Otto Gabos’un yazıp çizdiği “Egon Schiele – Yakıcı Beden” kitabı, Avusturyalı dışavurumcu ressam Egon Schiele’nin doğumundan ölümüne çizimlerle geçmiş inişli çıkışlı bir hayatı anlatırken, arka planına aldığı yirminci yüzyıl Avrupa’sının toplumsal vaziyeti ile Schiele ve dönemdaşlarının eserlerine yansıyan bağı anlatıyor.
“Ben bütün bedenlerden yayılan ışığı resmediyorum. İnsan bedenini resmedenlerin en büyük ressamlar olduğuna inanıyorum. Ve enerjinin de orada ikamet ettiğine. Ve bir erotik sanat eserinin kendine has bir kutsallığı olduğuna inanıyorum. Ve ışığı olduğuna. Sanatçılarda öyle bir iç zenginliği vardır ki ne pahasına olursa olsun bunu dışa aktarmaya mecburdur. Hiç tükenmeyen daimi bir akıştır bu. Asıl zenginlik ölümsüzdür. Ve ben de ölümsüz bir sanatçı olmak istiyorum. Eserlerim gün gelecek sanat mabetlerinde sergilenecek. Budur benim sözüm.” Tam da dediği gibi olduğu resimdeki dışavurumculuğunun en önemli ressamlarından Egon Schiele’nin eserleri. 12 Haziran 1890’da Viyana’nın Tulin adlı taşrasında doğup 31 Ekim 1918 yılına kadar süren kısacık ömründe sayısız resmin yanı sıra, resim üzerine düşünceleri, yaklaşımı ve sanatını hayatıyla iç içe yaşayarak ardından gelen birçok ismi etkiledi. Etkilemeye de devam ediyor. Otto Gabos’un Alfa Yayınları Çizgi Roman dizisinden İlknur Akman Erk çevirisiyle yayımlanan “Egon Schiele – Yakıcı Beden”, Schiele’nin doğumundan ölümüne kadar ünlü ressamın hayatını resmeden, arkasına da Schiele’nin yaşadığı dönemin Avrupası’nı ekleyerek biyografiyi daha canlı kılan bir kitap.
“Hayalî canavarlarla, egzotik hayvanlar” arasında
Zengin bir bankerin ve bir demiryolu istasyonu şefinin oğlu olarak dünyaya gelen Egon Schiele’nin çizime merakı trenler sayesinde başlar. Her lokomotifi birer “canlı” olarak gören ve Oggo Gabos’un yazdığı gibi trenleri, “hayalî canavarlarla egzotik hayvanların karışımı bir varlık” olarak gören Schiele, onların en ufak hareketini gözden kaçırmadan zihnine kazıdı ve böylece ilk çizimlerinin modelleri trenler oldu. 15 yaşına bastığında cıvataları yanan babası ölünce annesi onu Viyana’ya, dayısının yanına gönderdi. Oğlunun bir banker olması için bu girişimde bulunan anne Schiele, ufak Schiele’ye bambaşka bir kapının araladığından habersizdi. Zira Egon, paralarla uğraşmak yerine Vienna Güzel Sanatlar ve Zanaat Okulu’na başvurdu ancak kabul edilmedi. Yılmadı Schiele. Ardından Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde şansını denedi ve okula kabul edildi. Burada hayranı olduğu Gustav Klimt’le tanıştı. Resim üzerine bol bol sohbet etti. Onun şaşaalı hayatına özendi. Klimt de Egon’u boş bırakmadı. Ona tam destek verdi. Eserlerini satın aldı. Sponsorlarla tanışıp para kazanmasını sağladı. Evinde, Viyana’nın kalburüstü sanatçılarından ve sanat simsarlarından oluşan partilere davet ederek Egon’un çevresini genişletmesine yardımcı oldu.
Yaşamın “yaşamını” çizebilir misin Egon?
