Gerçekliğin tüm karanlığıyla ruhumuzu sardığı bir ortamda, biraz onun dışına çıkmaya dünyanın karanlığından başka bir yere sığınmaya ihtiyaç duyuyorsak Ursula K. Le Guin’in yazı dünyası bu konuda bize yardımcı olabilir. Onun gerçekle düş arasındaki anlatısı, imgeleri, sizi büyülü dünyalara götüren kurgusu, yaşamımızın devamlı yüzümüze vuran olumsuzlukları karşısında biraz olsun güç verici olacaktır. Le Guin’in kendi cümleleriyle ifade edersek: “Kitap sözcükleri tutar. Sözcükler şeyleri tutar. Anlamları taşır. Roman şeyleri birbiriyle ve bizimle belirli ve kuvvetli bir ilişki içinde tutan bir ilaç bohçasıdır.” Onun kitaba, özellikle romana dair söylediği bu cümleler özellikle Le Guin’in kitapları ile birlikte düşünüldüğünde anlam kazanıyor. Çünkü onun kurguyla gerçeklik arasındaki çizginin sınırlarını aşan anlatısı ve bitip tükenmek bilmeyen hayal gücü sahiden de bir ilaç bohçası gibi iyileştirici bir yana sahip.
Ursula K. Le Guin’in önemli kitaplarından birisi kabul edilen “Başlama Yeri” geçtiğimiz günlerde Ayrıntı Yayınları tarafından, Can Eryümlü çevirisi ile basıldı. Kitap bizi, Le Guin’in yukarıda bahsetmeye çalıştığımız dünyasıyla buluştururken, gerçek ve gerçek üstünün iç içe geçtiği bir anlatı sunuyor. Ayrıca kitabın alt metninde hepimize dokunabilecek mesajlar var. Çünkü Le Guin kitabın kahramanları üzerinden yaşamdaki sıradanlık içinde sıkışmışlığa, yeni yol arayışlarına, korkularımıza ve aşka değiniyor. Hayal gücünün sınırlarını aşarak başka bir dünyada, serüven dolu bir yolculuğa çıkarıyor.
“Başlama Yeri” kitabının başkarakteri Hugh Rogers annesi ile yaşadığı hayattan bunalmış, bir markette kasiyer olarak çalışan birisi olarak çıkıyor karşımıza. Sıradan yaşamı, her sabah aynı başlayan ve biten gün, annesinin bitmeyen sızlanmaları ve tüm bunlar arasında kendisini bulamayışı içerisinde kaybolmuş bir karakter o. Aslında birçoğumuzun hissettikleri onun içinde bulunduğu durum, gündeliklerin içerisinde kaybolmuş bir hayatın yaşayıcısı olma hâli. Ancak bir süre sonra Hugh için işler bu tekdüzelikten çıkıyor. Çünkü o ormanın derinliklerinde kendisini “başlama yerine” götürecek, yeni yollar açacak bir kapıyla karşılaşıyor ve o günden sonra hayatı maceralı bir hâl alıyor.
Kitabın kahramanı Hugh’un keşfettiği yer onun nefes almasını, yalnızlıktan haz duymasını sağlıyor. Bu yer zamanın hiçbir öneminin olmadığı, saatlere hapsolmamış bir yaşamın olabildiği, aklın dışında bir yer. Hugh için bu oldukça heyecan verici, çünkü o böylece bir yaşama iki yaşam sığdırabilecek, toprağa yatıp ona ait olacak, sınırsız bir ülkede belki ilk kez kendisini ait hissedecekti. Nane kokularının içerisinde kaybolacak ve gerçek yaşamda duyduğu korkuları duyması gerekmeyecekti.
Le Guin’in Hugh üzerinden kurduğu bu “başka dünya” gerçeküstü bir boyut olarak çıkıyor karşımıza ve bu bize bir karşılaştırma imkânı sunuyor. Bize dayatılan bir dünya var; rutin bir şekilde devam eden yaşamımız, içinde kaybolduğumuz hıza esir olmuş bir çağ, oradan oraya yetişme çabalarımız, koşuşturmalarımız, uykumuzu aldığımızda değil de saatin ziliyle başladığımız gün, yarım kalan rüyalarımız… Bir de Hugh’un keşfettiği dünya var; zamanın durduğu, dingin, tatlı suların aktığı, ot kokularının etrafı sardığı, korku denen duygunun yok olduğu bir dünya. İnsan bu karşılaştırmayı yapınca düşünmeden edemiyor, hayaldeki o dünyaya ulaşmak bu kadar zor değil aslında, insan türü kendi edimleriyle, kendi kendisine dayattığı bir hayatı yaşamak zorunda hissediyor çoğu zaman, kendi icat ettiği saatin esiri oluyor mesela ve tüm bunları “ilerleme”, “gelişme” olarak kendi kendisine pazarlıyor. Burada bir sorun var ve bana kalırsa Le Guin’in alt metinde bize anlatmaya çalıştığı böyle bir şey belki de.
