Var olmak, algılanmış olmaktır.
Berkeley
“Bir sabah uyansanız ve o güne dek yaptığınız, düşündüğünüz ya da öğrendiğiniz hiçbir şeyi hatırlamasanız, ne olur? Bu kişi hâlâ siz olur musunuz?” Bellek Yanılgısı – Hatırlama, Unutma ve Sahte Anılar Üzerine Bir İnceleme isimli kitabın Giriş bölümündeki bu çarpıcı soru, bellek hakkında tedirgin eden bir tartışmanın da fitilini ateşliyor. Belleğimizi ve anılarımızı sorgulamaya başladığımızda kim olduğumuzla ilgili bir şüpheciliğe kendimizi kaptırmamız işten bile değil. “Kendimiz”, nelerden oluşuruz? Anılarımız, alışkanlıklarımız, sevdiğimiz şeyler, sevmediklerimiz çocukluğumuz vs., bizi oluşturan parçaların tamamı belleğimizle doğrudan ilişkilidir. Ve belleğimizde ortaya çıkabilecek olası bir kayıp, kendimizi de kaybetmemizin yolunu açabilir.
Kitabın yazarı Dr. Julia Shaw, adli psikoloji konusundaki uzmanlığı ve kriminoloji bölümündeki öğretim üyeliği göreviyle paralel olarak ‘sahte anılar’ ile ilgileniyor. Peki, nedir bu sahte anılar? Aslında hiç yapılmamış bir konuşmayı, yaşanmamış bir olayı gerçekmiş gibi hatırladığımız bazı zamanlar olabilir. “Masallama” olarak isimlendirilen sahte anılar, özellikle erken dönem çocukluk anılarımızın güvenilirliğinin masaya yatırılması gerektiğini öne sürüyor. Ancak tüm bu belirsizliğe rağmen, erken dönem çocukluk anıları, insanın kendi olma sürecini en çok şekillendiren anılarıdır. Ne tuhaf bir belirsizlik, değil mi?
Algılarımıza güvenebilir miyiz?
Çocukların en sevdiği aktivitelerden biri, sihirbaz gösterileridir. Şapkadan çıkan tavşanlar, güvencine dönüşen mendiller, cebimize nasıl girdiğini bilmediğimiz nesneler; sihirbaz görülmeyeni gören, kaybedilenleri bulan kişidir adeta. Ancak gerçekler pek de öyle değil. Büyüyünce hepimizin öğrendiği gibi, aslında sihir diye bir şey yoktur. Ünlü sihirbaz Jason Latimer, yıllar boyunca gösterilerinde sihir kullanmadığını açıklıyor; bilimi, algısal beklentilerimizi yanıltmakta kullandığını belirtiyor. Algılarımız, bildiklerimiz üzerinde bu kadar etkili mi?
Algılarımızın bizi ne kadar yanlış yönlendirebileceğinin en büyük örneklerinden birini, 2015 yılında birlikte tecrübe ettik. Sosyal medyada #thedress etiketiyle bir fotoğraf dolaşmaya başladı. Ancak garip olan, fotoğrafa bakan kişilerin bir kısmı elbiseyi mavi-siyah görürken, diğer kısmı altın-beyaz görüyordu. “Aslında bu elbise vakası, algısal sistemlerin genellikle evrensel gözükmesine rağmen, hepimizin dünyayı nasıl farklı şekilde gördüğümüze dair bir iletişim ortamı yaratmıştı.” Sosyolojik yorumları bir tarafa bıraktığımız, elimizde hayli önemli bir soru kalıyor: Peki, bu algısal farklılık nasıl mümkün oluyor? Bu işin arkasında da bir “sihir” var mı diye merak ediyorsanız, Bellek Yanılgısı’nı okumaya devam edin. Elbise vakasının bilimsel çalışmalar üzerindeki etkileri sizi epey şaşırtabilir.
Kitaptaki bir diğer tartışma, insan beyninin ne kadar bilgi depolayabildiği sorusunun yanıtı üzerine sürdürülüyor. Birçoğumuzun bellek sihirbazı olarak adlandırdığı, her şeyi kaydeden ve hatırlayan insanlar “hipertimezi” isimli bir sendroma sahip. Günümüze dek, dünyanın çeşitli yerlerinde 56 hipertimezi vakası tespit edilmiş durumda. Hipertimezi sendromlular, muazzam bir hatırlama becerisine sahiptirler. Genel kanı, hipertimezinin doğuştan geldiği yönünde olsa da bu konuda aydınlatılmayı bekleyen birçok nokta var.
Bir diğer dikkat çeken konu, çalışma hayatında son on yılda inanılmaz önemli hale getirilen multitasking, yani aynı anda birden fazla işi yapma meselesi. Günümüzde birçok iş ilanı ‘aynı anda, birden farklı işi/projeyi/çalışmayı sürdürebilen’ elemanlar arıyor. Multitasking, ayın elemanı olmanın ön koşuluna dönüşmüş durumda. Ancak multitasking sahiden sandığımız kadar değerli ve verimli mi? Bundan 15 yıl önce, öğretmenler hem televizyon izleyip hem ders çalışmanın öğrenme üzerine bozucu etkisiyle ilgili kafamızı şişiriyordu. Keza, müzik dinlerken test çözmek de asla önerilmeyen bir yöntemdi. Ne değişti de aynı anda birden fazla şey yapmak bir meziyet haline geldi? Bu sorunun cevabı, akıllı teknolojilerin hayatımıza girişiyle paralel. sSon dönemde yürütülen bilimsel araştırmalardan da anlaşılacağı üzere, aynı anda birden fazla işle ilgilenmek bir beceri değil, olası bir sorunun başlıca nedeni olabilir. Dolayısıyla bir yandan çalışırken diğer yandan lise arkadaşınızın düğün fotoğraflarına bakmak ve bunu direktörlerinize çaktırmamak sandığınız kadar iyi bir şey olmayabilir.
Yukarıda kısa kısa da aktarmaya çalıştığım gibi, Bellek Yanılgısı bizi sıkıcı bilimsel soruşturmalara hapsetmiyor. Ele aldığı meseleleri, hepimizin bir şekilde dahil olduğu çağdaş konular çerçevesinde açıklıyor. Ve bu kitap aracılığıyla bir kez daha fark ediyorum ki beyin ve bellek üzerine konuşacak, öğrenecek, anlatacak daha çok şey var. Bellek Yanılgısı – Hatırlama, Unutma ve Sahte Anılar Üzerine Bir İnceleme, bu alandaki okuma hevesini besleyecek kitapların başında geliyor. Okuru bol olsun!
Özge Uysal – edebiyathaber.net (16 Ekim 2017)