Söyleşi: Eren Mutluay
İlk kitabı Şahsi Düşler ve Onur Kırıcı Gerçekler ile kütüphanemizde yerini alan Batıkan Köse, İletişim Yayınları’ndan çıkan ikinci kitabı Noktalı Virgülle Biten Bir Kitap ile çağrışım tekniğini bir adım daha ileri taşıyarak öykü dilinin nerelere varabileceğini bize gösterdi.
Modern hayatın koşturmacasında, kendimize vakit ayıramayıp sistemi mutlu etmek için çabaladığımız bu günlerde Batıkan’ın kitabı yüzümüzü güldüren cinsten. Öykülerinde yaptığı kelime oyunlarıyla okurun zihnini açarken mizah süslemeleri de kimi zaman kahkahaya kimi zaman tebessüme neden oluyor.
Öykülerindeki ilginç karakterler bize gerçeküstü dünyanın kapılarını açıyor. Bazen bahane bulma bürosunda çalışan bir memurla karşılaşıyoruz, bazen ölmediğini ispatlamaya çalışan bir adamla. Aslında bazı karakterleri gerçek dünyamıza çok da uzak değil. Bu açıdan Batıkan’ın gerçeküstü dünyası, bize edebi bir Türkiye alegorisi sunuyor. Biz de öykülerinin ham maddesini ve onları nasıl işlediğini Batıkan’la konuştuk.
Önce şundan başlayalım. İki kitabın arasında çok fazla zaman farkı yok. Bu gösteriyor ki tercih edilen bir dile sahipsiniz. Okurlardan gelen tepkiler nasıl?
İki kitap arasında çok zaman farkı olmasa da dilin kullanımı açısından epey fark var diyebilirim. Geçen zaman içinde çağrışım zincirinin öyküleri ne kadar ileri taşıyabileceğine fazlaca kafa yorarak yeni bir öykü dili yarattım. Olay örgüsü hem çağrışımla desteklenecek hem Türkçenin güzelliklerini ortaya çıkaracak hem de dilin daha edebi kullanım hallerine yollar açacaktı. Meraklı okurlar için çokça ayrıntı barındıran bu oyunbaz dil bazı okuyucular için fazlaca yorucu olabiliyor. Genel eleştiriler bu yönde. İkinci ve üçüncü okuyuşta yakaladığı ayrıntıları benimle paylaşan okuyucuların sayısı da az değil ve bu beni çok mutlu ediyor. Kısa zamanda edebi bir mizahtan zevk alan büyük bir meraklı okuyucu kitlesine ulaşmak benim için mutluluk verici bir şeydi.
Bize her kelimenin birden fazla dünyası olduğunu hissettiriyorsunuz, bu da Türkçeye hâkimiyetinizi gösteriyor. Özel olarak yaptığınız çalışmalar var mı?
Öykü dili için yeni arayışlara girerek zamanımı Türkçe sözlüğe ayırıyor, çevremdeki her sesten bir çağrışım kazanmaya çalışıyorum. Gün içinde gazetelerden, televizyondan, okuduğum her şeyden bir şeyler kazanmaya çalışırım. Boş bir sayfa karşısında ucu açık diyaloglar, kafiyeli sözcükler kurarak Türkçe içinde arayışlara çıkarım. Sevdiğim öykülerin aynısını biraz değiştirerek yeniden yazmak benim hemen hemen her gün yaptığım bir çalışmadır.
Öykülerinizde bazı isimler birden fazla geçiyor. Bunların her biri kendine farklı bir dünya kuran öyküler olmasına rağmen karakterler aynı mı?
Hem aynı hem de değil. Kimi karakterleri başka bir macera için yeniden çağırıyor, başlarına daha farklı engeller koyuyorum. Bu da bizi yeni bir öyküye götürüyor. Her birinin farklı bir dünyası olsa da bazı öykülerde dikkatli okuyucuların hemen fark ettiği ortak simgeler de mevcut.
Kitabın ismi nereden geliyor? Kitabınızda Paraşütlü Yaprak, Ortaköylü Bir Yarı Tanrı, Rım Rım Rım gibi değişik isimlere sahip öyküler var. Noktalı virgülle biten bir öykü kitabını yazma amacınız nedir?
Öyküsüne koyacak bir noktalı virgülü olmayan yazar kahramanımızı anlattığım öyküden yola çıkıldı. Levent Cantek’in önerisiyle de kitap bu adı aldı. Yazarların, söz oyunu için kotası olduğu, harflerin bile vergiye bağlanması muhtemel olan bir dünyada geçiyor öykümüz. Çoğu öyküde bu baskıcı dünya atmosferini değişik ayrıntılarla korudum. Bizi bürokrasinin baskısından kurtaracak mizahın demokratik gücünü hissettirmek kitabın temasıdır diyebilirim. Hüznün saltanatına, mizahıyla, alaycılığıyla karşı çıkan karakterlerin öykülerini bitirmek için nokta koymaktansa noktalı virgül koymak daha mantıklıydı. Bu kitabı yazmaktaki amacım her yazar gibi hayatı yazıyla açıklamak. Bir Memurun İntiharı adlı öykümde bunu çok iyi hissettirdiğimi düşünüyorum. Bunu yaparken de mizahı ve söz oyunlarını kullanıyorum. Okuyucuya farkındalık sunacak öyküler yazmak en büyük amacım. Bu öyküleri de mizahi bir şekilde anlatmak dilimin bir alışkanlığı.
Sizi yazar olmaya ve aynı zamanda öykü yazmaya iten şey neydi?
Yazmak bir tutku. İnsanlara ulaşmak için, “Ben buradayım” demek için çok özel bir yol. Beni yazar olmaya iten birçok neden olsa da belki de en kuvvetlisi bu tutkudur diyebilirim. Kalem, kağıt ve yazılmayı bekleyen bir öykü kadar beni mutlu eden bir şey olamaz. Her zaman anlatılmayı bekleyen bir öyküyü bulur, onu en güzel biçimde anlatmaya çalışırım. İşin en keyifli yanı o öykülerin insanlara ulaştığını, onlara binlerce farklı duyguyu aynı anda yaşattığını görmektir. Öykü anlatmanın benim için yeri her zaman özel olacaktır.
Bize absürt mizah barındıran öyküler okutuyorsunuz. Sizin de bu yönde tercih ettiğiniz yazarlar var mı? Hangi yazarları okuyorsunuz?
Sait Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yusuf Atılgan, Oğuz Atay ve Orhan Pamuk hemen her gün kitaplarına döndüğüm yazarlardır. Her yazarın yazının içine gizlediği mizahi bir yan vardır ve bunu yeniden bulmak benim için çok zevkli bir oyun. Bu oyunlardan besleniyor ve yeni öykülerin başlangıçlarını yapıyorum. Önemli olan mizahın farklı yollarını görebilmek.
Bir sinema öğrencisi olarak, gelecekte de bir sinemacı olacağınızı varsayarsak öykülerinizde yarattığınız atmosferleri filmlerinizde de yaratmayı düşünür müsünüz?
Sinema ve edebiyat ayrı dile sahip olmasına rağmen birbirini en fazla besleyen iki farklı sanattır. Benzer temalar etrafında şekillenen ortak bir atmosfer kurarak perdede ayrı bir dille öyküler anlatmak isterim.
edebiyathaber.net (14 Şubat 2018)