80’li yılların başında, üniversite öğrencisiyken, bir dönem Beyazıt’ta çınar altındaki çayhanede buluşurduk. Beyazıt Kütüphanesi’nin önünde, üniversiteye bir adım uzaklıkta, Sahafların girişindeydi. Tarihi bir mekân. Sadece İstanbul Üniversitesi’nin hocaları, öğrencileri değil, birçok şair ve yazar da buraya gelirdi. Çünkü, o zamanlar kitap alınabilecek nadir yerlerden olan Sahaflar Çarşısı da oradaydı. Tarihi mekanlara saygı olmadığı için tabii ki o çayhane de yok edildi. Çınaraltı’nın yaşayan simgesi şair Hüseyin Avni Dede’yi bile kovalamanın yollarını arıyorlar.
O zamanlar haberleşme şimdiki gibi anlık olmadığı için şair ve yazarların birçoğunun öldüğünü Sahaflar Çarşısı’nın ortasına yığılan kitaplardan anlardık. Çoğu aile kitap sevmez, kitaplar evde gereksiz görülür, toz kaynağı olarak değerlendirilir. Kitap meraklısı bir şair ya da yazarın ölümünün hemen ertesinde kitapları ailesince elden çıkarılırdı. Şanslı olanların kitaplarını sahaflar satın alırdı, daha şanssızlarınkiler ise ya çöpü boylar, ya da kağıt toplayıcılarının sayesinde Seka Kağıt Fabrikası’na yeniden kağıt olmak için giderdi.
Ölü şair ve yazarın kütüphanesini uygun fiyata satın alan sahaf, değerlileri, kendi işine yarayacakları ayırdıktan sonra, diğerlerini meydana yığar ve çok uygun fiyata diğer sahaflara ve bizim gibi meraklılara satardı. Yani hiçbir kitap heba olmaz, yeni sahiplerini bulurdu.
O nedenle “Bilmem kimin kitapları sahafa düşmüş!” lafını duyunca “Ne aymazlık!” diye düşünürüm. O kitapların sahafa gelmesi demek kitabı seven yeni meraklılara ulaşacağı yani yaşamaya devam edeceği anlamına gelir. Söz konusu olan düşmek değil, değerini, okurunu bulmaktır. Yıllarca özenle saklanan kitaplardan hangilerinin çok değerli olduğu, hangilerinin bizim düşüncemizin aksine bir önemi olmadığı orada anlaşılır. Zaten ölü evinden sahafa ulaşan kitapların bir bölümü de işini bilen kütüphanelerce satın alınır. İyi sahaf sattığı kitabın iyi ellere ulaşmasını ister. Para için alakasız, kıymet bilemeyen kişilerin almasını istemez, zaten öyle kişiler de kitaba para vermez.
Kitaplarının sahaflara “düşmesini” istemeyenler için en ideal gibi görünen yol kitaplarını ölmeden bir kütüphaneye bağışlamaktır. Böylece onlarca yıl, bin bir zahmetle topladığınız kitaplarınızın siz öldükten yıllarca sonra da korunacağını düşünürsünüz. Çünkü koleksiyonunuzda önemli yazarların imzalı kitapları, ilgilendiğiniz konularda yazılmış nadir kitaplar, en önemlisi sizin izleriniz vardır. Dikkatli bir araştırmacı kitapların üzerine aldığınız notlardan, altını çizdiğiniz satırlardan sizin edebiyat anlayışınızı, yapıtlarınıza hangi kitapların, hangi görüşlerin kaynaklık ettiğini birinci elden tespit edebilir.
Oysa kütüphaneler çok isteseler de her kitabı koruyamaz, koleksiyonunda tutamaz. Zira yeri sınırlıdır ve o sınırlı yerde olabildiğince çok çeşitte kitap bulundurmak ister. Tabii yeni kitaplara da yer açmak gerekir. Okur sorar “Yeni kitaplar nerede?” diye. Her yıl sadece Türkçe 70 bin çeşit kitap yayınlandığını düşünürseniz kütüphanecilerin yeni kitaplara yer açmasının zorunlu olduğuna hak verirsiniz.
