Söyleşi: Damla Karakuş
Cinsellik, yüz yıllardır tabumuz; bahsederken elma yanaklarımız rengini âdeta yaşıyor. Peki, tarihte neler yaşandı? Cinsellik dünyada hep tabu muydu? KaplumbaA Kitap etiketiyle raflarda yerini bulmuş Cinselliğin On Bin Yılı’nı, çevirmeni Başak Sözer anlatıyor…
Az önce tarihe baktım, en son şubatta konuşmuşuz Başak’la bunları. Aksilikler yaşanmış, yayınlanamamışız bir türlü. Sonra biz çok konuştuk, arkadaş olduk, bir etkinlikte koşup sımsıkı sarıldık bile… Hayat denen bu yerde her şeyin gerçekten bir zamanı var; bu röportajın sizinle buluşması da bugüne kısmetmiş. Kısacık, ama konusu bir o kadar etkili. “Cinsellik nasıl tabu haline geldi?” diye sorup durduk birbirimize Başak’la. Siz de soracaksınız, eminim. Zira Cinselliğin On Bin Yılı da varoluşumuzun en doğal olgusunun tabu haline gelişini öyle güzel anlatıyor ki! Gizli saklı sohbetler, tıklanan internet siteleri… Hepsi bir kenara! Cinselliğin On Bin Yılı’nda, Nansen & Piccard’ın anlattıkları ufkumuzu açıyor. Ama şu an söz Başak’ta. Kahvenizi alın, gelin.
Başak, kendinden ve Cinselliğin On Bin Yılı’nın çeviri sürecinden söz eder misin?
Doğma büyüme İstanbullu, 2014 itibarıyla Bodrumluyum. Doktoramı deniz biyolojisi alanında yaptım; 10 sene kadar araştırmacı olarak çalıştım. Bodrum’a taşınırken mikroskobumu da alıp yazmayı ve araştırmacılığı aynı metrekareye sığdırdım. O zamandan beri çeviri işleri alıyor ve bir şeyler karalıyorum. Çok kıymetli arkadaşım Alsem, Cinselliğin On Bin Yılı’nın çevirisini teklif ettiğinde kitabın ismi bile heyecanlanmama yetmişti. İçeriğe şöyle bir göz atıp işi hemen kabul ettim; zira yayımlandığını duysam koşarak alıp okuyacağım son derece eğlenceli bir tarihçeyi Türkçeleştirme şansı yakalamıştım.
Cinsellik, tabu konulardan biri. Çevirirken zorlandığını hissettin anlar oldu mu?
Varoluşumuzun en tabii olgusunun tabu hâline gelme sürecini kitap o kadar güzel anlatıyor ki! Cinselliğin tabu oluşu, özellikle Türkiye dokusundaki toplumlar için kaçınılmaz bir durum elbette. 20’li yaşlarımın ortalarından itibaren bu tabusal alanı kendince yıkmaya çalışanlardan olmaya çalıştım. Bu sebeple, çeviri esnasında zorlandığım anlar nadirdi. Ancak içsel olarak rahatsızlık duyduğum tek bölüm, zannediyorum “Spartalı Tatlı Babacıklar”dı. Hiçbir yüzyılda haklı gerekçelere dayandırılmaması gereken, bazı coğrafyalarda maalesef hâlâ güncelliğini yitirmemiş bir yara olarak çocukların kaçırılıp alıkonmasıyla ilgili bir bölüm.
Peki, cinsellik tarihimizle ilgili bu kitaptan öğrendiğin en ilginç şey ne oldu?
“Marco Polo ve Hafifmeşreplik”te bahsi geçen Mosuo Kabilesi! (İpucu: bölüm başlıklarında ironik bir dil kullanılması) Mosuolar’a daha evvel bir belgeselde rastlamıştım. Bugün hâlâ Lugu Gölü kıyısında yaşayan bu anaerkil kabile, kitapta da kendine yer bulmuş. Kabilede herkes istediği kadar seks yapabiliyor. Kimse, geceyi kiminle geçirdiğinden bahsetmek zorunda değil. Cinsellik hoş görülmekle beraber bir yaşam kriteri olarak kabul edilmiyor. Özellikle kadınların cinsel açıdan bu denli özgür olması, Orta Çağ ataerkilliğiyle şekillenmiş bir adam olan Marco Polo’ya göre son derece kafa karıştırıcı tabii. Bununla beraber, kabilenin acımasız dış dünyadan en önemli farkı, şiddetin neredeyse hiç görülmediği cennet gibi bir topluluk yapısına sahip olması. Bu durum dillerine bile yansımış. “Soygun, cinayet, savaş” sözcüklerinin Mosuo dilinde karşılığı yok.
Cinsellik ve edebiyat arasındaki bağlantıyı nasıl değerlendirirsin?
Değerlendirme parametresi sansür olsa gerek. İnsanlık, on bin yıldır cinsel içerikli tekstler yazmış; günümüze ulaşmayı başaranlar sayıca az. Halbuki efsanelerden romanlara pek çok metnin, varoluşumuzun yegâne temeline dair ögeler barındırması kadar doğal bir şey olabilir mi? Keza bugün, tutucu yaklaşımın hışmına uğrayıp yayımlanmayan kim bilir kaç eser var. Cinsel olanın aynı zamanda politik olmasıyla ilgili bir mesele bu. Konuyla ilgili mutlu son beklentim pek yüksek değil.
edebiyathaber.net (18 Kasım 2022)