Barlas Özarıkça 1948 İstanbul doğumlu. İstanbul Gazetecilik Yüksekokulundan mezun… Hamburg Üniversitesi Felsefe Bölümüne misafir öğrenci olarak gitmiş. Düsseldorf’ta Kızılhaç örgütünde sosyal danışmanlık yapmış. Rehber olarak çalışmış. Köln, Amsterdam, Paris şehirlerinde yaşamış, 1972’de Türkiye’ye dönmüş. İstanbul’da çeşitli işlerde çalışan Özarıkça, Hekimoğlu Ali Paşa Kütüphanesinde beş yıl yöneticilik yapmış. Bu dönemde (1986) Ters Adam romanı yayımlamış. Sonra Cumhuriyet’te çalışmış. Yazko Edebiyat, Somut, Varlık, Cumhuriyet Kitap Eki, Dünya Gazetesi Kitap Eki, Güneş Gazetesi, Hürriyet Gösteri, Türk Dili, Post Dergi, Kalabalık Cadde ve Pathos’ta yazıları yayımlanmış kendine özgü ve özgün bir yazar. Öncelikle tanıştığı Oğuz Atay ile sonraları yakınlık kurmuş ve bu durum eserlerinde etkisini hissettirdiği onun, kendi hakkında yazdığı öz yaşamında mevcut. Yazılarıyla hayatı arasında paralellik olan ender kalemlerdendir bence de.
İlk romanı Ters Adam öfke üzerine kurulmuş. Konusunu adında taşıyan kitap dünyanın ve ülkenin sorunlarını pasif biçimde ele almamış bir anti kahramandır. Ve yazarın gözlemleri salt kurgu değil, kendi yaşamından, düşüncelerinden de serpiştirdiği üst kurmaca ile de bunu gizlediği iyi okur tarafından anlaşılır ancak. İşlenen sorunlara öfkeli haykırışla karşı çıkar. Ortalıkta olmayı, daha doğrusu pek de görünür olmaktan haz etmeyen Özarıkça yeniden yazmaya dönmüştür. Gülnuş, Kaçkınlar Kahvehanesi, Rüya Galerisi adlı roman, Sera’da Aşk, Hay, Maskeli Timsahlar Kongresi adlı hikâye, Seks Aşkı Öper, Ayna Giyinen Şişko adlı deneme ve Buluşmalar Günlüğü, Sır Odaları, Ayrılışlar Günlüğü, Merdivenaltı, Sendeleme, Sayfaların Sonu adlı günlük kitapları yayımlanmıştır. Roman ve hikâyelerinin dili temiz, kararlı ve serttir. Postmodern çizgide işler konularını. Yaşadığı ve dönemin sorunlarına sessiz kalmaz yine de.
Ocak 2024’te Metinlerarası Kitap etiketiyle okurla buluşan ‘Maskeli Timsahlar Kongresi’ on iki hikâyeden oluşuyor. Hay kitabındaki kadar ilginç ve sarsıcı bu hikâyeleri de. Özgünlük ve işçilik bu kitabında da baştan sona kendini gösteriyor. 716 473, Şehir Efsanesi Dilenci, İtirafın Savcısı, Jigolo, Göz Ucu, Peri Otel Cinayetleri, Tepe, Seyfi-Tek Elle Alkış, Afiş: Arzu Apartmanı, Işığın Beyi ve Ham ile Hamadi, Çünkü ve kitaba ad olan Maskeli Timsahlar Kongresi adlı hikâyelerdeki düşle gerçeğin ve kurgunun içselleştirilmesi karşısında sarsılmamak olanaksız. Her hikâyenin anlatıcısı iyi birer hikâyeci ve anlatıcı olduklarından anlattıkları okuyacak olanın gözünde canlanır ve kitap bittikten sonra da tadı dimağda kalır. 716 473’teki kişinin ailesiyle yaşadıkları ve telefon görüşmeleri hangi zamanda olup bitmiştir ya da sadece anlatının aktardığı mıdır pek anlaşılmaz. Çünkü yazar, kolay bir okurdan yana değildir. Bu kendini ele vermemek durumu öteki hikâyeler için de geçerlidir.
Dilin temizliği, anlatıcıların hikâyeleri nasıl, niçin anlatacaklarını biliyor olmaları kurgunun kaçınılmaz bütünlüğünü sağlıyor. Dille, kurgunun bütünlüğü de hikâyelerin merakla okunmasını, okurun peşinden gitmesini dayatıyor. Yazısıyla hayatı paralel giden bir yazar. Hikâye kişileri ve olaylar sanki sisli, alacakaranlık ortamlarda ve yerlerde geçer. Bu yüzden de düş müdür yaşanılanlar, gerçek midir kimi zaman ayırt etmek güçtür. Yaşanmışlıklardan soğurduklarını kurgusal gerçekliğe yedirirken bir tür rüya/düş estetiği yaratır her bir hikâyesinde. İster gerçekliklerden esinlenilmiş, isterse tümüyle kurgusal olsun hikâyeyi rüyalaştırıp yazmak öyle sanıldığı gibi kolay değildir. Bu ustalık isteyen bir sonuçtur. Gerçeküstücü olanla olmayanı sentezlemek her öykücüyüm diyebilenin üstesinden geleceği bir tarz değil. Katmanlı, sisli ve bulanık metinler ustası Barlas Özarıkçı bu öykülerinde de parmak izi kadar özel ve de kişisel hikâyeleriyle okunmayı, bilinmeyi hak ediyor.
edebiyathaber.net (29 Şubat 2024)