Söyleşi: Aslı Örnek
Fotoğraf: Yeşim Saraçer
Behiye Işın, ‘Gizemli Kız’ isimli ilk romanında batıl inançlar üzerine düşündürüyor. Kitap, kendi halinde, eşi ve çocuklarıyla mazbut bir hayat süren Hüseyin’in, gece vakti mezarlığa giren bir kızla birlikte değişen hayatını anlatırken, okuyucuyu ironi yüklü cümlelerle güldürmeyi başarıyor. Kitabı gerçek bir olaydan yola çıkarak yazdığını ancak kurguyla şekillendirdiğini söyleyen Işın, birbirimizin düşüncelerini tahmin ederek zorlaştırdığımız hayatlarımızı, kadınların aile hayatlarını nasıl şekillendirdiğini de ele aldığının altını çiziyor. Behiye Işın’la, Ayrıkotu Yayınları’ndan çıkan ‘Gizemli Kız’ isimli romanını konuştuk.
Peki siz aslında şehir planlamacısı, mimarsınız; yazmaya nasıl başladınız?
Yazma dürtüsü içimde hep vardı. Bu dürtü bence doğarken veriliyor gezmek, seyahat gibi… Kendimi bildim bileli hep günlük yazdım, sonra iş hayatı, çocuklar derken öyle vaktiniz olmuyor, oturup da günlük yazamıyorsunuz. Derken çocuklar büyüdü ben de ancak vakit bulabildim. Hayat girdi araya öyle dedim kendi kendime… Demek ki, bir şeyleri biriktirmek gerekiyormuş ki, çocuklarla yaptığım yurtdışı gezilerimizi ‘Çocukla Geziyorum’ isimli bir kitapta topladım. Onlarla gitmeseydim; bir seyahat kitabı çıkarmazdım. Yazma çalışmalarına 2018 yılında Nalan Barbarosoğlu’yla öykü üzerinden başladım. ‘Çocukla Geziyorum’la kitabımda Feridun Andaç’la çalıştık, iki sene o biraz yol gösterdi; o da seyahat etmeyi seven biridir. Her iki kitabımda da editör olarak şair Pelin Özer’le çalıştık. O, Galatasaray Lisesi mezunu, ben de Fransız koleji mezunuyum. Çok devrik cümle kullanıyordum, onun sayesinde bunun aslında yabancı dilden kaynaklandığını keşfettim.
“İNSANIMIZIN DOĞASI ÇOK ENTERESAN”
‘Gizemli Kız’ isimli kitabınız mezarlıkta geçiyor, mezarlıkta yaşananlar çok da işlenen bir konu değil. Romanınızda neden mezarlıklara odaklandınız?
5-6 yıl önce televizyon seyrederken bir haber gördüm; mezarlığa gece yarısı bir kız girmiş, iki-üç gün bunun haberi yapıldı, takip edildi fakat sonra geçti, gitti. Kız bir daha gelmedi, haberin akıbetini de kimse takip etmedi. Gece yarısı bir kızın mezarlığa girmesi haber değeri olan, ilginç bir konuydu fakat orada röportaj yapılan insanların tepkisi bana daha enteresan geldi. İnsanlar kızı bekliyor, ‘Hayırlısıyla çıksın inşallah’ diyorlardı. Ne bekliyorlardı, ne görmek istiyorlardı. Bu olay benim çok komiğime gitti, tuhaf geldi; ‘ben bunu yazayım’ dedim. Kendi insanımızın doğası o kadar enteresandı ki, bana tam romanlık bir konu gibi geldi. Nasıl yazılır, nasıl anlatılır, kimin üzerinden anlatılır kafamda kurgulayıp böyle bir roman yazdım.
