“Bir Yazarınız Olmalı” seminerlerimin köşetaşı yazarlarındandır Balzac. Seminer notlarımın akışında dile getirdiklerimin bir ucu mutlaka ona, Stendhal’e, Flaubert’e çıkar.
Balzac’ı çağdaşlarından farklı kılan birçok neden/yan var. Bunları sıralamak yerine onu bir yanından okumaya başlamak gerek diye düşünürüm.
O başlama noktanız hangi yapıtıyla olursa olsun, sizi kendi merakları kadar düşüncelerinin de ardına düşürür Balzac.
Onunla romanın yaşadığı yüzyıldaki keşfi daha bir ileri gitmiştir. Romana dair edilebilecek sözler için biriktirerek yazan, ama sürekli durmadan yazan bir anlatıcının roman dışında yazdıklarıyla karşılaştığınızda ise duralamanız kaçınılmaz.
Kendi payıma, yenilerde dilimize kazandırılan, onun bu tarzda yazdığı bir dizi incelemesinden biri olan “Çalışanın Fizyolojisi” (La Physiologie de l’employé), eminim ki okurken sizi de şaşırtacaktır. (*)
Balzac her şeyiyle yenidir, yeni çağın/zamanın ruhunu kavrayıcı biçimde yazar. Bu hacmi küçük, içeriği zengin kitapçığı okuduğunuzda böylesi bir bakış/gözlem/analiz/sezgi gücü olmadan roman yazılamayacağını anlarsanız. Dahası Balzac size aslında kendi roman ikliminin sanki bütün sırlarını verir. O “İnsanlık Komedyası”nın nasıl oluştuğuna dair ilk elden sırlardır bunlar.
Balzac’ın anlatısının çoğulluğunu, onun hayal gücünün sınırsızlığını, yaşadığı dönem Fransa’sının toplumsal sınıflarını kavrayışını görmeniz bu gerçekçi anlatıcının roman dünyasına bakışınızı da etkileyecektir eminim.
Onun her bir romanında karşımıza çıkan tutku/arzu/yıkıcı benlik sanrıları, toplumsal çözülmenin getirdiği dönüşümle yaşanan açmazlar, insan ilişkilerindeki derin çatışma, kapitalizmin ahtapot gibi sardığı bir dünyanın nereye yöneldiğini gösterme biçimi… Dönem romancılığının da belirgin öğeleri olarak öne çıkar.
Balzac’ın inşa ettiği roman dünyası yaşanan hayatın birer yansımasıdır. Ondaki görülmeyeni gösterme, sezilmeyeni sezdirme bilinci toplumu kavrayış, insanı anlamak düşüncesinden geçer.
Alain’in şu tespiti yerindedir: “Balzac söylenmeye asla cesaret edilemeyen şeyi söyleme cesaretini gösterir…”
Öyle ki, şimdi elimizdeki “Çalışanın Fizyolojisi” de öylesi bir bakışın ürünü.
Dönem Fransa’sının bürokrasisini, çalışanların sınıfsal yapısını adeta imbikten geçiriyor.
Çağının ruhu
Balzac, yaşadığı çağın ruhunu kavrayan, anlatan bir romancıdır. Onu geçiş dönemi romancısı olarak nitelendirmek getirdiği tanıklıklar kadar o dönem ruhunu yansıtmasındandır da.
Şu bir gerçek ki; Balzac’ın tanıklığı salt sezgiye, gözleme dayalı bir tanıklık değildir. Onda bilme/bilgi ve zamanının ruhunu kavrayış önemlidir.
Hele ki öyle bir romancının toplumun sınıfsal yapısını bilmek/anlamak gibi bir derdinin olması kaçınılmaz.
İşte elimizdeki kitap, “Çalışanın Fizyolojisi” bunun tipik örneklerinden biridir.
Balzac’ın böylesine birkaç önemli çalışması (küçük burjuvalar, evlilik, süslenme vb. üzerine ) ve mektupları vardır.
Balzac bir düzen/sistem analistidir aynı zamanda. Kurgu aydınlatır savımı doğrulayan, zenginleştiren bir romancıdır.
Ondaki aydınlanma düşüncesi kuşkusuz yaşadığı kültürel coğrafyanın ikliminin bir ürünü. Onun bu yanını hemen şu iki cümlesinde görürüz:
“Ülkenin işlerinin kötü yönetimi, devlet adamlarının alanıdır. Bir çalışan, doğa tarihi yasalarından bihaber bir ağustos böceğinden daha fazla sorumluluk sahibi değildir, ama durumu gözlemlemek için en iyi yerde konumlanmıştır.”
İşte o konumlanan insanlarının çoğunun öyküsü, gözleyicisi Balzac’ın roman kahramanlarıdır aslında. En üsttekiler, ortadakiler ve alttakiler…
Balzac, bize, romanlarında giderek yüzsüzleşen, arsız bir toplumu anlatmaktadır.
İnsan neden böyle sorusunun tümüyle yanıtı olmasa da, anahtarı sanki bu kitabında yatıyor.
Bir düzenin nasıl işlediğini göstermekle kalmaz, bunun üzerine düşündürür de.
Balzac, sizi huzursuz eden bir yazardır. Dostoyevski’nin ona eğilimi de bundandır. O, giderek körleşen bir toplumun bu gidişatını aydınlatmaya/göstermeye çalışır. Öyle bir zamandır ki; Napolyon gözden düşmüş, 1830 devrimiyle Fransa kabuk değiştirmeye başlamıştır. İşte Balzac da bu kitabına yansıyan düşünceleriyle o çöken yapının adeta kurumsal yapıdaki görüntüsünün röntgenini çeker. Yani “bürokrası makinesinin çarkları ve dişlileri”ni gösterir tek tek… bunu da ironik biçimde en ince ayrıntılarına kadar irdeler.
Şunu söylemeliyim ki, Balzac, bize bir romancının insanı/toplumu anlatmaya yönelirken asıl nereden/nasıl başması gerektiğini de gösterir.
Bu içgörü/bakış/yöntem olmadan yazanların romancı diye ortada gezinmemeleri için sanırım “Çalışanın Fizyolojisi”ni öncelikle okumaları gerekir. Ama sanki bürokrasinin o dişlileri arasında ezilen/yükselen/debelenen, hatta hatta dalkavukluk eden, tufeyli geçinenlerin kimler olabildiklerini öğrenmek için de okunmalı. Çünkü biliyoruz ki onlar Balzac okuyamayacak kadar o önemli işlerle ilgili dalavereleri çevirmekle meşguldürler …
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (20 Kasım 2018)
(*) Çalışanın Fizyolojisi, Honore de Balzac; Çev.: Münif Sair, Kasım 2018, Vakıfbank Kültür Yay., 114 s.