Söyleşi: Pınar Yılmaz
Yeni romanınız Bülbüllerin Şarkı Söylediği Yer, yayla kültürünün, doğanın ve doğa tahribatının bizlere tekrardan hatırlatıldığı bir roman. Romanın ana karakteri Kerem, her yaylaya çıkışında kendisine ve çevresine dair yeni şeyler keşfediyor. Çocuklara, kendilerini keşfedecek alanlar tanımak, kimliklerini kalıplar içine sokmadan, özgürce oluşturabilecekleri alanlar sağlamak için neler yapmalı?
Hepimizin çocukluğunda bulunduğumuz alanların sınırlarının dışına çıkma isteği olmuştur mutlaka. Kerem de ilk başta merak, aileden uzaklaşma, kendini önemsetme gibi duygularla bunu yapsa da belli bir mesafeyi aşınca, yolculuğun kendiyle tanışmaya dönüştüğünü fark ediyor. Dış dünyayla ilgili her yeni keşif, çocuğun kendini keşfe dönüşmesi, onun bireysel kimliğinin inşasının başlangıcı gibi. Çocuklarımız bu süreci büyük şehirlerde yaşayamıyor artık. Ama küçük şehirlerimizde hâlâ bu şansa sahipler. Bunu büyük şehirlerde de sağlamak çok büyük bir mesele hâline geldi. Ya çocukları, bilgisayar veya cep telefonu ekranının iki boyutlu alanına hapsedeceğiz, ya da onlara kentte özgürce dolaşabilecekleri, yeni alanlar keşfedecekleri, güvenli ve özgür alanlar sunacağız. Bu yüzden çocuklara bakışımızı tamamen değiştirecek fikirlere ihtiyacımız var. Bu da ilk önce, onların varlığını ve gereksinmelerini keşfetmekten geçiyor. Şehirlerin mekânlarını bu yeni bakış açısıyla yeniden ele almak gerekecek o zaman. Ama daha yolun çok başındayız gibi geliyor bana. Çocuksever şehirler, binalar, parklar, kaldırımlar, yollar yapmayı daha enine boyuna tartışmaya başlamadık. Kabul etmeliyiz ki çocuğun gereksinmelerinin, getirdiği dönüştürücü bir etki var. Bu etkiye karşı yetişkinler kendilerini korumakla meşguller ne yazık ki. Bu da yetişkinlerin bu devasa sorunu anlamamazlıktan gelmesine yol açıyor.
Beyhan, herkesin bildiği ve merak ettiği gitar, keman belki de piyano gibi “toplumca yaygın” bir müzik aleti yerine “çello” çalıyor. Bu müzik aletinin seçilmesinin “öylesine” olmadığı görüşündeyim. Neden çello?
Çellonun özel bir nedeni yok. Ama kalıpları kıran bir enstrüman olduğu da bir gerçek. Belli bir gelir gurubunun altındaki çocuklara klasik müzik eğitimi vermeyi amaçlayan “Barış için Müzik” çalışmalarında çocukların hiç tanımadıkları halde çelloya yakın ilgi gösterdiğine tanık olmuştum. O da beni çok şaşırtmış, kafamdaki önyargıların kırılmasına neden olmuştu. Hatta o çalışmalardan yetenekli birkaç çellist bile çıktı, belki ondandır… O kadar klişelerle bakıyoruz ki dünyaya, onları değiştirmeden, bazı temel sorunları kavrayamıyoruz bile. Hikâyelerimin bu kalıpların dışında seyretmesine dikkat ediyorum.
Romanda farklı sosyal sınıflardan, kültürlerden gelen çocukların dışlanmasını ve önyargı kalıplarını yıkıyorsunuz. Önyargı konusu, sizin de çokça işlediğiniz, bugünün dünyasının en önemli meselelerinden biri. Çocukların ve yetişkinlerin “ötekiye” bakışı arasında nasıl bir fark görüyorsunuz?
