Hızlı değişim süreçlerinden geçen, “modernleşme şoku” ile sarsılan ülkelerin yaşadıkları kültürel-siyasi dönüşümler, büyük toplumsal sarsıntılara, travmalara sebep olur. Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet ülkemizin kültürel, siyasi iklimini baştan aşağıya değiştirmekle kalmamış, söz konusu dönüşümün hem bünyeye yadırgatıcı derecede yabancı olması hem de tepeden inmeci gerçekleşmesi, değişimin bir şokla sonuçlanmasını ortaya çıkarmış, büyük şokun neticesi de büyük bir travma olmuştu.
Ahmet Mithat’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Halid Ziya’dan Peyami Safa’ya, Oğuz Atay’dan Hasan Ali Toptaş’a, geniş bir yazar yelpazesi içinde ele alınan mesele, bir yerde “Türk modernleşmesi”nin edebiyattaki yansımalarını gösterirken, modernleşme tecrübeleri ile birlikte gelen değişimlerin sanatçıların zihinlerinde oluşturduğu tartışmaları, çatışmaları, dahası çatlakları ve bunun romanlara yansımalarını inceliyor.
Yeni ile eskinin çatışması ve yazar
Büyük bir değişim şoku karşısında ne yapmalı? Parla, Türk edebiyatında kültürel-siyasi değişimin iki türlü karşılandığını yazar:
“Toplumsal değişimin her aşamasının bir travma olarak yaşandığı Türkiye’nin yakın tarihinde bu sancılı süreçlere seyirci kalamayacakları belli olan yazarlar, değişimi ya iyi yönetilmiş dönüşüm idealiyle ya da ani, plansız, kuralsız, yaptırımsız bir sıfır noktası olarak gördükleri başkalaşım tepkisiyle karşıladılar.”
Yazarlar için iki yolun da olumlu ve olumsuz tarafları vardı. Değişimi soğukkanlılıkla karşılayan yazar, yazının sakin limanına sığınmakla kendini güvende hissetmesine rağmen ister istemez yeni ile eskinin çatışmasını yaşıyor, çoğu kez de muhafazakârlaşma endişesine kapılıyordu. Diğer yanda başkalaşım peşindeki yazar, yeni bir yaratıcılık yatağına kavuştuğunu düşünse de söz konusu yatağın aktığı ırmağın dalgaları arasında yolunu kaybetme kaygısını duyuyordu.
Ahmet Mithat, Peyami Safa gibi yazarların yenilikçi yönleri mevcut olsa da son tahlilde bu yazarlar eskinin emin sularında akmaktan başka bir çare bulamadılar. Bunun yanında Halid Ziya, Oğuz Atay, Bilge Karasu gibi yazarlar ise dönüşüme açık yapılarıyla yeni bir edebî zihniyetin yapılanmasına sebep oldular ama kahramanlarının yalpalamasına, dahası yenilmesine göz yumdular. Ancak yenilik, yenilgi ile birlikte yeni bir entelektüel -Parla özellikle yazar kahramanlar üzerinde duruyor- tipinin de ortaya çıkmasına sebep oldu: Denetlenmiş bir değişimin, bir bakıma revizyonun aktarıcısı olmak yerine denetlenemez bir dönüşümün, başkalaşımın peşinde, başkalaşma pahasına başarısızlığı bile kabullenen, başkalaşımı bir tür muhalefet imkânı haline getiren kahramanlar; doğrusu anti-kahramanlar. Başka birçok örnekle birlikte Halid Ziya’nın Mai ve Siyah’taki başarısız yazarı Ahmet Cemil de, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’daki Selim Işık’ı da bu tasnifte yer alır.
Başkalaşımın yazarı gibi kahramanı da dönüşümün denetlenmesini istemediği kadar değişimden de korkar, ancak değişimin getireceği özgürlük alanından da vazgeçemez. Zira burası genelgeçer doğruların, katı ideolojilerin, yerleşik düşüncelerin, basmakalıp söylemlerin ötesinde bir tutumu ima eder. Yazar da, roman kahramanı da yeni ırmağın yatağında yalpalarken yeni bir “dil”in imkânlarını işaret eder. Ancak söz konusu imkân bir tür başarısızlıkla, yenilgiyi de beraberinde getirir. Zira her türlü zafer, her türlü başarı, başkalaşımın durmasına, suların durulmasına, yazarın hayatını kurtarmak pahasına eskinin kanatları altına sığınmasına yol açar. Avant-garde’ın kendini üretmesine sebep olan iç çelişkisi de buradadır zaten. Beckett’in ünlü aforizmasında dediği gibi: “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil.”
Celil Civan – mostar.com.tr (01 Mayıs 2012)