Michael Morpurgo adı bir şey ifade ediyor mu kendi başına? Duyduğunuzda ne düşündürüyor? Belki ilk anda hiçbir şey değil mi? Ama “Savaş Atı” dediğimde eminim ki çok daha başka bir durum çıkar ortaya. Kafanızda bir şeyler çağrışım yapabilir. Filmin hâlâ hafızalarda tazeliğini koruduğunu düşünüyorum çünkü. Steven Spielberg’in yönettiği 2011 yapımı savaş/dram filmidir “Savaş Atı”. Ve bu film İngiliz yazar Michael Morpurgo’nun 1982 yılında kaleme aldığı Birinci Dünya Savaşı sırasında geçen aynı adı taşıyan çocuk romanından uyarlamadır.
Morpurgo, 1943 yılında doğmuş ve savaş yıllarında Londra’da büyümüştür. Öğretmenlik yaparken yazar olmaya karar vermiştir. Yazdığı kitapların büyük bir kısmı çocuklar içindir. Children’s Book Ödülü’nün sahibidir. Morpurgo’nun dilimize kazandırılmış birçok kitabı vardır. Bunlardan biri de “Issız Adanın Kralı”dır. Bu kitap günümüzün Robinson Crusoe’su olarak da kabul ediliyor/edilebilir. Konusunu anımsayalım: “Michael tek başına hayatta kalmaya çabalıyordur. Yer, Pasifik Okyanusu’nda bir ada. Su ve yiyecek bulamayınca ölümü beklemeye başlar. Öleceğinden emin halde uykuya dalar. Bir anlamda ölüm uykusuna yatar. Fakat uyandığında yanında birkaç meyve ve bir tas su vardır. O zaman, Michael bu adada yalnız değil! Gizem dolu bir serüvendir Issız Adamın Kralı.
Ve bugünlerde okuyucularını yeni bir kitapla selamlıyor Morpurgo. Yine Tudem etiketiyle, yine soluksuz okunan gizemli bir serüvenle… “Gracie ve Daniel’a adanın tuhaf ihtiyarı Kuşçu’dan uzak durmaları söylenmişti. Peki, ama neden?” Benzer durumları hemen hepimiz yaşamışızdır. Çocukluk dönemimizde bize de tembih edilmiştir, onunla görüşme, oraya gitme diye. Bir gizem vardır orta yerde ve o bilinmezlik içimizi kemirip durmuştur. İşte bu kitapta da kuşçudan neden uzak durmaları gerektiği okurun içini kemiren gizemdir. İki arkadaş siste kaybolup da kendilerini Samson Adası’nda buldukları gün olayların esrarı yeni bir boyut kazanır. Kuşçu’nun gizem dolu hikâyesini öğrenirler. Fakat bu hikâye gerçek midir? Buna gerçekten inanmalılar mı? “Balinalar Geldiğinde” savaşa giden bir baba, Gracie ve Daniel’in serüven dolu arkadaşlığı, lanetlenmiş bir ihtiyar ve lanetlenmiş bir adanın yıllardır çözülemeyen gizemli hikâyesini anlatan müthiş bir kurgu. Ve satır aralarında önyargının insanı yanlışa sürükleyeceğinin işaretleri…
Kitaptan etkileyici bir bölümü paylaşalım isterim: “Bu sırada yattığı yerde yine kıpırdadı. Yaşlı adam etrafına bakındıktan sonra devam etti. ‘Aynı bunun gibiydi, neredeyse tıpatıp aynı. Gün doğduğunda tüm ada halkı sahilde toplanmıştı ama hiç kimse bize yardım etmiyordu… Babam bile. Peki, neden biliyor musun Gracie?’ Başımı iki yana salladım. ‘Anlatayım da dinle. Çünkü açıklarda başka balinalar da vardı ve karaya vurmuş olan arkadaşları yardım çığlıkları attıkça, onlar da gitgide sahile yakalaşıyorlardı. Karadaki insanların yapmaları gereken tek şey beklemekti. Öğlene doğru balinaların hepsi karaya vurmuştu ve çaresizlik içinde birbirlerine sesleniyorlar, acınacak bir halde ağlıyorlardı. Annem de ben de yapmamaları için ada halkına yalvardık ama bizi dinlemediler. Çoktan karar vermişlerdi. Balinaların boynuzları tüm ada halkını zengin edecek kadar değerliydi. Bu yüzden hayvanları oracıkta katlettiler; zavallıların kanları kumlardan akıp denize karışıyordu. O gün denizin rengi, daha önce hiçbir günbatımında olmadığı kadar kırmızıydı. Ertesi sabah uyandığımızda ise, koyun ortasındaki kum tepelerinden birinde karaya oturmuş bir gemi gördük.”
Şimdi başlıktaki soruyu bir defa daha soralım. Balinalar geldiğinde siz ne yapardınız?
Bu kitap; kötüler bir zaman hüküm sürseler de sonunda hep iyilerin kazanacağını anlatan bir kitaptır. Kitabın sonunda gerçekleşen mucizeler boğazınızı düğümleyebilir fakat yüzünüzde gülümsemeye de neden olacaktır. Karmaşık duygular içinde kalabilirsiniz. Sonunda iyilerin kazandığı bir kitapta da gülümseyelim ama değil mi?
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (4 Nisan 2016)