Sabahattin Ali’nin okuduğum ilk eseri olan Kürk Mantolu Madonna’dan sonra bu kadar sarsıcı bir eser daha okumam için yaklaşık bir yıl beklemem gerekti. Yine bir başyapıt olan İçimizdeki Şeytan’da başta Ömer, Macide ve Bedri karakterleri olmak üzere kötülüğün ve günahın sahibini ve belki de müsebbibini arama sorunsalı bende sorgulamalarla dolu sarsıcı bir serüvene kapı araladı.
Kitabın ana karakteri olan Ömer; duygularını, hırslarını, arzularını ve ideallerini esriklik seviyesinde çok yoğun ama ağzı açılmış bir balon gibi çok kısa süre yaşayan, bir an sonra bu yoğun hislerinin arkasında duramayan ve en hafif rüzgarın tesiriyle oradan oraya sürüklenen dümeni sahipsiz bir sal gibi. Bir yandan hayatında ilk defa gördüğü Macide için samimiyetinden şüphemiz olmayan kendini trenin önünde ölüme atacak kadar kurduğu aşk cümlelerini dinlerken, diğer yandan gayet sorumsuz bir şekilde onu evinde saatlerce bekleten ve daha kötüsü arkadaşlarıyla akşam gezmesine çıktıklarında onu gayet seviyesiz insanların aşağılık muamelelerine maruz bırakıp kendisi de başka bir kadınla oldukça laubali bir sohbetin cenderesi içinde sürüklenip durabiliyor. Macide ile aynı evi paylaşmaya başladıklarında yaşadığı ekonomik bunalımı çözmek için kendisinin bile inanamadığı yollara tevessül edip sonra bu yaptıklarından pişman oluyor ama bir türlü doğru yol diyebileceğimiz sırat-ı müstakimde sebat edemiyor. Kıskacından kurtulamadığı sözde edebiyat, sanat, akademi ve irfan dünyasından dostlarının sahte dünyası ona her ne kadar iğrenç ve yapay gelse de bu suni alemden kendini çekip almayı ve gerçek dünyayla yüzleşip ayakları üzerinde durmayı başaramıyor.
Okuyucu bu sergüzeşt boyunca Ömer’in hataları, yaptıkları ve yapamadıkları için ne kadar hayıflanıyor ve kızıyorsa; belki de ondan da fazla Macide için üzülüyor. Kendi deyimiyle tesadüflerin sürüklediği olaylarla hayatına şekil verme yolculuğunda belki de sorumluluğu çokça kadere yükleme zorunluluğunda olan Macide; hayatındaki kırılmalar neticesinde aynen Ömer gibi oradan oraya sürüklenme durumunda. Ancak Ömer ile Macide arasındaki belirgin fark; Macide’nin Ömer’in aksine almak durumunda olduğu kararlarda, oldukça zorlansa da, kız başına diyebileceğimiz şartlarda oldukça kararlı olması ve aldığı kararların arkasında her ne olursa olsun güçlü bir şekilde kalabilmesiydi. Okulda adının Bedri öğretmenle çıkması durumunda bir suçu olmadığını bildiğinden başı dik bir şekilde okula gelip iğneleyici bakışlarla baş edebilmesi, teyzesi ve eniştesinin; kendisi ve annesi hakkında aşağılayıcı bir şekilde konuşması neticesinde kız başına valizini alıp belki de bir hiçliğe kulaç açması ve bence en önemlisi ne bir eş, ne bir hayat arkadaşı ne de bir dost olarak Ömer’in bir hiçlikten çıkıp kendi hiçliğine sığınan Macide’yi korumak anlamında çok sevmesine ve çok istemesine rağmen hiçbir şey yapamaması, son minvalde de Macide’nin ayrılmaya karar verip yazdığı mektuba rağmen sırf Ömer’i tevkif edildiği hassas zamanında bir başına bırakmamak için mektubu saklayıp ona destek olabilmesi bunlara örnek gösterilebilir.
Okuyucuya duygusu geçen diğer bir karakter de Bedri öğretmen. Öğrencisi Macide’yi bir baba ve bir ağabey gibi hem okulda hem de daha sonra Ömer’le birlikteliklerinde koruyucu bir melek gibi sarıp sarmalayan, Ömer karakterinin önceleri kendi davranışlarının müsebbibi olarak gördüğü içindeki şeytanın tersine; bize meleklere özgü hasletlerin de içimizde barınabileceğini gösteren Bedri Öğretmen. Okul müdürünün bir münasebetsizliği neticesinde su yüzüne çıkan, kendisinin bile seslendirmekten bihaber olduğu Macide’ye karşı taşımış olduğu hisler Balıkesir’den ayrılınca sönmüş gibi görünse de İstanbul’da Ömer ile Macide’nin trajedisinin tam ortasında kalmasıyla tekrar alevlenmeye başlıyor. Ama Macide’yi koruyucu iç güdüsü bu aşkı kitabın tamamında hatta Macide onun evine yerleşme teklifini kabul ettiğinde dahi tam olarak ifade etmesine engel oluyor. Hiçbir zaman kendisine itiraf etmekte bile zorlandığı bu aşk, Bedri Öğretmen’e Macide’ye karşı bir zorlama veya hafifliğe meyletmesine izin vermiyor.
Gelelim kitabın asıl sorunsalına…Hatalarımızın, günahlarımızın, yaptıklarımızın ve hatta yapamadıklarımızın müsebbibi ne ya da kim? İnancımıza binaen Meleklerin varlığı hak olduğu gibi, Şeytan’ın varlığı da hak. Buna şüphe yok. Lakin vermiş olduğumuz kararlarda, işlemiş olduğumuz fiillerde, bumerang etkisi yaratan suya attığımız küçük çakıl taşında bizim payımız ne, yaratıcının payı ne ve dahi şeytanın payı ne? Bu gelgitlerle ve sorunsallarla kitapta mücadele eden ete kemiğe bürünmüş karakterin adı tabii ki Ömer…
İçimizdeki Şeytan; kelimenin tam anlamıyla Ömer karakterinin temsil ettiği modernleşme evresinde olan yüzyıl insanının eylemlerini ve bu eylemlerinin sorumluluklarını konumlandırabilecek bir dayanak noktası bulabilme sancısıdır. Bu doğum sancısı bireye, sağlıklı bir evlat verebilecek midir? Bu biraz da sancılı geçen gebelik evresinde Cennet’le idealize edilen bir ödül ya da Cehennem’le sonlanan ceza olarak sembolize edilen ağızdan çıkan sözlerin, vücut bulan eylemlerin neticesiyle mebsuten mütenasiptir (doğru orantılı).
edebiyathaber.net (11 Nisan 2023)