“EĞİTİM SEVİYESİ AZ OLANLARI YÖNLENDİRMELİYİZ”
Kitap, kadınları da onore ediyor aslında… Hüseyin üzerinden anlatıyorsunuz, evin direği adam gibi görünüyor ama aslında kadının onu idare ettiğini görüyoruz, adam onu iğnelese de saygı duyuyor…
Ben bu kitapta şuna da dikkat ettim; etrafınıza bakın maalesef Türkiye’de yayınlanan dizilerde insanlar hep birbirlerine bağırıp, birbirini öldürüyor. Zaten etrafımızda bir sürü kötülük ve yanlış davranan insan var. Bu tarz dizilerin sürekli olarak yayınlanması insanlara kötü örnek oluyor, yanlış mesaj veriyor; sürekli gençlerin birbirlerine bağırması, keşlerin birbirini takip etmesi gibi konular örnek teşkil ediyor. Bu kitaptaki karakterler toplumun belli bir eğitim seviyesinin altında karakterler olmasına rağmen bu şekilde davranmıyorlar. Kötü karakterler değiller. Toplumda her karısı terk eden adam karısını öldürecek diye bir şey yok, niye öldürsün ya? Bu insanları rehabilite etmemiz gerekirken, biz dizilerle, kitaplarla tam tersi provake ediyoruz; ama Halil gibileri de var. Niye adam, aptal bir kadın terk etti diye hayatını heba etsin; bunları da biraz anlatmak istedim aslında. Dikkat ederseniz kitapta kötü huylu kimse yok!
Adam zaten diyor ki ‘Bu kadını boşayacağım, niye öldüreyim ki? Öldürsem benim hayatım kararacak hapis yatacağım, kendi hayatımı niye mahvedeyim?’
Daha güzel, genç bir kadın alırım, yaşarım diye düşünüyor.
Mantıklı düşünenler bu sonuca varır, bu okumuş, kendini geliştirmiş bir adamın düşüncesi…
Eğitim seviyesi az olan insanları da toplumsal mesajlarla daha farklı bir yere yönlendirmek lazım. Tamam, herkese eğitim veremeyebiliriz ama insanlar televizyon izliyor, sağda solda duyuyor, görüyor, bir ivmeyi çevirmemiz lazım diye düşünüyorum. İvmeyi birileri çevirirse bu nesilde olmaz belki ama önümüzdeki nesillerde düzelir işler gibi bir umudum var.
Kitabı okurken şunu da düşündüm; ‘Ne kadar çok birbirimizin düşüncesini tahmin ederek yaşıyoruz’. Hüseyin’le Halil’in arasındaki ilişki gibi… Aynı işyerinde Halil’in Hüseyin’in kendi üstü olacağını düşünmesi, Hüseyin’in Halil’den çekinip, günü kurtarmaya çalışması gibi…
Bunlar aslında her işyerinde olan şeyler… Her işyerinde olan en büyük kaygı nedir? Daha iyi maaş alabilmek, işinden olmamak, bunun içinde gerekirse başkasını harcayabiliyor birçok kişi… Herkes değil belki ama harcayabilenler var, harcayamayanlar var. Hüseyin ve Halil, onları temsil ediyorlar.
“UMUDU HEPİMİZ MİSTİK ŞEYLERDE ARIYORUZ”
Kitapta insanların mezarlıklara bir şeyler gömmesini, adakta bulunmasını da
eleştiriyorsunuz. Bu konuda ne söylemek isterseniz?
İnsanlar umudu mistik şeylerde arıyorlar; mezara dilek gömmek adak, Allah’tan bir şey istemek aslında… Ben oraya onu gömersem olur gibi geliyor. Bir eren ya da ruhani biri aracılığıyla ya da kabul gördüğünü düşündükleri biri aracılığıyla Allah’a ulaşma isteği… Kendilerine torpil yapmak, günümüzün torpilinin başka bir versiyonu… Bu hepimizde var, bunu sadece cahillikle de izah edemeyiz; bu bizlerde de var. Biri ağaca bir şey bağlıyorsa, ben de bağlıyorum açıkçası… (Gülüyor) İtiraf edeyim yani…
Kendinizi de mi eleştiriyorsunuz?
Elbette, hepimizin içinde de var. Bu aslında çok fazla derine dalmak olacak ama insanların ilk zamanlarından, belki o Pagan inanışlarından gelen genetik bir şey; insanın genlerinden gelen bir şey… O yüzden de ne kadar eğitimli olsak da, saçmalığına da inansak; Nasrettin Hoca mantığıyla niye yani belki beni de görür mantığıyla…
Bir de bu durumdan bir fırsat kaçırıyor muyum durumu var galiba..
Evet, herkes yapıyorsa ben de eksik kalmayayım ne olur ne olmaz diyerek… (Gülüyor) Bu herkeste olan bir şey, biz adak adıyoruz işin keyfi, eğlencesi bir yana belli bir cehalete sahip insanlarda daha ileri boyutlara gidebiliyor. Bunu hakikaten bir amaç olarak görmeye başlayabiliyorlar ve bunun sonuçlarını da kitapta anlatıyorum.
