Bellek, doğru zamanda doğru hareketleri yapmak üzere ayarlanmış zemberek ve çarkları olan tümüyle mekanik biçimde çalışan bir aygıt olarak tanımlanır. 19.yy. da bellek, kafa bilimcilerin kafa haritalarında bir hücre, romantik yazarların eserlerinde bir peyzaj veya labirent, bilinçdışıyla ilgili makalelerde bir maden kuyusu, şiirlerde okyanus derinlikleri, beyin anatomistlerinin rehber nörolojik bir süreç, görsel bellekle ilgili teorilerde fotoğraf levhası olarak karşımıza çıktığını belirtir Bellek Metaforları adlı eserinde Douwe Draaisma.
Freud’un yazboz tahtası metaoforundan hareket edecek olursak, sanki zaman zaman bir el balmumu tabakasının üstündeki kağıdı kaldırarak yüzeyi siliyor gibidir. Öyle bir an gelir ki yüzeyin altındaki bilgiler tamamen silinir. Belleğimizi yitiririz. Bedenimiz kalır sadece tek başına; yaşam denilen labirent içinde yolunu arar durur. İki aynayı birbirine tutarsanız sonsuz döngüde labirent elde edersiniz. Labirent de geçmişin belirsizliği içinde şimdiyi anlatan bir roman.
Bana Boratin diyorlar ve inanayım diye kimlik kartımı gösteriyorlar. Kimlikteki anne ve babamın adı, doğum tarihim doğum yerim sayesinde kendimi bileceğimi sanıyorlar. Oysa ben kim olduğumu değil, ne olduğumu bilmek istiyorum. Bana bunu söylemiyorlar. Ben neyim? İletişim Yayınları tarafından 2018 yılında yayımlanan Burhan Sönmez’in son romanı Labirent bellek yitimi ve sonrasında kendini ve geçmişin arayışı sorguluyor. Sönmez’in bu romanda, sosyolojik ve psikolojik derinliği olan, okuru aktif olarak metnin içine çeken, okuru belleğin odalarında dolaştıran bir tarza yer verdiğini söylemek mümkün. Roman, Boğaz Köprüsü’den aşağı atlayarak intihar teşebbüsünde bulunan genç, yakışıklı ve başarılı müzisyen Boratin’in belleğini yitirmesi sonucu günlük yaşantısına alışma sürecini, alışkanlıklarını ve geçmişte nasıl biri olduğunu, bu yaşamdaki varoluşsal sürecini konu ediniyor. Toplumsal bellek ile bireysel belleğin birbirine karıştığı, geçmişin ve duyguların sorgulandığı bir eser olarak karşımıza çıkıyor.
Boratin hastaneden çıktıktan sonra gözünü evde açar. Odasını tanıyamaz, her şey yabancıdır; zevkini merak eder. Göğsündeki ağrı onu rahatsız eder ve vücuduna bakar, sağ tarafındaki kaburga kemiği kırıktır. Benedinde başka hasar olmaması sevindirici haber olarak nitelendirir doktoru fakat belleğini bedeninden saymamış olması Boratin’i şaşırtır. Ve böylece yeni hayatı ve insanları sorgulamaya başlar. Ona yardım eden, yanından ayrılmayan arkadaşı Bek’tir. Bek bir an olsun yanından ayrılmaz. Kendi evini tanıtır. Ve sorularına cevap arar Bek sayesinde. Oturduğu ev, bir Rum ailesine ait eski bir dairedir. Eşyalarıyla birlikte almış ver yerlerini bile değiştirmemiştir. Boratin’in gözü sık sık evindeki Meryem ile İsa biblosuna takılır. ‘Meryem ağlamıyor. Yüzünde, hem kedere hem huzura benzeyen bir ifade var. Keder ona ait, huzuru ise kucağında yatan oğlunun ölü yüzünden ödünç almış.’ Sıradan bir biblonun kendisine neler hissettirdiğine karar veremez. Şimdiki yaşamında dikkatini çeken bu biblo hakkında eskiden neler düşündüğünü, evinde neden bu bibloyu bulundurduğuna dair karar veremez. ‘Meryem kucağında oğlunu tutarken, ağzı sımsıkı kapalı. Bütün sözcükleri mermer dudaklarının içine toplamış.’ Meryem’in hala yaşayıp yaşamadığını Bek’e sorar. Yıllar önce yaşadığını ve artık dini metinlerde yer aldığını öğrenince inancını da sorgulamaya başlar. Sokak ortasında yürürken aynı zamanda hayat sorgulamalarına devam ediyor. Sokakta şanslı insanların mı yoksa şanssız insanların mı çoğunlukta olduğunu düşünerek kendisinin şanslı olup olmadığını sorgular. Hastanedeki oda arkadaşının ‘belki hayatta kaldığın için şanssız ama belleğini yitirdiğin için şanslısın.’ dediğini hatırlar yakın zamanda yaşanmış bir anı olarak.
