Jack Kerouac’tan Beat kuşağının tüm hezeyanlarını ve arayışlarını temize çeken bir roman: Big Sur.
Yolda’nın getirdiği şöhretten bunalan Jack Kerouac’ın Lawrence Ferlinghetti’nin Kaliforniya’nın Big Sur yöresindeki kulübesinde geçirdiği günlerden yola çıkan ve Beat tayfasını bir araya getiren Big Sur, bir kuşağın kendiyle hesaplaşmasını ve yazarın ilerleyen yaşamındaki iniş ve çıkışları konu alıyor.
Alter egosu Jack Duluoz’un gözünden, yaşlanmakta olan bir yazarın çevresindekilerin beklentilerini karşılamak ile kendi hasletlerinin peşinden gitmek arasında kalışını müthiş bir coşku ve samimiyetle, çekince gütmeden kaleme alıyor Kerouac. Big Sur, Kerouac için hem bir sığınak hem de bir dehşet yuvası haline geliyor ve yazar, tüm korkularıyla, burada geçirdiği günlerde yüzleşiyor, hayatıyla burada hesaplaşıyor.
Ve rüzgarlar esiyor, deniz kabarıyor, şişeler diziliyor… Kerouac’ın yalnız başına kalma niyetiyle çıktığı yolda, tayfa yeniden bir araya geliyor. Hayat, acısıyla tatlısıyla, doludizgin akışını sürdürüyor. Şişeler birer birer devrilir, zaman hoyratça akıp geçerken Beat kuşağı, kravatlı-takım elbiseli düzen düşkünleriyle dalga geçmeyi, gecenin içinde dans etmeyi ve yolları şaraba katık ede ede içki içmeyi sürdürüyor.
Nevzat Erkmen’in çevirisiyle Big Sur, bir döneme damgasını vurmuş Beat kuşağını altmışlı yılların Amerika’sında, tüm hayalleri, arayışları ve hezeyanlarıyla hesaplaşırken karşımıza çıkarıyor.
Ve adına yaşam da denen yanılsamalar toplamı, coşku ve heyecanla, kaygı ve korkuyla sürüyor, sürüyor, sürüyor. Dibine kadar.
15 Nisan 2013