Bu arada okula devam eden Schiele, üçüncü sınıfa geldiğinde, tam bir sanat ahlakçısı olan ketum hocası Christian Griepenkerl ile papaz oldu. Ona ağzına geleni söylediği bir mektup yazarak okulu bıraktı. Bu sürede desenleri iyiden iyiye oturmaya başlayan Schiele, Gustav Klimt’in modelleriyle çalışıyordu. Ancak bu durum başına bela açtı. “Reşit olmayan bir kıza tecavüz ve taciz” iddiasıyla 1912 yılında tutuklanarak 24 gün hapse mahkûm edildi. Üç hafta üç günlük bu süreyi, “Sefalet, bayağılık, pislik, ıstırap ve utançtan ibaret bir cehenneme atıldım,” şeklinde anlatan Schiele, tüm bunlara dayanabilmek için zar zor izin aldığı kalemtıraşı ve kağıtları sayesinde içine kapandı. Rüyalarında her bir noktasını ezbere bildiği çıplak bedenlerle karşılaştı. Onu erken yaşta bırakıp giden babasıyla hesaplaştı. Hapisten çıktığında koleksiyoncuların ve tüccarların peşinden koştuğu biriydi artık. Ama tüm şana, şöhrete rağmen o hâlâ aynı Egon’du. Hâlâ yaşamın, “yaşamını” tuvallerinden fışkırtıyordu. Fırtınalı sayılabilecek aşk hayatını Edith’le nikah masasında taçlandırdı. Her şey yeniden yoluna girmişken Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Savaşa katılmak istemese de Egon da üniformayı giymek zorunda kaldı. Savaştan olumsuz anlamda fazlasıyla etkilendi. Cepheden gelen ölüm haberleri onu daha da karamsar bir hale getirdi. Bir de bunun üzerine 50 milyon kişinin ölümüne sebep olan İspanyol Gribi ortalığı kırdı geçirdi. Ve Egon da bu hummaya tutularak hayatını gözlerini yumdu.
“Ölümsüzlüğün zenginliği”
Egon Schiele, ağırlıklı olarak portreler üzerinde çalıştı. İlk dönem çalışmalarında, özellikle de Gustav Klimt’in modellerini çizdiği eserlerinde çok daha fazla görülen “hayat tohumları”, Schiele’nin kişisel hayatı ve içinde bulunduğu dönemin yaşam şartlarının günden güne kötüye gitmesiyle yeşermekten vazgeçti ve çizimlerinde daha narin, gariban, hüzünlü bedenler yer aldı. Yaşamın sonsuz enerjisini, beden üzerindeki erotizmde yakalayan Schiele, “Son sözüm,” dediği, “ölümsüzlüğün zenginliğine” ulaşarak bu dünyadan ayrıldı. Yazar ve çizer Otto Gabos’un, “Egon Schiele – Yakıcı Beden”in sonunda “Sonsöz” maiyetinde yazdığı kısa açıklamada, “Niyetim anlatı çizgisinin temelini oluşturan seçimler ve dürtülerden bahsetmekti. Fakat üzerinde çalışırken farkına vardım ki bunların altını çizmenin ve ilave açıklamalar yapmanın hiç gereği yoktu. Bu yazarın mecburi görevi de değildir. Bilakis. Mamafih sükûnet içinde itiraf ederim ki hep çok sevdiğim, ergenlik çağımda, lise yıllarımın sonuna kadar beni derinden sarsmış bir sanatçıyı anlatmaya teşebbüs etmek beni korkutuyordu. Bunun için ele alınması gereken noktalar üzerinde çalışmaya başladım. Salt biyografik bir anlatı olsun istemiyordum, dolayısıyla bedeni konunun merkezine oturtan temalar ve takıntılar üzerinde yoğunlaştım,” diyor. Kitabı bitirdiğimizde Gobos’un amacına ulaştığını kolaylıkla anlıyoruz…
edebiyathaber.net (24 Temmuz 2023)