İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra edebiyat alanında “Yeni Roman” akımın kurucularından Alain Robbe-Grillet ve arkadaşlarına göre edebiyat yenileşmelidir. Bu akım zaman içinde postmodern denen türün oluşmasına yol açar. Kişiyi değil, kişinin gördüğü nesneyi öne çıkaran, anlamı hazır bir şekilde okura sunmayan, içeriği değil biçimi önceleyen, olayı geri plana alan bu roman anlayışının en belirgin özelliklerinden biri metinlerarası ilişkileri göz önüne sermesidir. Bu anlayışa göre yeni yazılan bir metnin kendinden önceki bir metinden etkilenmemesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu etkileri gizlemenin bir anlamı yoktur.
“Benim Adım Kırmızı”, metinlerarası göndermelerle kurgulanmış bir eserdir. Orhan Pamuk, bu eserini kızı Rüya’ya ithaf etmiştir. Romanın ithaf bölümünde (s.6) Kuran’dan seçilen üç ayete yer verilir: 1. “Bir adam öldürdüler ve aralarında tartıştılar.” (Bakara, 72); “Körle gören bir olmaz” (Fatır, 19)”; “Doğu da Batı da Allah’ındır” (Bakara, 115). Böylece okura henüz romanı okumadan kurgulanan metnin Kuran ile bir ilişkisi olduğu sezdirilmiş olur. Bu alıntılar, romanın üç farklı boyutuna da işaret eder. Birinci ayet, romanın polisiye kurgusuna, ikinci ayet, romanın aşk, sanat ve polisiye kurgusuna, üçüncüsü ise romanın sanat boyutuna işaret eder. (Kemal Erol, Benim Adım Kırmızı’da resim sanatı bağlamında Doğu-Batı çatışması)
Kubilay Aktulum “Kopuk Yazı, Koput Yapıt”ta bu yöntemi şöyle açıklıyor: “Gerard Genette, eski bir yapının yeni bir yapıya yeni bir işlevle katılması olan metinlerarası ilişkilerin kafada yarattığı düşünceyi, “eski bir imge” olan “palempsest” sözcüğyle belirtir. Palempsest, üzerindeki ilk metnin (ya da yazının) kazınarak, yerine yeni bir metin (yazı) yazılmış bir yaprak ya da “aynı yaprak üzerinde, bir metnin başka bir metne eklendiği, üst üste geldiği, ancak eski metni tümüyle gizlemeyen, eski metnin görülebildiği” bir imge, metinlerarası bir beti olarak tanımlanır.” (Aktulum, 2000:216)
Özellikle postmodern eleştirmenler yazınsal metinleri metinlerarası bir bağlamda, bir palempsest olarak ele alırlar. Onlar palemsest kelimesini düz anlamdan çok yan anlam olarak, bir metnin imgesi olarak düşünürler. Bu düşünceye göre bir yazar “ilk kez” yazmış olduğu bir metni, ardından başka bir yazar yeni bir metin yazarken aslında eski bir metnin yazılarını silip bir başka metni yeniden yazmış olur. Öyleyse artık ilk metin yoktur, kopya bir metin vardır. Kısaca en yeni, en özgün kabul edilen bir metin bile daha önce yazılmış bir metne dayanır.
Eleştirmen Julia Kristeva edebi bir metni, metinlerarası açısından incelediğinde, bir alıntılar mozaiği olarak şöyle tanımlar: “Her metin bir alıntılar mozaiği gibi oluşur, her metin kendi içinde başka bir metnin eritilmesi ve dönüşümüdür.” (aktaran Kubilay Aktulum)
Kristeva’ya göre, metinlerarası bir metnin önceki bir metni yinelemesi değil, sonsuz bir süreç, metinsel bir devinimidir. Başka bir deyişle metinlerarasılık başka metinlere ait unsurları taklit etmek ya da onları olduğu gibi yeni bir metne sokmak işlemi değil bir “yer (ya da bağlam) değiştirme (transposition) işlemidir. Böylece yeni yazılan metinde “çokanlamlılık” ve “çokseslilik” açıkça ortaya çıkar. Bu açıdan metnin metinleraraası olmasının nedeni, onun alıntılanan ya da taklit edilen başka unsurları kapsaması değil, onu üreten yazının önceki metinleri bozup bir yeniden dağılım işleminden geçirmesindendir.
Öyleyse yazmak hep yeniden-yazmaktır. Bir yazar yeni bir metin oluştururken bile aslında başka metinlerden aldığı parçaları bir bütün oluşturacak biçimde yan yana getirip kaynaştırarak bir yeniden-yazma işine girişir. Yeniden yazmak, parçalardan yola çıkarak bir metin gerçekleştirmek, onları düzenlemek, birleştirmek, aralarında uyum sağlamak, unsurlar arasında geçişler yapmaktır. (Aktulum, 2000:96)
Benim adım Kırmızı’da parodi ve pastiş kullanımı
Kubilay Aktulum’a göre: “Parodi bir metni başka bir amaçla kullanmak, ona yeni bir anlam yüklemektir.” Parodi temelde içerikle ilgili bir taklit olarak görülür. Yine Aktuluma göre pastiş: “bir yazarın dil ve anlatım özellikleri, sözleri taklit edilerek gerçekleşir.” Her iki teknik de taklide dayanır. Parodide yazar içeriğin mizahi olabilecek bir şekilde, pastişde ise üslubu ciddi bir şekilde taklit eder. Örneğin yazarın yazdığı destan söz konusu ise, yazar bu türü belirleyen özellikleri yeniler, olay örgüsünü destandakilere benzetir, kendine örnek aldığı destanın benzerini yapmaya çalışırken metni değil biçimi taklit eder.
