi felsefi bir etkinlik ya da nitelik olarak değerlendiren Aristoteles’ten de esinlenerek, yazını “ütopik felsefe” olarak adlandıran Bakhtin, yazınsal metinlerin yoruma açıklık niteliği nedeniyle, romandaki sözcük ve söylemi en azında “iki-anlamlı” olarak nitelendirir. Bu ilke, yazınsal eleştiri için de geçerlidir.
Düşünsel ve dilsel çoğulluk birbirini koşullar
Bakhtin’in temel savı, Reiner Grübel’inde belirttiği gibi[3] (Grübel 1979, s. 21- 79), “dil dizgesinin genelliği, söz eylemin tikelliğidir” anlatımında somutlaşır. Bu anlatımı, ‘tümel-tikel’ olarak da kısaltmak olanaklıdır. Burada ‘tümel’, dil dizgesi; ‘tikel’ ise, bireysel dil kullanımını anlatır. Bireysel dil edimi ya da kullanımı, sözcüklerin anlamını çoğullaştırır.
Bakhtin ‘teklik-çokluk’ kavram çiftini, daha çok egemen düzenin her türlü yolu kullanarak bilinçleri benzeştirmesi, tekilleştirmesi ve bu tekilleştirici etkiye karşı özgünlüğünü ve özerkliğini korumaya çalışan tekil bireylerin çeşitliliğini dile getirmek için kullanılır. Diyalog-monolog ya da çok-seslilik-tek seslilik karşıtlığı da bu bağlamda değerlendirilebilir. İletişimsel eylem anlamında diyalog, Bakhtin’e göre, iki eylem bağlamının sınırında gerçekleşir; dolayısıyla, diyalojik (söyleşimsel) bildirim, zorunlu olarak “söyleşim (diyalog) durumlarında” olur. Her bildirim ya da söylem, başkalarının ürettiği önceki bildirimlerle bağlantılı olarak ve daha üretilecek olan bildirime yönelik olarak gerçekleşir.
Monolog-diyalog karşıtlığını açımlamak için karnaval kavramını kullanan Bakhtin’e göre, karnaval, toplumsal ve siyasal hiyerarşilerin, yaşam ve sanat, gülen ve kendisine gülünen arasındaki sınırların görece ortadan kalktığı, gülmenin ve gülme kültürünün başatlaştığı, sıradan insanların olumsuzlukları daha rahat eleştirebildiği, var olan düzeni sorgulayabildiği ortamdır. Karnaval ortamı bu nitelikleri nedeniyle, yerleşmiş anlayış ve algıları sarsar; bir kültür içerisinde karşıt kültür eğilimini olanaklılaştıran karnaval genel olarak “özgürleştirici” bir özyapıya sahiptir. Bakhtin’in dayanarak, toplumsal-kültürel eleştiriyi, bireyi özerkleştirici ve özgürleştirici etmen ve etkiyi kuramsallaştırmak amacıyla kullandığı ‘karnaval’ sözüğü, yazın kuramında ‘karnavalizm’[4] olarak yerleşmiştir.
Önem kazanan bir başka kavram çifti, ‘tek anlamlılık-çok anlamlılıktır.’ Bakhtin bu kavram çifti bağlamında “çok-anlamlılığı” öne çıkarmak için, Avrupa kültüründe Ortaçağda giderek yerleşen “karnaval” kavramını güncelleştirmiştir. Bunların dışında “iç-dış” kavram çiftini yeğleyen bu düşünüre göre, ‘iç’, dışlayıcı bireyciliği; ‘dış’ ise, saltlaştırıcı kolektivizmi simgeler. Bakhtin böylece, Nietzsche’nin özünü dışlayan bireyleşme düşüncesini ve Freud’un psikolojizmini aşarak, ‘yaratıcı kişilik’ tasarımını geliştirir.
Bakhtin ve Türkçede kavramlaştırma sorunu
Bakhtin ‘Sözcüğün Estetiği’[5] adlı yapıtında Stalin döneminin tek-seslileştirici baskıcılığına ve otoriteye, hiyerarşiye karşı, çok-sesliliğe dayanan eleştirel bir tutumu simgeleyen ‘karnaval’ kavramını tartışmaya açar. Bu düşünür-yazar, yazınsallaştırma sürecinde dilsel göstergelerin öncelikle ‘nedensizlik’ ve ‘ereksellik’ gibi nitelikleri temelinde oluşturulan her yeni bağlamda, yeni anlamlar yüklendiklerini, böylece söyleşimsel bir öz-yapı kazandıklarını gerekçeleriyle ortaya koyar.