Bu kütüphanede yer açma işinde raflarda birden çok kopyası bulunanlara öncelik verilirmiş. Bu çok kopyalı kitaplardan en eski tarihli ve en çok yıpranmış olanlar koleksiyondan düşülürmüş. Zaman zaman basında yer alan “Milli Kütüphane’den tonlarca kitap hurdaya satıldı”, “147 ton kitap kilosu 15 kuruştan satıldı” gibi haberlerin kaynağı budur. Bu kitapların arasında sizin bağışladığınız kitapların olma olasılığı büyüktür. Eğer özel bir bölümde korunmuyorlarsa, koleksiyona dahil edilmişlerse bağışladığınız kitapların başına bu akıbetin gelmesi kaçınılmaz. Çünkü bağış kitaplara farklı muamele yapılmaz. Benim merak ettiğim, üzerine bir damga vurup, koleksiyondan düşüldüğü belirtilerek neden sahaflara satılmaz da hurdaya yollanırlar? ABD ve Avrupa kütüphanelerinin koleksiyondan çıkardıkları kitapları sattıklarını biliyoruz. Bizde mevzuat mı uygun değil?
Şimdilerde yazarların en çok bağış yaptığı yer olan bir üniversitenin kütüphanesinin olağanüstü değerli, yüzlerce yıllık kitapları “koleksiyonda daha iyisi/yenisi var!” diye sattığını, bunlardan talihli olanların sahaflara ulaştığını ve değerini bilecek koleksiyoncularca satın alındığını biliyorum. Yine aynı üniversite Türkiye’nin en önemli eleştirmenlerinden, üstelik okullarının profesörü olan bir yazarın kendilerine bağışlanmış, hem de imzalı kitaplarını aynı gerekçeye ve tabii dikkatsizlik neticesinde koleksiyondan çıkarmıştı. Bir başka acı örnek de çok önemsenen bir özel üniversitenin kütüphanesine bağışlanan kitapların başına gelendir. Üniversite satılınca kütüphanesine bağışlanmış ve özel bölümlerde korunan kitaplar bir anda yok olmuştu. Atılmış mı, satılmış mı, bilemiyorum ama artık bağışlandıkları yerde değiller.
Belediyelerin kitap bağışı almakta çok istekli olduğunu biliyoruz. Onlarda da aynı sorun var, raflar kısıtlı yani kütüphaneci sizin kitaplarınızı koleksiyondan çıkarılanlar arasına katabilir. Daha vahimi yer olsa da kitaplarınız hurdaya yollanabilir. Bu da genellikle belediye başkanının değişip yerine yenisinin gelmesiyle olur. Yeni başkan farklı siyasi partidense siyasi gerekçelerle yani “zararlı” bulunarak kitaplarınız tasfiye edilebilir. Yeni başkan aynı partiden olsa bile bizde adet tüm kadroları değiştirmek olduğu için kütüphaneci de değiştirilir ve yerine meslekten olmayan, kütüphaneci olsa bile kitapları sevmeyen birisi gelirse yine bağışladığınız kitapların akıbeti meçhul olabilir.
En ideal alternatif sizin adınıza özel bir kütüphane kurulmasıdır. Ama bu çok zahmetli ve masraflı bir iştir. Sizden kalan mirasla belki birkaç kuşak bu özel kütüphane sürdürülür ama zamanla ya yeni kuşaklar için yük gibi görünmeye başlar ya da sizin bıraktığınız parasal kaynak tükenmiştir ve kütüphane ilk gözden çıkarılan olur, çünkü büyük bir masraftır.
Sözün özü “Ben öldükten sonra kitaplarım ne olacak?” sorusuna olumlu cevap vermek pek kolay değil. Ölmeden önce, güvenli bulduğunuz bir yere bağışlamak bir yol olarak görülüyor ama yukarıda sözünü ettiğim sakıncalar var. Diğer yol, değerbilir sahaflara satmaktır. Onlar kitaplarınıza değer verecek, gözü gibi koruyacak koleksiyonerlere ulaştıracaktır. Eh, bundan sonrasını da o koleksiyoner düşünsün, sorsun kendine; ““Ben öldükten sonra kitaplarım ne olacak?” diye.
Metin Celâl – edebiyathaber.net (12 Mayıs 2021)