“Benim Adım Kırmızı”da mesnevi etkisi görülür. Mesneviler Doğu medeniyetinin romanıdır. Hatta Doğu medeniyeti, Batı medeniyetinin yaptığının daha zorunu başarmış, romanı şiir şeklinde yazmıştır. Yani mesnevi, bir nevi şiir şeklinde romandır, her iki türün ortak paydası anlatı sanatıdır. Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı romanında mesnevilerden içerik, üslup ve biçim benzerlikleri açısından değişik şekillerde faydalanmıştır. Fırdevsi’nin Şehname ve Nizami’nin Hüsrev ü Şirin isimli eserlerinde anlatılan bazı sahneleri, bir nevi parodisini yaparak kullanmıştır. Bu parodilerden iki tanesi örnek olarak gösterilebilir.
“Benim atımın üzerinde, onun da pencerede duruşumuzun Hüsrev’in Şirin’in penceresinin altına geldiği o binlerce kere resmedilmiş meclise –aramızda ama biraz arkada kederli bir ağaç da vardı– ne kadar da çok benzediğini çok sonra, bana verdiği mektubu açtıktan, içindeki resmi gördükten sonra anladığımda sevdiğimiz bayıldığımız o kitaplarda resmedildiği gibi aşktan cayır cayır yanmaktaydım.” (s. 45)
“Uslu çocuklar gibi hiç sesini çıkarmadan beni dinlemesi hoşuma gitti: ‘Efsaneyi Şehname’den bilirsin,” diye fısıldadım. “Babaları Feridun Şah yanlış bir iş yapar ve ülkesini üçe bölerken en kötü ülkeleri iki büyük oğluna, en iyisi İran’ı da küçük İreç’e bırakır, intikama kararlı Tur, kıskandığı küçük kardeşi İreç’i aldatır ve gırtlağını kesmeden önce saçlarını tıpkı benim şimdi yaptığım gibi tutar ve tıpkı benim şimdi yaptığım gibi bütün vücuduyla abanır kardeşinin üzerine. Gövdemin ağırlığını üzerinde hissediyor musun?’ ” (s. 411)
Romanda bu eserlerin dışında Leyla ile Mecnun, Mahzenül-Esrar ve Mevlana’nın Mesnevisi’nden de bazı kısımlar kullanılmıştır. “Benim Adım Kırmızı” bir mesnevi gibi bazen masalsı bazen ciddi ve didaktik olması açısından “roman şeklinde mesnevi” tanımı yapılabilir. (Tahsin Yaprak ve Özcan Bayrak, “Bir Mesnevi Parodisi olarak Benim Adım Kırmızı)
“Benim Adım Kırmızı” da, Orhan Pamuk’un diğer romanlarında da uyguladığı üst kurmaca tekniğini görürüz. Şöyle ki: Romanın başlarında Enişte, Kara’ya Padişah için resmettiği bir kitaptan bahseder:
“ Tıpkı senin Tebriz’deki hattatlar ve nakkaşlarla yaptığın gibi ben de bir kitap hazırlatıyorum.’ dedim. ‘Benim siparişçim Âlemin Temeli Padişahımız Hazretleri’dir. Kitap gizli olduğundan Padişahımız benim için Hazinedarbaşı’ndan gizli bir para çıkarttı. Padişahımız nakkaşhanesinin en usta nakkaşlarıyla tek tek anlaştım. Onların biri bir köpeği, kimine bir ağacı, kimine kenar süsleriyle ufuktaki bulutları, kimine atları resimletiyordum. (…) Para’yı resmettirdiysem küçümsemek içindir, Şeytan’ı ve Ölüm’ü korkuyoruz diye koydum’ ” (s. 34)
Roman okunmaya devam edildikçe Enişte’nin bahsettiği kitapta var olduğu söylenen “köpek, ağaç, at, para, şeytan ve ölüm”ün, aynı zamanda okurun okumakta olduğu romanda, yani Benim Adım Kırmızı’da yer alır. Böylece, yazar okurda “Enişte’nin resmettirdiği hikâye aslında okumakta olduğumuz romandır” yanılsamasını yaratmış olur.
Ancak bu durumda şu soru ortaya çıkar: Eniştenin bir romanı resimlemekte olduğu düşünülemez. Romanda birçok örneği verildiği gibi Enişte’nin resmettirdiği kitap, Hüsrev ü Şirin, Leyla ile Mecnun ya da Şehname gibi bir mesnevidir; Orhan Pamuk da Enişte’nin mesnevisini roman biçiminde yazmış olmaktadır.