Yazınsal metinlerin çok-sesliliği bağlamında Türkiye’de Mikail Bakhtin’den ilk söz eden araştırmacı-bilimci, bildiğim kadarıyla, Jale Parla’dır. Anılan bilimci ‘Don Kişot’tan Bugüne Roman’ (İletişim, İstanbul 2000, s. 57-60) adlı incelemesinde diyalogisite kavramının Türkçe karşılığı olarak ‘diyalojiye’ kavramını kullanmıştır. Jale Parla’nın bu önerisinin, söz konusu kavramı Türkçede tam karşılamadığı kanısındayım. Aynı bağlamda Ahmet Oktay da ‘Romanımıza Ne Oldu?’ (Dünya, İstanbul, 2003) adlı deneme yapıtının “Bakhtin’le Tanışırken” ve “Bakhtin’in Kavramları” bölümlerinde Jale Parla’nın konuya ilişkin katkısını dile getirir. Ahmet Oktay da ‘diyalojiye’ kavramından çok, ‘heteroglossia’ kavramına da karşılık olmak üzere, “çok-seslilik” kavramını yeğler.
Bakhtin’in geniş halk kitlelerinin özgün, görece özgür ve erk karşıtı tavır alışlarına bir gönderge olarak kullanılan “karnaval” sözcüğünü temel alarak dizgeleştirmeye çalıştığı yazın kavramını Türkiye’de güncel yazınsal tartışmada doğru kavrayan, irdeleyen ve kavramlaştıran yazar ve araştırmacı Alper Akçam’dır. Ne var ki, Akçam ‘Karnaval ve Türk Romanı’ (Ürün Yayınları, Ankara 2006) adlı çalışmasında esas olarak ‘çok-seslilik’ kavramını temel almakta ve ‘monoloji-diyaloji’ kavram çifti için Türkçe her hangi bir karşılık önermemektedir.
Dolayısıyla ‘diyalog’ kavramından türetilen ‘diyalojik’ ve ‘diyalogisite’ kavramlarının Türkçe karşılıkları konusundaki bu boşluğu gidermek amacıyla, ‘diyalojik’ için ‘söyleşimsel’; ‘diyalojiye’ ya da ‘diyalogisite’ kavramına karşılık olarak da ‘söyleşimsellik’ kavramını öneriyorum. ‘Diyalog’ kavramı, Türkçede ‘söyleşim’ kavramıyla karşılandığında, bu kavramın, yeni türetimlere ne denli elverişli olduğu görülür. Söyleşimden şu türetimler yapılabilir: ‘söyleşimsel’, ‘söyleşimsellik’, ‘söyleşimselleştirme’ ve ‘söyleşimselleştirmek’. Öte yandan, diyalogun karşıtı olan monolog için de Türkçe kavram önerisi, bir görev olarak karşımızda durmaktadır.
[1] Katharina Schreibenzubel (1998): ‘Dialogizitaet und Polyphonie-Söyleşimsellik ve Çokseslilik (Michail Bachtin I)’; Trans Internet-Zeitschrift für Kulturwissenschaften, 3. Nr. Maerz.
[2] Michail Bakhtin (1979): Das Problem von Inhalt, Material und Form im Wortkunstschaffen- Söz Sanatı Yaratımında İçerik, Malzeme ve Biçim Sorunu’; Suhrkamp 967, Frankfurt a. Main
[3] Rainer Grübel 1979): ‘Zur Aesthetik des Wortes bei Michail M. Bachtin’- Mikail Bakhtin’de Sözcüğün Estetiği Üzerine’; Suhrkamp, Frankfurt a. Main, s. 21-79.
[4] Karnavalizm kavramı için: Yayımlayan: Ansgar Nünning (2001): ‘Metzler Lexikon- Literatur- und Kulturtheorie- Metzler Edebiyat ve Kültür Kuramı Sözlüğü’; Verlag Metzler, Stuttgart-Weimar.
[5] Michail M Bakhtin (1979): ‘Die Aesthetik des Wortes- Sözcüğün Estetiği’; Rusçadan Almancaya çeviren ve yayımlayan: Rainer Grübel/Sabine Reese; Suhkamp Verlag, Frankfurt a. Main.
Prof. Dr. Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (10 Aralık 2019)