Sel Yayıncılık ile 6.45′i bir araya getiren, kimisi için büyülü, kimisi içinse tehlikeli olan Beat kavramı oldu. Okur, sonunda ‘Beat Kuşağı Antolojisi’ne kavuştu. Şenol Erdoğan’ın hazırladığı, yayın yönetmenliğini İrfan Sancı’nın yaptığı, kapak tasarımı Erol Egemen’e ait olan bu antoloji sayesinde, hem beat kuşağı yazarlarını daha yakından tanıma, hem ürünlerinden örneklere ulaşma, en önemlisi de, zaten iyi kötü bildiğimiz halis beat kuşağı yazarlarının yanı sıra, Frisco’nun aslarını, beat edebiyatına meraklı olanların bile muhtemelen çok yakından tanımadıkları Black Mountain ekolüne, New York Okuluna, Ashburg tayfası ve aktivist kuşağa dahil olan yazarları da tanıma fırsatı bulduk. Hatta, beat kuşağının kadın şairleri için ayrı bir bölüm bile hazırlanmış antolojide.
Elimizde böyle derli toplu ve kapsamlı bir kaynak bulunması elbette önemli. O yüzden, ‘Beat Kuşağı Antolojisi’nin yayınlanmasını bir bayram çocuğu edasıyla bekledim. Antolojinin önemi bununla da sınırlı değil. Çünkü bu antoloji ne kadar önemliyse, yayınlanma tarihi de bir o kadar manidar!
Çünkü biliyorsunuz, Williams Burroughs’un yine Sel Yayıncılık tarafından yayınlanan ‘Yumuşak Makine’si şu anda yargılanıyor. Beat kuşağının en önemli temsilcilerinden biri olan Burroughs’un kitabı hakkında hazırlanan raporda, kitabın edebi nitelik taşımadığı da belirtiliyor. Bu demektir ki, Türk yargısı kendini aştı! Sadece Türkiye’deki değil, dünyadaki üniversitelerin edebiyat bölümlerinin, kürsülerinin, bu alanda kariyer yapmış akademisyenlerin herhangi bir yapıt hakkında kolay kolay karar veremeyecekleri ‘edebi değer’ niteliği konusundaki hassas noktaya, Türk yargısı bir kalemde nokta koyabiliyor. Elbette bununla da kalmadı, bürokrasi girl, hayvan, frikik, nefes, haydar gibi yasaklı kelimelerin arasına beat’i de katarak gelecek yeni kuşakları bitten arındırma gibi ulvi bir işleve de soyundu. İşte tam da bu noktada, adını andığım iki yayınevi bir araya geldi ve ‘Beat Kuşağı Antolojisi’ni yayınladı. Önsöz olarak da ‘Tüm Devlet Erkanına Kıvançla Duyurulur’ başlıklı bir metin yayınlayarak, devlet erkanının işini kolaylaştırmak için de bir adım atmış oldular.
Şöyle ki;
Her ne kadar ‘edebi eser’ nitelemesi konusunda son kararı verebilecek düzeyde akademik yetkinliğe sahip olurlarsa olsunlar, tüm bir beat kuşağını takip edemeyebilirler. Misal, Burroughs, Ginsberg, Kerouac, Ferlinghetti görüldüğü yerde yakalansa bile, Tuli Kupferberg, Kenneth Rexroth, Lew Welsch gibi isimler pekala gözden kaçabilir. Oysa bu antolojiyi, yasaklanacak sözcükleri daha büyük bir hassasiyetle seçilebilmek için bir rehber olarak da kullanılabilir artık!
Bunca yıl sonra Beat neden tedirgin eder ki?
Gelelim beat’in düzeni niye tedirgin ettiğine. Altmış yıl önceki bir edebiyat akımı, dünyada milyonlarca okuru olan, üniversitelerde adına kürsüler açılan bir akım, hazır yeterince de legalleşmiş ve yaygınlaşmışken bizim bürokrasimizi neden tedirgin etsin? Birdenbire toplumsal ahlakımızı neden tehdit etmeye başlasın ki?
