Bir öyküye nefretle başlamayalım diyor Ahmet Önel. Neye nefretle başlanır ki? Veya niçin nefret duygusu besler insan? Bu dünya kime, niçin yetmiyor da “sevgi” sözcüğü dillerde yer etmiyor. Sevgiyle yaklaşmıyor insanlar birbirine, neden?
Son dönemde yaşadığımız acı olaylara bir baksanıza. Hepsi nefretten kaynaklı, yıkmaya, yok etmeye yönelik. Giden canlar, yitirilen ömürler… Ardında kalan acı, gözyaşı, yas ve isyan. Tekrar soruyorum, neden?
Bugün nefret kusan yetişkinlerin çocukluk dönemlerinde sorun olduğunu düşünüyorum. Bir insanın bu dili benimsemesini, bu tip davranışları göstermesini aklım almıyor çünkü. Peki, ne yapalım da çocukluk döneminde sevgiyi, saygıyı davranış kuralı haline getirelim. Öncelikli olarak çocuğu seveceğiz. Ki sevmeyi öğrensin. Ona birey olduğunu hissettireceğiz, saygı göstereceğiz ki saygı göstermeyi öğrensin. Ha bir de kitaplar var tabi. Çocuğun kitabı sevmesi, okuması da çok önemli. Davranış kazanmasında yol gösterici olacaktır, yardım edecektir kitaplar. Sevgisizlikten boğulduğumuz bir ortamda sevgi, saygı ve dostluk üzerine bir kitaptan söz edelim istiyorum. Ahmet Önel’den çocuklara “Çıplak Zebra.”
Zebraları bilirsiniz, hani şu atların çizgili pijama giymiş olanları. Kahramanımız Arbez de bir zebra fakat onun çizgileri yok. Çizgisiz zebra olur mu demeyin. Olur! Olur, fakat Arbez’in bu konuda kafası biraz karışık. Çıplaklığı konusunda yapılan şakalardan sıkılıyor çünkü. Bırakıp gitmeyi düşünüyor yaşadığı toprakları. Tabi bir de merak var. Uzaklarda neler olduğunu merak ediyor. Kalmak mı zor, gitmek mi durumunu yaşıyor sevimli dostumuz. Çünkü ailesini de arkada bırakmak kolay olmayacak. Ha bir de arkadaşları… Zürafa Islak Merdiven, Soytarı Sincap, Kırmızı Fil Fingo, karmakarışık konuşan Kıskıs… Dostluk güzel şey de Arbez’in aklına uzaklar düşmüştür bir kere. Yeryüzünü tanıma arzusuna dur diyememektedir. Ve bir gün yollara düşer Arbez. Kim bilir belki çizgilerine de kavuşur bu yolculukta. Kitabı okuyunca şöyle bir soru düştü aklıma. Gerçek çıplaklık nedir acaba? Çizgilerimizin olmaması mı, bir dostumuzun unutması mı? Etrafımızdakilerin bize giydirdiği giysiler midir bizi çıplak yapan? Gelin bu sorunun yanıtını kitabı okuduktan sonra verin!
Ve hazır Ahmet Önel kitabından söz ediyorken düşler ülkesinde yitirdiğimiz düşlerimiz söz konusu iken, geleceğe umutla bakamadığımız şu günlerde “Düş Hırsızının Çırağı”ndan da söz edelim.
Uyandığımızda yarım yamalak hatırlasak da yüzümüzü güldüren, düşündüren, şaşırtan, heyecanlandıran düşlerimizi yitirsek hayat ne kadar tatsız olurdu değil mi? Tozlu şehrin sakinlerinin başına gelen de böyle bir şey işte. Yakın zamana kadar gördükleri düşleri artık yok. Yerinde yeller esiyor. Ve biliyorlar ki düşlerini kötü niyetli biri çaldı. Kendilerinden bu kadar emin olarak soluğu dedektif Fındıkkıran ve Atom’un bürosunda alırlar. Alırlar almasına da Fındıkkıran’ı bir düş hırsızının varlığına inandırmak kolay olmuyor. Ve aynı günlerde Tozlu şehre ayak basan Kiraz, bu şehirdeki tek tuhaflığın kaybolan düşler olmadığını fark ediyor. İnsanların olduğu kadar, dükkân adlarının da bir tuhaf olduğunu görüyor Kiraz. Sonrasındaysa… Kalanını kitaptan okuyun artık. Hepsini burada anlatmak olmaz!
Yaşadığımız tüm kötülüklere, tüm olumsuzluklara rağmen yine de umudu örmeye devam edelim. Güzel günlere olan inancımızı yitirmeyelim. Bu mücadeleyi sürdürürken kitapların iyi birer yoldaş olduğunu da unutmayalım. En karanlık anlarda gereksinim duyduğumuz kuvvet de destek de orada çünkü!
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (23 Kasım 2015)