Book Expo America’yı yani New York’ta yapılan Amerika Kitap Fuarını kapatırken belki de bu büyük uluslararası fuarın temel özelliklerinin şöyle bir üstünden geçmekte fayda var.
BEA, kitaplarını Kuzey Amerika’ya tanıtmak isteyen büyük küçük tüm yayınevlerinin ve ülkelerin katılıp aktiviteler düzenlediği, orta vadede toplu satışı veya telif haklarını satmayı hedefleyen bir fuar. Kitaplar, hedef ABD’deki okuyucu kitlesi olduğundan İngilizce veya İspanyolca. Çeviri edebiyatın satışların %3’ü olduğu bir ülkede elbette çeviri bir eseri pazarlamak kolay değil ama Amazon’un tahminleri ve yatırımları bu oranın artmasını beklediklerini gösteriyor. Yayınevlerinin yanı sıra yazarlar veya menajerleri de başka ülkelerde, örneğin Kanada’da yayımlanmış kitapların ABD’de satışa sunulması veya bir ABD yayınevi tarafından ortak baskı olarak dağıtıma sokulması için bu fuarda kitaplarını pazarlıyorlar. BEA’ya katılan ülkelerin hedefi, okuyuculara o ülkenin edebiyatını tanıtmak değil, eserleri satıştaysa kitapçıların ısmarlamasını ve önermesini sağlamak veya ABD’li yayınevlerinin ilgisini ülkenin eserlerine çekmek ve eserin ABD’de satışa çıkmasını, tanıtılmasını sağlamak.
Bu iş, iyi bir pr’cınız varsa veya ağzınız biraz laf yapıyorsa abartıldığı kadar zor bir iş değil çünkü BEA’da doğru yerlere davet edilirseniz piyasanın kilit isimleri elinizin altında. Örneğin Harlequin’in (yakın zamanda Harper Collins tarafından 3-4 milyar dolara satın alınan aşk romanları yayınevi) verdiği davette “vakti zamanında bizim yayınevlerinden biri de sizinki gibi kitaplardan oluşan bir seri yaptı, fena da satmadı kitaplar ama ‘prestij kaybı’ olarak görülüp proje iptal edildi” dediğimde eskaza karşımdaki kişi kartını elime tutuşturup “İngilizceleri varsa ilgilenebiliriz” diyebiliyor. Yine aynı şekilde BEA, son güne kadar tekil okuyucuya yönelik bir fuar DEĞİL. Yayıncılara, menajerlere, yazarlara, kitapçılara, kütüphanecilere ve hatta süpermarket zinciri kitap alım sorumlularına yönelik bir fuar. Frankfurt’tan farkı ABD’ye yönelik olması, kitabınızı tanıtıp beğendirebilirseniz 300-500-1000 tane sipariş edecek ve ürünün tanıtımını yapabilecek kişilere hitap etmesi. Bağımsız kitapevleri el üstümde tutuluyor, en büyük yazarlar bile fuar süresince kitapçılara, dağıtımcılara kral muamelesi yapıyor.
Geleceği bugünden okumak…
BEA’nın ikinci bir özelliği ise ‘gelecekte geçmesi’. Şu anda raflarda olan kitaplara yönelik tanıtım yapılmıyor, eylülde veya bir sonraki yıl çıkacak kitapların tanıtımı ve bazen tolu önsatışı yapılıyor. Yani fuara katılanlar bir sonraki yılın kitaplarını alıyor. Yazarlarla tanışıyor – bu da kitaba yakınlaşmalarını sağlıyor. Ben de nasibimi aldım tabii. Çok özet geçersek, James Patterson ile sohbet etme imkanı buldum –Türkiye’yi sordu, (boynumdaki kokartta Türkiye yazdığı için haliyle ilk soru Türkiye oluyor) ‘siz hep satıyorsunuz’ dedim, gülümsedi. Prensip olarak Türkiye’yi yurtdışındaki fuar ve kongrelerde asla kötülemem. Yabancıya ülkeni şikayet etmenin kimseye bir faydası olmaz.- Grisham ile daha kısa olmakla beraber benzer bir sohbetimiz oldu, hukuk sistemimizi sordu, kendini yeniden tanımlamaya çalışan bir sistemimiz var, belki biz de jüri sistemine geçmeliyiz dedim. Jüri sisteminin de kendince açmazları olduğunu hatırlattı.
Geliyoruz BEA’nın en muhteşem yanına: Bunların hepsi bedava. Bilet alınması gereken kapalı (ve çoğunlukla yemekli) aktiviteler haricinde BEA’da kitaplar da bedava, imzalatmak da. Dağıtılan oyuncaklar, çantalar, promosyon ürünleri, yayınevinin bastırdığı dışarda parayla satışa sunulacak takvimler, defterler –hepsi bedava dağıtılıyor, yeter ki siz o kitaba beş dakikanızı ayırın. Çünkü bir gazetecinin o kitabı yazmasının veya bir kitapçının o kitabı bilip alıcılara tanıtmasının eseri çok sayıda okuyucuya ulaşmanın en kestirme yolu olduğunu biliyorlar.
