Dünya çapında bilinen kalemlerin eserlerini, özenli çevirileriyle Türkiye’deki okurlarla buluşturan Ayrıntı Yayınları, yaz sona ermeden önemli eserler okumak isteyen edebiyatseverlere beş büyük yazarın romanlarından oluşan bir seçki öneriyor! Seçkide Julian Barnes’ın alternatif ve hatta muhalif bir insanlık tarihi sunan romanı 10,5 Bölümde Dünya Tarihi; John Fowles’ın edebiyat şöleni niteliğindeki romanı Büyücü; Ursula K. Le Guin’in ödüllü bilimkurgu klasiği Karanlığın Sol Eli; Tom Robbins’in dünyamızın altüst olmuş değerlerini sorguladığı trajikomik romanı Sirius’tan Gelen Kurbağa ve Robert M. Pirsig’in kült romanı Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı yer alıyor.
10,5 Bölümde Dünya Tarihi
Yazar: Julian Barnes / Çevirmen: Serdar Rifat Kırkoğlu
Edebiyat
Julian Barnes’ın 10,5 Bölümde Dünya Tarihi adlı romanı, bildiğimiz, alışageldiğimiz dünya tarihlerinden değil. Bir kere, yapısını kuru ve kavramsal düşünceler değil, o düşünceleri doğuran estetik yaşantılar oluşturuyor. İkincisi, geleneksel bakış açılarından sapan alternatif bir tarih, hatta deyim yerindeyse, Doğa’nın gözünden muhalif bir İnsanlık Tarihi. Sonra, ilginç bir şekilde, kesirli, artığı olan bir tarih. Nedir bu artık? Bu artık, kitabın bir bölümünü (“Parantez”) oluşturacak kadar önemli; çünkü Julian Barnes “aşk” kavramını, çok bilinmeyenli Dünya Tarihi denkleminde olmazsa olmaz bir parametre olarak görüyor ve ona romanında son derece önemli ve anlamlı bir yer açıyor. Barnes romanında, o eşsiz ironisiyle, bize olağanüstü çeşitlilikte öyküler anlatıyor, ama her şeyden önce de sorular soruyor: Nuh efsanesi bir tahtakurdunun bakış açısından anlatılacak olursa ortaya nasıl bir Tarih yorumu çıkar? Filistinli teröristler, Akdeniz’de seyreden bir yolcu gemisini ele geçirip de taleplerinin yerine getirilmesi için yolcuları öldürmekle tehdit ederlerse, Nuh efsanesi çağdaş zamanlarda nasıl bir yankı bulmuş olur? XVI. yüzyıl Fransası’ndaki Mamirolle köyü sakinleri haşaratı mahkemeye verirlerse karşımıza nasıl bir dava çıkar? Ve insanlığın en eski düşlerinden biri, düşünüzde uyandığınızı görmek, ölümsüzlük konusundaki görüşlerinizde nasıl bir değişikliğe yol açabilir? İşte Julian Barnes, 10,5 Bölümde Dünya Tarihi adlı romanında, bizlere bu denli değişik ama aynı zamanda da bu denli çok ortak paydaya sahip öyküler anlatıyor. Hayatta kalma ve aşk, sanat ve gerçeklik gibi edebiyatın evrensel temalarını ele alıp Tarih’in farklı dönemlerinden değişik öykülerle bütün bu yaşantılar arasındaki derinlerde yatan koşutlukları, yaşantı birliğini keşfetmeye girişiyor ve bunu yaparken de, Kitabı Mukaddes’in dilinden argoya kadar çok geniş bir anlatım yelpazesi içinde ustalıkla kalem oynatıyor. Tabii, bütün roman boyunca o eşsiz ironik üslubunun damgasını taşıyarak… 10,5 Bölümde Dünya Tarihi, okuduktan sonra dünyayı mutlaka farklı göreceğimiz ve belleklerden kolay kolay silinmeyecek, çarpıcı bir roman.