Antoloji, beat’in doğduğu koşulları, yaygınlaşmasını, kuşağın yazarlarının kişilik yapılarını ve hepsinden önemlisi, üretme biçimlerini belli bir kronolojik sırayla, detaylı olarak (ve antolojinin başarılarından biri de bu) kolaylıkla içselleştirilebilecek şekilde ve samimi bir üslupla okura sunuyor. Antolojinin tüm bu özellikleri sayesinde, sadece beat edebiyatı hakkında bilgi sahibi olmuyoruz; beat ruhunu da anlıyor, hatta bu ruha yakınlaşıyoruz. İşte o aşamada, yukarıdaki soruya da cevap verebilecek kıvama geliyoruz…
Beat yapıtları, bilinç akışı da sıklıkla kullanılarak, tam bir esriklik ve kendinden geçme haliyle, bir tür ruh boşalımıyla üretiliyor, dünyevi kaygıları tamamen dışlıyor, ille de dünyevi olacaksa, kaygılar ya da hırslar yerine zevkler önceleniyor. Oysa günümüzde, içinde bulunduğumuz toplumsal yapı içinde hiç kimsenin kendinden geçmesine, esrimesine, bir tür meditasyon duygusu içersine girmesine olanak tanınmıyor. Çünkü bu hal, bilincin sınırlarını zorlar, insanın gerçeklerin ötesine geçmesini sağlar, hatta görünmeyenin görülmesi, fark edilmeyenin fark edilmesi riskini de beraberinde getirir. Bu da, sistemin asla izin vermeyeceği bir tehlikedir.
Yoksa, bir yapıtın içinde argo sözcükler olmasını ya da 1950′li, 60′lı yıllarda roman yazan bir adamın 2011 yılındaki Türk aile yapısını hesaba katmadan kitabını yazmış olmasını kimsenin umursadığını düşünmüyorum. Beat’in başka bir yaşam tarzını, algılayış biçimini, hırs yerine zevki öncelemesi, plastikleşen dünya yerine doğal olanı tercih etmesi, madde yerine ruha önem vermesi, maddi, manevi her şeye ticari değeriyle değil de etik ve estetik değeriyle ele alması, içinde yaşadığımız sistem açısından ciddi bir tehlike oluşturuyor. Değil kitaplara, bu sözcüğe bile tahammül edilememesinin nedeni bu.
Bugün gündemde olan popüler edebiyatın, neden beat’in tam tersi olan bir anlayışla üretildiğini, daha doğrusu günümüzün ekonomik, politik ve hatta stratejik koşullarına uygun olarak üretilen yapıtların neden popülerleştirildiğini düşünürsek de, konuya aksi istikametten yaklaşıp aynı sonuca ulaşırız. İçinden geldiği gibi, esrikleşerek, kendinden geçerek değil; her sözcüğü hesaplayarak, okurun ilgi alanlarını ve ticari başarıyı planlayıp ona uygun bir proje geliştirerek yazmak… Samimi olmak yerine ürün stratejisine uygun olarak yazmak… İşte tam da bu noktada sorun, edebiyat tarzları arasındaki farklılıktan çıkıyor, küreselleşmenin dayattığı yazma tarzı ve metalaştırma anlayışıyla, hiçbir şeyi hesaba katmadan hayatı kendine dahil etmeye çalışan insanların önerdiği yazma biçimi ve metalaşma karşıtlığına dayanıyor.
Beat’in edebiyatından değil, adından bile tedirgin olunmasının nedeni bu.
Beat Kuşağı Antolojisi
Şenol Erdoğan
Sel Yayınları ve 6.45
*bu yazı ilk olarak Akşam Kitap ekinde yayımlanmıştır.
Altay Öktem (baskahaber.blogspot.com – 26 Şubat 2012)