“Belleğimi yitirdiğime göre bunca yıllık hayatımı da yitirdim, sıfır noktasındayım.” Yeni bir hayat kurmaya pek hevesli olmasa da geçmişini merak eder. Özellikle neler hissettiğini, davranışlarını… Mahalle bakkalı bir gün Boratin’e kızının sınavı kazandığını söyler. Ve kendisine teşekkür eder. Boratin bunun nedenini hatırlamamaktadır. Ya maddi yardımda bulunduğunu ya da ders çalıştırdığını düşünür. Demek ki ben iyi biriyim diye düşünmeye başlar. Kim olduğunu merak eder. Özellikle kendisini intihara sürükleyen nedeni bir türlü öğrenemez. Gece arkadaşlarıyla çıktığı, barda başlayan sohbetin sokakta devam ettiği o gece, yakın arkadaşlarını intihardan kendisinin kurtardığını öğrenir. Kimdir Boratin?
“Ne içerim var ne dışarım.” Kendi içindeki yalnızlıktan çok huzursuz olmasa da, kendisini tanımak ister. Evindeki eşyaları düşünür; nasıl bir zevki vardır, ne tür müzik dinler… Hepsi bir muammadır. Sokaklar da yabancıdır. Yürüdüğü kaldırımlar, sahaflar, barlar… Hatırlamak çözüm mü peki? “ Ya öğrenmek beni delirtirse, beni tekrar intihara sürüklerse.” Endişesini taşır.
“Her insana bir geçmiş gerekirmiş, şimdi herkes bana bir geçmiş yaratmaya çalışıyor.” Bek, Hayala ve arkadaşları; Boratin’e geçmişi hatırlamasında yardımcı olmaya çalışır. Müzik ve notalar belleğin odalarında tanıdık bir ize rastlamak ister. Hiç tanımadığı ablasının belleğinin geri gelmesine yardımcı olacağını düşündüğü ablasını ev telefonundan arar. Sohbet ablasıyla fakat geçmişe dair ize rastlayamaz.
“İnsanın geçmişi olunca geçmişi pek düşünmüyor, asıl yitirince onu bir türlü aklından çıkaramıyormuş.” Her zaman geçmişimizi düşünmeyiz. Ta ki kaybedene kadar. Toplumsal algımız bu yöndedir. Yitirince değerleniyor sahip olduğumuz alışkanlıklarımız, düşüncelerimiz kısacası her şeyimiz.
“Geçmiş beni bıraktıysa ben de geçmişi bırakabilirim.” Yeni başlangıçlar için, bellek yitimini bir fırsat olarak görmek belki de en iyisidir. Boratin, aklında soru işaretleri ile Boğaz Köprüsü’den geçerken o anı tekrar yaşar.
Dağarcığımda kendime dair bir iz göremiyorum, adımı bile anımsamıyorum. O adı siz söylediniz, ben de kabullendim. ( Boratin)
Tenimizle hissettiklerimiz, aldığımız koku ve tatlar ancak belleklerimizin mahremiyetinde saklanabilir.
Kaynak: Burhan Sönmez, Labirent, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018, 1. Baskı
Derya Balcı – edebiyathaber.net (21 Ocak 2020)