Kültürümüzde cin, peri, muska, sihir gibi korku unsurları geniş yer tutar. Yüzyıllar öncesinden gelen bazı inanışlar toplumsal hayatın şekillenmesinde çok etkilidir. Bütün bunlara karşılık korku, gizem, gerilim ve fantastik romanların yerli edebiyatımızda yeri sınırlıdır. Bunun nedeni gerçekçiliğe daha bağlı bir edebi geleneğin yeniden üretilmesi olabilir. Edebiyat aracılığıyla toplumu eğitmek, değiştirip dönüştürmek gibi dertleri vardır özellikle baba niteliğindeki yazarların. Bu durumda popüler edebiyata olumsuz yaklaşımlar gelişir. Kaçış, iyi vakit geçirme, estetik haz gibi işlevler arka plana itilir. 2000’lerden sonra bu durum nispeten değişmeye başladı. 80’li yıllarla birlikte çoklukla politik eylem ve düşünceden uzaklaşıldı, edebiyata bu açıdan yaklaştığımızda toplumsal talebin azaldığını da fark edebiliriz. Buna karşılık gün geçtikçe fantastik, bilimkurgu ve korku türlerin okunurluğu özellikle gençler arasında yaygınlaştı. Yıllar geçtikçe yabancı dillerden çeviriler ve korku sineması gelişti. Yavaş yavaş orijinal metinler üretilmeye başlandı. Sonuç olarak Türkiye’nin kültürel yapısı içinde yerleşik olan korku motifleri hızla yeniden keşfedildi ve korku edebiyatının temel malzemeleri arasındaki yerlerini aldı. Doğaüstünün yarattığı dehşet duygusu ile birlikte gerçek dünyada insanların yaşadığı şiddet, korku romanlarının temel iki akımı oldu. ( 1980 Sonrası Türkiye’de Popüler Roman, Veli Uğur, Koç Üniversitesi Yayınları, 1. Baskı: İstanbul, Temmuz 2013.) İşte bütün bu tespitlerden hareketle okunmayı hak eden yeni bir roman var elimizde. Kayıp Rıhtım’ın okur anketinde 2020 yılının en iyi yerli korku romanı seçilen Kadavra Mevsimi’nin yazarı Cüneyt Candaş’ın yeni romanı Bedel Ödeyenler geçtiğimiz ay Müptela Kitap etiketiyle okurla buluştu.
Romanın başkahramanı Tarık’ın attığı çığlıkla başlıyor hikâye. Geçmişe doğru kısa bir yolculuk yapıyoruz. Londra’dayız. Çiftimiz bir tür eşleşme uygulaması sayesinde tanışır. Kadın kahramanın evine geçerler. Jen, Tarık’a sünnetli olup olmadığını sorar, esmerliğini vurgular. Kalıp yargılar dikkat çekicidir. Tarık’ın vücudundaki yara izleri hemen merak uyandırır. Zaman geçtikçe yalnızca cinsel ilişki için bir araya gelir, birbirlerinin hayatına müdahale etmezler. Taşıdığı sırlar yüzünden Tarık, Jen’e tam olarak açılamaz. Sonunda bir gün Tarık, Jen’in ablasının düğününe gider. Bu arada ablanın müstakbel eşi Jen’in eski nişanlısıdır. Tarık’ın düğünlerle ilgili sıkıntısı vardır, davul-zurna çalmak, birilerini tokatlayıp kanını akıtmak gibi. Birlikteliklerinin üçüncü yılında Jen, Tarık’tan tuhaf kişilik özellikleri nedeniyle ayrılmaya karar verir. Doğum gününde yemeğe çıkarlar. Gece, Tarık’ın beklentilerine uygun ilerlemez, olacaklara hediyesi de engel olamaz. İntihara eğilimli biridir Tarık, geçmişte yaşadıklarına döner, üzerinde bir çamur katmanı varmış gibi hisseder. Hep o yağmurlu köy akşamı gelir aklına. Psikiyatr olan Tarık’ın, muayene ettiği bir hastasının getirdiği kurabiyeler ona köydeki ceviz ağacını hatırlatır. Hastanın her geçen gün bebeğine yönelik artan korku ve saplantıları dikkat çekicidir. İntihar etmemesi ya da cinayet işlememesi için kaçmasını önerir Tarık. Bu arada çalıştığı kurumun yöneticisi Tarık’ı odasına çağırır, sevgilisinden ayrılık sonrası yaşayabileceği sorunları dile getirir. Konu hemen vücudundaki yara izlerine gelir. Gizlediği mesele nedir gerçekten? Biraz sosyalleşmesi ve rahatlaması için ülkesine tatile gitmesini önerir yöneticisi. Kaçış değil de geçmişle yüzleşmesini istemektedir aslında. Tarık, iki hafta boyunca odasına kapanıp mükemmel insan olma yolunda ruhani bir yolculuğa çıkmayı hayal eder. Ertesi gün annesi arar, babasının ölüm haberini verir. Cenaze için çocukluğunda olumsuz deneyimler yaşadığı “Doluca-Delice” köyüne gitmek istemez Tarık. Köpek havlamaları, baykuş ötüşleri zihninde canlanır. Sıkışmışlık ve bunalma anlarındaki çamura bulanma duygusunu hisseder yine. Bedenine bir kez daha zarar verir. Ayrılış başlığını taşıyan ikinci bölümle birlikte 1996 yılındayız. Baba ve dede hastaneden döner. Dede kanserdir. Köyünde ölmek ister. Sorun, kurulu düzenlerini bozup köye dönmektir, baba kararlıdır. Anne için bu durum çok zordur. Tarık için ise merak uyandırıcıdır. Sonunda anlaşırlar. Köye, ormanın kalbine doğru yolculuk başlar.
“Bedel Ödeyenler”in olay akışı tempolu ve sürükleyici. Ne olup biteceğine dair merak unsurları son ana kadar okuru metne bağlayabilir. Romanın dil ve anlatımını oluşturan temel öğe olan cümleler kısa, akıcı ve anlaşılır. Yazarın sesiyle iç içe geçen, her şeyi bilen bir anlatıcı tarafından anlatılır olup bitenler. Anlatıcının karakterlerin geçmişine gitmesi, gelecekleriyle ilgili olup bitenleri anlatması ve hatta bir bölümünü gizlemesi, ek olarak aralara serpiştirilen aforizmalar bunun kanıtı. Kahramanlar kurmaca gerçekliğin içinde yazarın istediği gibi konuşur, günlük hayattaki gibi değil. Göstermeden çok anlatma ön planda. Anlatıcı, yeri geldiğinde çok şey görmüş geçirmiş bilge bir insan gibi şiirsel biçimde konuşuyor. Popüler romanlara özgü yerli yerinde kullanılmış aforizmalar her daim ilgi çekici, not almaya değer nitelikte, okuru derin düşüncelere salabilir.
Cüneyt Candaş’ın “Bedel Ödeyenler” adlı romanı gerilim, gizem, korku ve dram türlerinin ustaca harmanlandığı, konuyu işleyiş biçimi, anlık sahneler, genele yayılan korku, gizem ve gerilim anları, özellikle başkahramanın psikolojik sıkıntılarının etkileyici biçimde verilmesi üzerinden her anlamda çarpıcı, okumak için zaman ayırmaya değer bir roman.
edebiyathaber.net (21 Mart 2022)