Hıfzı Topuz, Türkiye’nin utanç defterinde önemli bir yeri olan Sabahattin Ali olayına Eski Dostlar kitabında yer vermiş, okuyucuların da talebi ile daha sonra Sabahattin Ali’nin hayatını daha detaylı olarak yazmaya karar vermiş. Ancak bunu yaparken bir biyografi yazmaktansa konu ile ilgili kaynaklara sadık kalarak kurgulamayı tercih etmiş ve Sabahattin Ali romanı çıkmış ortaya. İsmini de, Sabahattin Ali’nin 1933’te Sinop cezaevinde yattığı sıralarda yazdığı ve bugüne kadar dilimizden düşürmediğimiz şiirinden almış: Başın Öne Eğilmesin.
Başın Öne Eğilmesin için edebi açıdan çok güçlü bir kitap diyemeyeceğim. Ancak Sabahattin Ali’nin hayatını konu edinmesi ve ilgili döneme dair verdiği tarihsel bilgilerle önemli bir eser. Romanı okuyarak hem Sabahattin Ali olayına, hem Aziz Nesin’den Sertellere Nazım Hikmet’ten Cimcozlara Türkiye tarihinde önemli yeri olan birçok ismin yaşadıklarına, hem de Türkiye’nin bir türlü ders alıp da değiştiremediği, çaresizce tekerrür eden tarihsel kaderine tanıklık ediyoruz. “Şiddet ve terör her yerde hep aynı yollarla topluma egemen oluyor ve uygarlığın üzerinden silindir gibi geçiyordu.”
Kitap Sabahattin Ali’nin katlediliş hikayesi ile başlıyor. Sonra gençlik dönemine geri dönüş yaparak ilerliyor. Bu ülkede yaşayan hemen hemen bütün gerçek aydın ve sanatçıların başına gelenler Sabahattin Ali’nin de başına geliyor tabii ki. Sadece daha güzel bir dünya düşüne yönelik düşünceleri, yazıları, fikirleri nedeni ile gerçek dışı olduğu kadar akla mantığa sığmayan, yıpratıcı, dayanması zor uygulamalara maruz kalıyor. Sabahattin Ali’nin genç yaşlarında arkadaşı Ayşe Sıtkı’ya yazdığı şu satırlar onun hem ne kadar ileri görüşlü olduğunun hem de neden baskılara maruz kaldığının kanıtlarından biri: “Gerçek olan bir nokta daha: kendisi kadar güçlü ve çekici bir şey vermedikçe dini ortadan kaldırmaya kayıtsız ve koşulsuz olanak yoktur.”
Atatürk’e hakaret etmekle suçlanıyor. Kendini aklamak için çabaladıkça daha sıkıntılı süreçlerin içinde buluyor kendini. Kısacık ömrü boyunca nereye gitse, ne yapsa komünist olmakla, Rusya için çalışmakla, vatan hainliği ile itham ediliyor. Yaşam alanı bırakmıyorlar kendisine.
Keyifli zamanlar da yaşıyor elbette. Kızı filiz Ali ile geçirdiği zamanlar mesela.
Mavi Yolculuk’un ortaya çıkışına neden olan ilk tekne turunun yapıldığı ekipte Sabahattin Ali, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sabahattin Eyüboğlu, Melih Cevdet Anday, Orhan Veli, Azra Erhat ve elbette Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir var. İki hafta süren deniz yolculuğunun anlatıldığı bölüm kitabın en keyifli bölümlerinden biri.
4 Aralık 1945’te halkın provoke edilerek Tan, Yeni Dünya ve Görüşler isimli dergi ve gazetelere saldırısı ile sonlanan baskı ve sindirme sürecini bu kitap sayesinde öğrendim ve okurken dehşete düştüm. Bu bölümleri okurken Türkiye’de neden cehaletin sürekli yüceltilip aklın, bilimin, eğitimin, okumanın engellendiğini tekrar ve tekrar düşünmek zorunda kalıyoruz. Ve ne acı ki cehalet bu kadar sürdürülür ve yaygınlaştırılırken tarihin tekerrür etmesi de kaçınılmaz oluyor. Sabahattin Ali bu üç gazeteye de yazı vermektedir ve tüm yayın ekibi dostlarıdır. Tan Gazetesi’nin yöneticileri Zekeriya ve Sabiha Sertel çifti olaylar sırasında linç edilmekten kıl payı kurtulurlar.
Diğer bir sonu hüsranla bitecek dergi süreci de Markopaşa. Sabahattin Ali’nin Aziz Nesin ile ortak çıkardıkları Markopaşa, bir döneme damga vuran bir dergiye dönüşüyor ve elbette bu başarı bazı çevreleri rahatsız ediyor. Hem Aziz Nesin’in hem de Sabahattin Ali’nin tutuklanmaktan, hapis yatmaktan, işkenceden, parasız kalıp batmaya kadar başlarına gelmedik kalmıyor.
O kadar bunaltıyorlar ki Sabahattin Ali’yi en sonunda yazmayı bırakıp kamyonculuk işine giriyor. Sonrasında da ülkeden kaçmaya karar veriyor.
Yaşadığı her şey romanlarına ve öykülerine yansıyor. Yaşamdan doğrudan beslenen yazarlardan biri Sabahattin Ali.
Sabahattin Ali ve onun gibi o dönemin sol görüşlü yazar, şair, gazeteci ve sanatçılarının baskı gördüğü, öldürüldüğü bu dönemde iktidar partisi CHP. Ülke çok partili sisteme geçmeye çalışıyor. Daha ilginç olansa, CHP’nin faşistlikle suçlandığı o yıllarda tüm bu sol görüşlü kesim Demokrat Parti’ye ve Adnan Menderes’e umut bağlıyor. Ah şu tarih ne kadar önemli!
Sabahattin Ali’nin nasıl öldürüldüğü ve bu ölümün ardındaki isimler hala gizemini koruyor. 41 yıllık kısacık ömrüne sığdırdığı eserlere bakınca ne büyük bir değeri kaybettiğimiz daha iyi anlaşılıyor. Onun başı öne eğilmedi hiç… Oysa biz, hepimiz, Sabahattin Ali’lerin, Metin Altıok’ların, Hrant Dink’lerin, Uğur Mumcu’ların, Cumartesi Annelerinin ve maalesef daha yüzlerce ölümün karşısında başı eğik bir ülkenin çocuklarıyız…
Katillerini lanetle, Sabahattin Ali’yi saygı ile anmaya devam edeceğiz.
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (10 Ekim 2016)