Yıldız Ecevit, bu konuyla ilgili şunları söyler: “Enişte, roman kişisi Kara’ya, resimlere öykü bulma görevi verir. Romanın, Enişte’nin minyatürlerindeki figürlerle örtüşen roman kişileri –atlar/ köpekler/ ağaçlar– ve metnin minyatür bir tabloyu andıran yapısı, bu görevi yazar Orhan Pamuk’un üstlendiğini ve ‘Benim Adım Minyatür’ anlamını çağrıştıran ‘Benim Adım Kırmızı’ başlıklı bir roman yazdığı düşüncesini akla getiriyor. Bu açıdan bakıldığında roman, Enişte’nin gizli minyatürlerinin öykülendirilmiş biçimidir, resmin yazıya dönüştürülmesiyle oluşmuştur.” (Ecevit, 2002:145)
Romanda kullanılan üst-kurmaca tekniğini ima eden ikinci bir nokta da romanın sonlarına doğru, Şeküre’nin (Orhan Pamuk’un annesinin ismidir, romanda anlatılan her şeyin oğlu Orhan (Orhan Pamuk) tarafından anlatıldığını söylemesidir. Ancak üst anlatıcı kimliğindeki Orhan’ın varlığı otoriter bir ses olarak hissedilmez.
“Resmedilemeyecek bu hikâyeyi, belki yazar diye, bu yüzden anlattım oğlum Orhan’a. Hasan’ın ve Kara’nın bana yolladığı mektupları, zavallı Zarif Efendi’nin üzerinden çıkan mürekkebi dağılmış at resimlerini çekinmeden verdim. Her zaman asabi, huysuz ve mutsuzdur ve sevmediklerine haksızlık etmekten hiç korkmaz. Bu yüzden Kara’yı olduğundan şaşkın, hayatlarımızı olduğundan zor, Şevket’i kötü ve beni olduğumdan güzel ve edepsiz anlatmışsa sakın inanmayın Orhan’a. Çünkü hikâyesi güzel olsun da inanalım diye kıvırmayacağı yalan yoktur.” (s. 470)
Esasında Divan şiirinde de eğer şair bir başka eserden faydalanmış ya da bir başka eseri yeniden yazmışsa bunu açıklamakta bir sakınca görmemiştir. Bu açıdan, postmodern kuramla Divan şiirinin “özgünlük” konusuna bakışı birbirine oldukça benzer. Bu nedenle mesneviler tekrar tekrar yazılmış, bir mesnevideki kıssa başka bir mesnevinin içinde yer alabilmiştir. Birbirinden tamamen farklı olduğu düşünülebilecek iki edebiyat anlayışının kesiştiği bu noktada, Orhan Pamuk, romanını birçok mesneviyle dokumuş; romanıyla onlara bir saygı duruşunda bulunmuş, günümüzde önemini yitiren mesnevilerden yararlanarak romanın oluşturmuştur.
Sanatlar da zaman içinde eskir, kendini yenilemeye ihtiyaç duyarlar. Kendini yenilemeyen sanat silinmeye mahkûmdur. Minyatür sanatı için de bu kural geçerlidir. Orhan Pamuk, 17. yüzyıl başında Osmanlı nakkaşhanesinde olmuş veya olması pek muhtemel bir olayı roman formatına sokarak okura bir meddah ağzı ile “Benim Adım Kırmızı” diye seslenmiştir.
Kaynakça
Erol Kılıç, (2010), “Çağdaş Resim Sanatının Oluşmasında Doğu ve İslâm sanatlarının Etkisi”, Atatürk Üniversitesi e-dergi.atauni.edu.tr/index. php/GSED/article/ view/2314/2321
Fatma Oran, (1999). “Orhan Pamuk’la Benim Adım Kırmızı Üzerine”, Cumhuriyet Kitap, 14.01.1999
Hidayet Özcan, Nakkaşhanede Oyun: Benim Adım Kırmızı
Dergipark.gov.tr cilt3, sayı 1,haziran 2018 s.7-18
İmran Gür, Polisiye Kurmaca Özne İlişkisi ve Polisiyenin yeni adı:Postmodern Esrar http://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423902986.pdf
Kemal EROL, Benim Adım Kırmızı’da resim sanatı bağlamında Doğu-Batı çatışması – International Journal of Languages’ Education and Teaching ISSN: 2198 – 4999, Mannheim – GERMANY Volume 3/1 April 2015 5http://www.ijlet.com/Makaleler/721665728_11.%20229-245%20Kemal%20EROL.pdf
Tahsin Yaprak – Özcan Bayrak “Bir Mesnevi Parodisi Olarak Benim Adım Kırmızı” HİKMET-Akademik Edebiyat Dergisi [Journal of Academic Literature], Gelenek ve Postmodernizm Özel Sayısı, Yıl 3, 2017, ss. 148-157
http://bilgigah.blogspot.com/2017/06/benim-adm-krmz-roman-tahlili.html
https://www.okuryazar.tv/huzursuz-ruhlarin-resmi-benim-adim-kirmizi/Zafer Doğan
Raşel Rakella Asal – edebiyathaber.net (12 Ekim 2018)