“KENDİ SIKILDIKLARIMI BU KİTAPTA YAPMADIM”
Kitabı yazarken isteğiniz neydi, okuyanlardan nasıl tepkiler geldi?
Bu kitapta, kendim kitap okurken sıkıldığım hiçbir şeyi yapmamaya çalıştım. Güzel de geri dönüşler aldım. ‘Gizemli Kız’ın okuma zorluğu çekenlerde okuma isteği yaratmasını, kolay okunmasını, düşündürmesini ve başka kitapların da yolunu açmasını istedim. Aldığım eleştirilerde o yönde oldu; okuyanlar keyifle okuduklarını, düşünmedikleri, görmedikleri bir dünyanın kitapla sunulduğunu söyledi; memnun oldum.
Yazdığınız tarz aslında novella ve Türkiye’de de pek tercih edilen bir tarz değil o yüzden de okuyanların nasıl geri döndüğünü sordum. Bu novellayı uzatıp, roman yapmak zor olmadı mı? Novella yazmanın sizi zorlayan tarafları oldu mu?
Zorluğu orada olmayan bir yeri hayal ederek, var gibi karşınızdakine geçirmek… Kitabı yazarken pek çok şeyden esinlendim; mesela eşim Antepli özellikle yemekler kısmında belli oluyordur. (Gülüyor) Güneydoğu’da bir köyde, kasabada geçiyormuş gibi yazdım gibi ama mezarlık Merkez Efendi…. Hatta Merkez Efendi’ye girdiğinizde anayol üzerinde soldaki kulübe… Anne ve babama gittiğim için neyi anlatacağım, yine bildiğim bir mezarlık ve mekan üzerinden kurgulamak, anlatmak daha kolay geldi bana. Roman ya da novellanın zorluğu başını, sonunu toparlamak öyle söyleyeyim. Başında söylediğinizi doğrulamanız ya da baştaki konunun sizi sona götürmesi lazım. Tek zorluk bu oldu.
Başlarken bir olay örgüsü hazırlamadınız mı?
Başını kurguladım, ondan sonra kahramanın kendisi, Hüseyin anlattı bana yaşadıklarını… Ben Hüseyin şunu yapsın, bunu yapsın demedim. İlk başta nerede geçer, kim anlatmalı tarzı bir örgü hazırladım. Karısıyla olan ilişkileri, aslında kitapta göz ardı edilen bir karısı var; gizli kahraman bir yerde de karısı Ümme.
“IVO ANDRIC’İN KARARTER TAHLİLLERİ MUAZZAM”
Yazın olarak kendinize örnek aldığınız yazarlar kimler?
Okuduktan sonra ‘Allah’ım ben de bunun gibi yazmak istiyorum’ dediğim kişi Carson Mc Cullers’i çok seviyorum. Dili, betimlemeleri, tasvirleri ve karakterleri son derece enteresan. Küskün Kahvenin Öyküsü… Çok da fazla yazamadı zaten erken yaşta vefat etmiş, beni çok etkiledi. Gençken beni en etkileyen yazar Albert Camus’ydu; ‘Yabancı’yı okuduğum zaman Allah’ım bu ne deyip kalmıştım. Herkes Rus Edebiyatı’na Dostoyevski, Tolstoy’la başlar ama ben Gogol’le başladım ve çok sevdim; onun ‘Ölü Canlarını’ okudum; ‘Palto’, ‘Burun’u müthiştir. Son dönemde de tarihe meraklı olduğum için Amin Maalouf’u çok seviyorum. Tarih bana hep masal gibi gelir, çok meraklıyım, o yüzden de çok tarih okurum. Amin Maaoluf da hem tarih anlatıyor hem de müthiş karakterler kurguluyor. Çok rahat okunan, insanı yormayan, sıkmayan, zevkle okutan bir öykü kurgusu var. Pek çok kitabını okudum hala da ne çıksa okurum; öyle bir karakter benim için… Türk yazarlardan da mizahi dili olanları seviyorum; Cemil Kavukçu, Haldun Taner… Öykücü olarak Sait Faik ile Raymond Carver bence en tepedeler. Raymond Carver’ın Amerikan cool tarzı var ya, bence kimse ona erişemez. Geçen Ivo Andriç’i keşfettim ‘Drina Köprüsü’nün yazarı ben onun ‘Ömer Paşası’nı okudum; muazzam bir karakter tahlili var. Karakter anlatmak için onu ders kitabı gibi okumak lazım diye düşünüyorum.
edebiyathaber.net (18 Ocak 2023)