Kitabın kahramanı Hugh’un yeni keşfettiği dünyadaki mutluluğu bir süre sonra biraz sıkıntılı bir hâl alıyor. Çünkü onun kendi dünyası ilan ettiği yer çok daha önce kitabın diğer karakteri İrena Pannis tarafından keşfedilmiş ve İrena için de orası sadece kendisine ait bir dünya. İrena onu gördüğünde oldukça sinirleniyor çünkü ona göre; “Buraya hiç kimse gelmezdi. Yalnız onun yeriydi. Yalnız onun kapısı, onun patikasıydı.” Yani onun için bu orman ve onun varlıkları ilk önce o geldiği için onun mülküydü. Burada Le Guin bizi bir sonuca çıkarıyor, o sonuç insan. İki karakter içinde burayı değerli kılan zamansızlığı, huzuru, sınırların olmayışı ancak bu duyguyu paylaşmak yerine mülk edinmek, kendisine saklamak, kendilerine verilen bu lütfun kendilerinde kalmasını istemek, bizi bildiğimiz bencil insanla karşı karşıya bırakıyor. Çünkü insan türü başka mutlu bir dünyada bile olsa sanırım bu biçimlenmişlikten, doğaya ait varlığı kendisine mülk edinmekten, gücü elinde tutma isteğinden vaz geçmeyecek. En azından Le Guin’in anlatısı bana bunları düşündürdü.
“Başlama Yeri”nde karakterimiz İrena bir kasaba keşfediyor. Bu kasaba da gerçek ve düşün iç içe geçtiği bir yer olarak çıkıyor karşımıza. Dikkat çeken kasabalıların İrena’ya tavrı. Ona hiç yabancı gibi davranmıyorlar. Tüm misafirperverliklerini gösterirken, İrena da onlarla iyi anlaşıyor dillerini öğreniyor. Hugh da bu kasabayı keşfettiğinde İrena yine biraz kıskançlık ediyor. O günlerde kasabada kıtlık baş gösteriyor. Kasabalıların korkuları var onlar içinde bulundukları bu durumun korku duygusundan kaynaklandığını düşünüyorlar. Hugh’u bekledikleri kahraman ilan edip onu korkularının üzerine gönderiyorlar. İrena’da Hugh ile birlikte gidiyor ve iki karakter sonunda korku yayan şeyi bulup öldürüyorlar. Bu serüvenin sonunda İrena ve Hugh arasında bir aşk başlıyor. Le Guin’in korku vurgusu önemli çünkü yazar aslında insanın kendisine hükmeden nedensiz korkularını vurgulamış bana kalırsa. Üzerimizdeki güçlerden olan korkumuz, her şeyimizi elimizden alan, kıtlığa sebep olan direnmediğimiz için kendimizden bir şeyler vermek zorunda kaldığımız ve kurtulmak için kahraman, lider, önder beklediğimiz korkular bunlar. Kendi direnme gücümüzün farkında olmadığımız için başka güçlerden umduğumuz kurtuluş. Bence Le Guin anlatısı içerisinde böyle bir şeyi vurgulamak istemiş olabilir.
Ursula K. Le Guin’in “Başlama Yeri” bizi hem gerçeklikten uzaklaştırıyor hem de alttan alta gerçekliğimizle yüz yüze bırakıyor. Onun hayal gücünün ormanlarında dolaşmak, bir yol bulmak, zamansız bir dünyada nasıl yaşayabilirdim diye sormak ve “insanı” biraz daha yakından tanımak isteyenler için güzel bir okuma imkânı “Başlama Yeri” Le Guin’in tüm kitapları gibi.
Emek Erez – edebiyathaber.net (19 Ekim 2016)