Bir de Patterson gibi, bağımsız kitapçıların projelerine her yıl toplam 1 milyon dolar destek veren yazarlar var: Okuma günlerinin düzenlenmesinden, küçük çaplı kitap fuarlarına veya gezici kitapçı yapmak için minibüs alınmasına kadar, aklınıza ne gelirse. Ama Patterson’ın sürekli altını çizdiği konu belli: “Paramın kitapçılara zararı değil, yararı dokunduğuna emin olmak istiyorum.” Ekibi de ödenek alan kitapçıların projelerini yakından takip ediyor, gerçekleştiklerine emin oluyor. Sadece ben oradayken yüz binlerce dolar dağıttı yazar. Konuşmasından da bunun promosyondan çok çocukların kitapla ilişkisini sanal alemden kurtarma arzusundan kaynaklandığını anlıyorsunuz. “Kitabı ellerine alsınlar, onunla gerçek bir bağ kursunlar” diyor örneğin. (Dijitali desteklesem de gayet iyi anlıyorum bu arzuyu.)
BEA’nın dördüncü –ve bence en önemli- özelliği ise editörlerle konuşma imkanı sunması; editörlerin az bilinen yazarların “yılın parlayan kitabı” olabileceğine inandıkları eserlerini tanıtmaları. Ertesi gün de o eserlerin yazarlarının yapıtlarından bahsedişlerini duyma şansına erişiyorsunuz. İki grubun seçkin örneklerini dinlemek insana gerçek editör-yazar ilişkisinin nasıl olması gerektiği konusunda bir fikir veriyor. (Editör yazarın gönlünü hoş tutması gereken kişi değildir, kitap üstünde söz hakkı, emeği vardır–bu, Grisham veya King gibi kıdemli yazarlar için de geçerli.) Editörlerin tanıttığı kitaplar genelde ticari kitaplara kıyasla daha “edebi”. Bu yıl Minyatürcü (The Miniaturist) ve We Are Not Ourselves (Kendimizde Değiliz) benim için “sırf bunlar için bile geldiğime değdi” dedirten eserler oldu. Önceden burun kıvırdığım ama yazarın konuşması sonrasında okumaya başlayıp sevdiğim, erkek kılığına girip kuzey-güney savaşına giden kadının hikâyesi Neverhome ise bir diğeri.
Gelelim BookCon’a… BEA, eskiden “power reader day” (baba okuyucu günü) yaparak okuyucuları şımartırdı. O gün evrilip BookCon’a dönüştü. BookCon, BEA’nın aksine bir “hayran/okuyucu” günü. Çizgi romanlardan Amazon gibi şirketlerin ‘Kendi Kitabını Kendin Yayınla’ birimlerinin düzenlediği aktivitelere kadar her şey nihai alıcılara yönelik. Haliyle kitaplar da bedava değil, satılık. Ama promosyon amacıyla veya okuyucuları mutlu etmek için eserlerini dağıtan King ve Stan Lee gibi yazarlar da çıkıyor. Önceki günlerde sınırlı sayıda katılımcı varken son gün içerisi insan kaynıyor. Adım atacak yer bulamıyorsunuz.
Gerisi… Gerisi gerçekten sosyal becerilerinize kalmış. Ben pr’cı değilim ama Türkiye’den olduğumu görünce yazarlarımızı soran herkese Ahmet Ümit’ten bahsetmişimdir. (İngilizceye çevrilmiş kitapları olduğunu bildiğimden. Yoksa Murat Uyurkulak’ı veya Yekta Kopan’ı seviyorum ama ürünün İngilizcesi yoksa biliyorum ki ABD’li yayıncılar, ‘çevirtip bir okuyalım, belki işimize yarar’ demeyecek. Orhan Pamuk’u zaten biliyorlar. O zaman elde var Ahmet Ümit.) Senin lafınla okurlar mı derseniz, anlattığımda genelde merak uyandırmasını beceriyorum ama kitap ABD’de dağıtımda mı bilemem; ben yapabileceğim kadarını yaparım, gerisini yazar ve yayıncısı bilir ama Amazon’da yoksanız İngilizcede yoksunuz, bu da bir gerçek.
Bir dip not olarak: Türkiye’nin standı görünüş olarak çok güzel. Oraya alıcı bulacak eserler ve o eserleri tanıtacak doğru dürüst kitap, pr, pazarlama bilen birileri konulursa sonucun herkes için çok farklı olacağına eminim. Bu yıl bana en çok sorulan “yazarımız” ise Mevlana.
Heyzen Ateş’in BEA ve BookCon ile ilgili tüm yazıları:
Bu kitaba kariyerim feda: 2014’ün en iddialı kitapları!
Book Expo’da Türkçe bir Türkiye!
Japon gençliğine Dostoyevski’yi nasıl okuttuk?
John Grisham ve Carl Hiassen’in yazarlar için ufuk açıcı sohbetinden notlar
Stan Lee: “Biz bu işe başladığımızda çizgi roman küçümsenirdi!”
Heyzen Ateş – edebiyathaber.net (6 Haziran 2014)