Yaşar Kemal’le konuşmalarımızın birinde kendisine anılarını neden yazmadığını sormuştum.
“Bir romancı anılarını yazmaz, yazmamalıdır da; onun hayatı romanlarındadır,” gibisinden bir yanıt vermişti bana.
Zaman zaman bunun üzerine düşünmüşümdür. Sıklıkla yinelediğimiz bir düşünce vardır: Bir yazar yapıtlarındadır, oraya aittir…
Attilâ İlhan’ı yitirdiğimiz günlerde, onunla kanbağı olan yazarlardan Jorge Semprún’un dilimizde yeni yayımlanan “Federico Sanchez’den Selâmlar” (*) adlı özyaşamsal anlatısını okuyordum.
Semprún’un yazdıklarına anı demek mümkün değil.
Anı, bir bakıma, kendini ötede tutarak yaşadığı döneme dair birçok gerçekliği yansıtmaktır.
Ağırlıklı olarak romancı kimliğiyle kendini kabul ettirmiş bir yazarın, kendisini bir anlatısına odak kılarak yaşadıklarını/tanıklıklarını dile getirmesi anının ötesinde bir anlam taşımaktadır.
Semprún, böylesi bir yazardır. Romanlarındaki özyaşamsal izleri, bu kez, kendi ekseninde kurduğu metinlerle öne çıkarıyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın tanığı, tutuklusu bir yazarın yaşadıkları kadar o dönem sonrasında hissettikleri de önem kazanır. Semprún, yaşadıklarından gözlemevine ağanları romanlarında; geçen zaman sonrasında onu bir gölge gibi izleyen o sürecin izlerini, yaşattığı duygu/düşünce ağışmasını da özyaşamsal anlatılarında anlatmayı yeğlemiştir.
Onun gizlilikte yaşadığı dönemde büründüğü “Federico Sanchez” kimliği, bir zaman sonra onu bıraksa da, kopamadıklarının kahramanı olarak anlatısına siner.
Bir önceki kitabı “Federico Sanchez’in Özyaşamöyküsü” (**), Buchenwald Kampı tutsaklığının yansılarıyla birlikte İspanya’dan kopuşu, siyasal bağlanmasının getirdiği gizlilikte yaşama dönemini anlatır.
Semprún, bu kez de, hayatındaki yeni bir dönemi, İspanya hükümetinin kültür bakanı olarak göreve başladığı süreç sonrası yaşamını konu edinir.
Kendini yazmak düşüncesinin labirentlerini gösteren bir yazardır, Semprún. Yazıda ve yaşamda iz bırakan düşüncenin coğrafyasında gezinirken, kendi olmak düşüncesi ile varoluşun anlamına doğru yolculuğun yazıdaki karşılığını gösterir.
“Yazmak ya da Yaşamak” adlı kitabında da bunu enine boyuna anlatmış, özyaşamsal bir metnin kurulma biçimlerini göstermişti.
Bir yazarın kopamadığı yaşam seyridir elbette. Orada aldığı yol, edindiği iş/uğraş, girdiği mücadele, düşünce biçimi, duygu atlası bir sarmal biçiminde onu var eder.
Yazarak ortaya koydukları ise onun ömrünü verdiği tek bir yapıtın bölümleridir. Semprún, romanlarında olsun, özyaşamsal anlatılarında olsun kendini anlatmak düşüncesini yeniden yeniden biçimlemiş bir yazardır.
Bir yanıyla çağına tanıklık ederken, yaşadıklarının bu seyirdeki anlamını da getirip önümüze koyar. Bir bakıma, kendini anlatmak deneyimi, bir sesin başka sese ulaşıp yeniden biçim almasıdır.
Her yaşam kendi zenginliğini kendi içinde taşır. Yazarların yazdıkları yaşam biraz kendileri, biraz dönemleri, biraz da tanıklıklarını içermektedir.
Kurdukları yapıtı hangi yönüyle/yönünden okursak okuyalım, mutlaka kendini anlatmak düşüncesinin izlerini buluruz. Bu da, bizleri zenginleştiren bir olgudur.
Hele hele bir yapıtı değil, bir yazarı okumak için yola koyulmuşsanız, ister istemez her yazdığının sizde öylesi bir anlamı vardır.
Jorge Semprún, benim için, bu soy yazarlardan biridir. Ondaki kendini yazmak düşüncesinin ardına takılıp gitmem belki de bu yüzdendir!
_______
(*) Jorge Semprún, Federico Sanchez’den Selamlar, Çev.: Can Utku, 2005, Agora Kitaplığı, 241 s.
(**) Jorge Semprún, Federico Sanchez’in Özyaşamöyküsü, Çev.: Işık Ergüden, 2003, İletişim yay., 356 s.
edebiyathaber.net (15 Şubat 2022)