Büyücü
Yazar: John Fowles /Çevirmen: Meram Arvas
Edebiyat
Çağının yarı-entelektüel bunalımlarını geçirmekte olan, Oxford mezunu Nicholas Urfe, İngiltere’nin kasvetinden ve aşktan kaçmak için ücra bir Yunan adasına İngilizce öğretmeni olarak gider. Tek başına sıkıntılı günler geçirdiği, şair olduğuna dair hayallerinin de suya düştüğü bir sırada, gizemli milyoner Conchis ile tanışır… Büyücü insan zihninin labirentlerinde dolaşan metafizik bir eğlence trenidir adeta. Bu labirentlerde gerçeklikle sanrı arasındaki gri bölge kahramanımızca ihlal edilir. Birbiri ardına gelişen ürkütücü olayların, aşk ve ihanetin sonucunda Urfe başta kendi akıl sağlığı olmak üzere her şeyden şüphelenir bir duruma gelir. Mitolojik öğelere ve Shakespeare’in ünlü oyunu Fırtına’ya çeşitli göndermelerin yapıldığı hikâyede John Fowles, savaşın acımasızlığını, bir Akdeniz adasının dinginliğini, insan zihninin karmaşık yapısını, kadın-erkek ilişkisinin doğasını, Tanrı ve özgürlük kavramlarını ustaca anlatımıyla irdeler. Gerçek özgürlüğün ancak kendini tanımakla mümkün olabileceği savından yola çıkılarak hayallerle gerçek deneyimler arasındaki ilişkiler, Fowles’un Prospero’su Conchis tarafından bir dizi yanılsama, maske ve gösteriyle çarpıcı bir biçimde sahneye konur. Büyücü’de, insanlığın karşı karşıya bulunduğu tehdit, Batı kültürünün duvarları arasına olduğu kadar insanın kendi bilincinin duvarları arasına da gizlenmiştir. Urfe gibi, içinde doğdukları kültürün sosyal yapılarınca dayatılan davranış kalıplarından uzak durma özgürlüğüne sahip olduklarını keşfeden bireylerin çabalarıyla varılabilecek yeni bir bilinç düzeyine yolculuktur bu. Random House’un 20. yüzyılda İngiliz dilinde yazılmış en iyi yüz yapıt listesinde yer alan Büyücü, kişisel özgürlüğe ulaşmanın ve insanın kendini keşfetmesinin zorluklarına dair bir edebiyat şöleni…
“Ancak Marquis de Sade, Arthur Edward Waite, Sir James Frazer, Gurdjieff, Madam Blavatski, C. G. Jung, Aleister Crowlley ve Franz Kafka’dan oluşan bir ekibin tasarlayabileceği, ihtişamlı bir gerilimle örülmüş bir muammanın romanı.”
Financial Times
Karanlığın Sol Eli
Yazar: Ursula K. Le Guin / Çevirmen: Ümit Altuğ, Serap Altuğ
Edebiyat
“Bilimkurgu”nun en önemli iki ödülü olan Hugo ve Nebula’yı kazanarak kısa zamanda türünün klasikleri arasına giren Karanlığın Sol Eli, dünyamıza çok benzeyen Kış adlı bir gezegende geçer. Bu gezegende yılın en sıcak zamanlarında bile yarı-kutup iklimi yaşanır ve tüm sakinleri çift cinsiyetlidir (androjen). Cinsel kimliğin bir statü ya da güç aracı olarak kullanılmadığı bu gezegende kişiler yılın belli bir döneminde o anki hormonal durumlarına göre erkek ya da kadın olmaktadırlar. Öyle ki, birkaç çocuk doğurmuş bir ana daha sonra başka çocukların babası olabilmektedir. “Arkadaşlık” ve “sevgililik” arasındaki “boşluk” anlamsızlaşmış; insan düşüncesini belirleyen düalizm eğilimi azalmış; insanlığın güçlü/zayıf, koruyucu/korunan, hükmeden/hükmedilen, sahip olan/sahip olunan… Ve benzeri ikiliklerini oluşturan temeller zayıflamış gibidir. Cehaletin, şimdinin, mevcudiyetin ilerlemeden daha gözde olduğu bir gezegendir Kış.