Aslında sanat bir turnusol kağıdıdır. Ya sanat yapma olanağıyla hiç karşılaşmamış, bu yüzden içlerindeki cevherle tanışmaya fırsat bulamamış dâhi sanatçılar, ya da bütün imkânlar önüne döküldüğü hâlde sanatla ilişki kuramamış insanlar dolaşıyor sokaklarda. Sanat eğitiminin eşitlikçi olmasının önemi buradan kaynaklanıyor. Hiç ummadığınız bir çocuğun “absolute” kulağa sahip olduğunu anladığınızda şaşırıyorsunuz. Aslında yetenekli yeteneksiz ayırımı yapmadan her çocuğun sanatla özgürce ilişki kurabilmesinin yolunu açmak lazım. Sanatın herkesin hakkı olduğu gerçeğiyle yüzleşmeliyiz. Sanat hep şaşırtır. Hiç ummadığınız bir çocuğun aşırı yetenekli olduğuna şaşırmak gibi, yetenekleri sınırlı olan bir çocuğun hiç kimsenin yapamayacağı ulaşamayacağı bambaşka bir yoldan giderek, yeni sanatsal diller oluşturabileceği gerçeğiyle yüzleşmek çok önemlidir. Önyargıları kırmak için bu gereklidir de. Sanat şaşırtır. Bu şaşırmayı belki ben de okuyucuya yaşatmış olmak isteyebilirim.
İç sesi Kerem’e “O zaman mutlaka bir hikâyeyle dönmelisin eve.” diyor ve Kerem hikâye üretmeye, hayal kurmaya başlıyor. Özellikle çocukların iç ses-hayal kurmak gibi kavramlarının gelişmesi için neler tavsiye edersiniz?
Takdir edersiniz ki bu tavsiyeyle ulaşılacak bir aşama değil. Ancak şu söylenebilir; çocuğun kendiyle tanışması, ancak sınırlarını zorladığında olanaklıdır. Belli sınırlar içinde yaşayan bir çocuk, bu sınırları kendi kültürel varoluşuyla uyumlu bir şekilde zorlayabilir. Kendini geliştirmek için yeni yollar arayabilir. Gezmek, sanat yapmak, okumak gibi faaliyetler insanın kendiyle tanışmasının en güzel yolları. Tabi ki her şeyin ötesinde hikâyelerin içine girmek, insanı kendine götüren yollardan biri.
Bülbüllerin Şarkı Söylediği Yer, 12. çocuk romanınız. Roman koleksiyonu dışında bir çocuğun hemen hemen her yaşına uygun kitaplar yazmış, çizmiş bir sanatçısısınız. Çocuklar için yazma yolculuğu Behiç Ak’ı ve dünyaya bakışını nasıl değiştirdi? Kendinize dair gözleminizi merak ediyorum.
Aslında bu bir yolculuk. Şu kadar kitap yazacağım diyerek yola çıkmadım. Ancak yazma isteğiyle dolu olduğum ısrarla anlatmak istediğim bir hikâyenin ipuçlarını yakaladığımda yazmaya oturdum. “Çalışarak”tan çok, yaşayarak, hikâyeler içinde dolaşarak yazmak ve çizmek benimkisi. İçinde dolaşarak kendimin kılmadığım metinlere uzak durdum. Okumaktan hoşlandıklarım da hep yaşanmışlık dolu olan hikayeler oldu. Niyetle yazılmış olanlar değil, yaşamın içinden çıkarak yazılmış olanlar. Hikâye anlatmak, yazarı hikâye yaşamaya teşvik ediyorsa anlamlıdır. Hikâyeleştirmek yaşadığımız gerçeğin ağır baskısından ve körlüğünden bizi kurtarıyor ve başka bir düzeye taşıyor şüphesiz. Hikâye, gerçeği katlanabilir kıldığı gibi, gündelik hayatın pragmatik tutuculuğun perdelediği sahiciliği de aramamıza yardımcı oluyor.