Bir gün Kış’a uzaydan bir erkek elçi gelir ve onların da katılmasını istediği bir gezegenler birliğinden söz eder… Elçinin gelişiyle birlikte yerli ile yabancı, erkek ile dişi, benzerlik ile benzemezlik, parça ile bütün arasındaki ilişki ve çelişkiler insanlardaki karşılıklarını bulup yaşamaya başlarlar…
Zihni kapasitesini zorlayan hayaller kurmayı hâlâ sevenler için…
Sirius’tan Gelen Kurbağa
Yazar: Tom Robbins / Çevirmen:Süha Sertabiboğlu
Edebiyat
Hırslı melez güzeli Gwendolyn Mati borsa simsarıdır. Paskalya arifesinde borsa çökünce, kendine ve müşterilerine ait paraları kurtarmanın derdine düşer. Aynı zamanda imana gelmiş bir maymunun kaybolması, sokak serserilerinin saldırısına uğramak, 130 kiloluk kaftanlı-türbanlı medyum arkadaşının sırra kadem basması gibi kariyeriyle ilgisi olmayan meselelerle boğuşmak zorunda kalır. Bunlar yetmezmiş gibi Timbuktu’dan yeni gelen kurt borsacı Larry Diamond da dağılmış hayatının tam ortasına düşer. Gwen, işiyle ve parayla ilgili hırslarını tatmin etmek için binbir dolap çevirmeye çabaladığı üç gün boyunca Larry’nin aykırı tavırlarının ve cinselliğinin cazibesinden kurtulamaz. Onun etkisiyle kurbağa nüfusunun neden hızla azaldığı, Afrika’nın ücra bir köşesindeki Bozo kabilesinin Sirius yıldızıyla ilgili sırlara binlerce yıldan beri nasıl olup da vakıf olduğu, eski Çin İmparatoriçesinin ucu yeşimden kristal lavmanıyla rektum kanserinin tedavi edilip edilemeyeceği, Tarot kartlarından birinin değiştirilmesinin anlamı gibi sorularla uğraşır…
Tom Robbins, yayınevimizden çıkan Parfümün Dansı, Dur Bir Mola Ver ve Ağaçkakan’da olduğu gibi bu romanında da kahramanlarını bambaşka bir atmosfer içinde yeniden yaratırken gerçekliğin bilinmedik yanlarına projektör tutuyor. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını vurgulayarak, trajikomik bir çılgınlık içinde dönüp duran dünyamızın altüst olmuş değerlerini benzersiz bir biçimde sorguluyor…Gene hınzır, bilge, erotik ve kışkırtıcı…
“Bu sadece eğlencelik bir kitap değil. Okuru, parlak ve zekice ayrıntılarla örülmüş hınzırlıkların, kehanetle ve binbir tuhaflıkla kaynaşan karanlık bir olay örgüsünün içine fırlatıp atıyor.”
The Oreganian
Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı
Yazar: Robert M. Pirsig / Çevirmen: Süha Sertabiboğlu
Edebiyat
Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı, roman, otobiyografi ve felsefi deneme türlerinin sınırlarını genişleten bütün bir akılcılık geleneğini sorgulayan benzersiz bir “kült kitap”. Romanda bir adamın, oğlu ve iki arkadaşıyla birlikte yaptığı uzun bir motosiklet yolculuğu anlatılıyor. Yolcular, metalik-plastik yalnızlıkların hüküm sürdüğü, özdeki çirkinliklerin yapay bir “stil” cilasıyla kapatılmaya çalışıldığı, “stilize” nesneler, “stilize” insanlar ve ilişkilerle dolu bir hayatın yaşandığı Amerikan kentlerinden, sapa dağ yollarından, uçsuz bucaksız düzlüklerden geçiyor, bir dağa tırmanıyor ve en sonunda okyanusa varıyorlar. Adam yolculuk boyunca bir de “iç yolculuk” yaşıyor, başka doruklarda geziniyor. Kendi “deli” geçmişine, aklın ötesine yol alıyor. “Akılcılık” dediği hayaletin peşinde, antik Yunanlardan modern bilim felsefesine kadar bütün Batı düşüncesini katediyor. Etrafındaki bütün çirkinliğin, sahteliğin sebebi olduğu söylenen teknolojiyi suçlamıyor. Sorun, teknoloji üreten insanlar ile ürettikleri nesneler arasındaki ilişkidedir çünkü. Bunun temelinde de gerçekliği, özne ve nesne diye uzlaşmaz karşı kutuplar koyutlayarak kavramaya çalışan Akıl anlayışındaki “genetik bir bozukluk” yatar. Bu anlayış, Nitelik sorunuyla hesaplaşamaz. Bir sanatçının yapıtını oluşturduğu, bir tamircinin bir motosikleti özenle tamir ettiği saf Nitelik anlarında özne ve nesne özdeştir. Bir yanda insan, bir yanda dünya/nesne yoktur. Değer yoksa olgu da olamaz. “İyi”, gerçekliğin bir biçimi değildir, kendisidir. Pirsig’e göre dünyayı politik programlar oluşturarak düzeltemezsiniz; bunlar ancak temeldeki değerler sisteminin doğru olması durumunda işe yarar. “Dünyayı düzeltmenin yeri önce kendi yüreğimiz, kafamız, ellerimiz ve onlardan çıkan iştir.” Bu yüzden de insanlığın yazgısını düzeltmekten değil, motosikletin nasıl onarılacağından söz eden bir kitaptır bu. “Çünkü gerçek motosiklet, kendimiz denen motosiklettir.”
edebiyathaber.net (28 Ağustos 2024)